Youtube kanalımızda gerçekleştirdiğimiz, sonrasında web sitemizin ŞantiyeTV sayfalarında ve Şantiye®nin basılı versiyonunda yayınladığımız “10 SORUDA” isimli canlı yayın serimizin 12 Mart 2024 tarihindeki konusu “2 Duayen ve 45 Yıl”; konukları ise Türk Ytong Yönetim Kurulu Başkanı Fethi HİNGİNAR ile Kale Grubu Yönetim Kurulu Üyesi Ferdi ERDOĞAN’dı. Birçok sivil toplum kuruluşunda etkin görevler almalarının yanında her ikisi de geçmiş yıllarda İMSAD başkanlığı da yapmış olan Fethi Hinginar ve Ferdi Erdoğan’ın asıl önemli ortak özellikleri ise yaklaşık 45 yıldır kurumlarında (Türk Ytong ve Kale Grubu) hizmet veriyor olmaları... İstikrarlı bir çalışma hayatı ve 45 yıllık inşaat sektörü tecrübesine sahip bu iki değerli sektör profesyoneli, bugünün yönetici ve çalışanlarına tavsiyelerini; kendilerinde iz bırakan deneyim ve anılarını; dönüm noktalarını; 45 yıllık zaman diliminde iş dünyasında nelerin değiştiği ve “daha” nelerin değişmesi gerektiğini; inşaat ve yapı malzemeleri sektörlerinin yarım asırda nereden nereye geldiğini ve her iki sektörde dijitalleşme, sürdürülebilirlik, yasal düzenlemeler, verimlilik, yenileme gibi konulardaki değerlendirme, yorum ve gözlemlerini Şantiye® okurlarıyla paylaştılar.
BU İÇERİĞİ, ŞANTİYE®NİN MART-NİSAN 2024 (404.) SAYISININ E-DERGİ VERSİYONUNDAN DA OKUYABİLİRSİNİZ... LÜTFEN TIKLAYIN...
BU İÇERİĞİN VİDEOSUNU ŞANTİYE TV SAYFALARINDAN İZLEYEBİLİRSİNİZ... LÜTFEN TIKLAYIN...
Kısaca sizleri tanıyabilir miyiz? Ve yaklaşık 45 yıldır görev aldığınız firmalarınızla yollarınız ne zaman, nasıl kesişti?..
Fethi Hinginar: Evet doğrudur; 45 yıldır, 1979’un mayıs ayından bu yana Türk Ytong’ta görev yapıyorum... Aslında benim profesyonel çalışma hayatına başlamam 1970’e uzanıyor. Sultanahmet İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ni bitirdikten ve yedek subay olarak askerlik görevimi tamamladıktan sonraki ilk işim Türk Philips’te muhasebe elemanlığıydı. Fakat bunun yanında ortaokul ve Sultanahmet Ticaret Lisesi yıllarımda da terzi, züccaciye, muhasebe ve avukatlık bürolarında da çalışmıştım. Türk Philips’te muhasebe elemanlığıyla başlayan kariyerim muhasebe müdür yardımcılığına kadar ilerledi. Büyük tecrübeler edindiğim yıllardı. Türkiye’de bilgi işlem uygulamaları yeni başlıyordu. IBM’in sistemleri Philips’e kurulmaya başlayınca da bir süre muhasebe ile Bilgi İşlem departmanının koordinasyonunda görev aldım.
Philips’te asıl hedefim, uluslararası çok güçlü bir şirket olduğu için firmanın yurtdışı bir organizasyonunda yönetici olarak görev almaktı. Fakat 1978 gibi bu hedefimin pek gerçekleşmeyeceğine kanaat getirince iş arayışına girişmiştim. Bu süreçte 1979 yılının mayıs ayında Türk Ytong’ta Mali ve İdari İşler Müdürü olarak çalışmaya başladım. İlk görüşmemi, dönemin genel müdürü rahmetli Kudret Baban ile yapmıştım. Firma, Philips’e göre daha ufak ama oldukça düzgündü; Kudret Bey de çok değerli bir yöneticiydi.
Bir süre sonra, 1985 yılında mali işlerden sorumlu genel müdür yardımcısı oldum. O tarihe kadar sadece tek bir genel müdür yardımcılığı vardı. Benim girişimle teknik ve mali işler genel müdür yardımcılığı ikiye çıkarılmış oldu. 1990 yılında genel müdürümüzün emekli olmasıyla da genel müdürlük pozisyonuna getirildim. Bu pozisyonum 2002 yılına kadar devam etti. Tabii arada farklı gelişmeler de yaşandı. Mesela 2001’de, kendimi misyonunu tamamlamış biri olarak gördüğümden firmadan ayrılmak istemiştim. Fakat Türk Ytong’un kurucusu rahmetli Bülent (Demiren) Bey, buna engel olmuş ve o süreçte beni yönetim kuruluna murahhas üye yapmışlardı. 2012 yılında ise firma ortaklarının gençleşme projesi kapsamında Türk Ytong yönetimi, ikinci jenerasyona devredildi. Ben de o tarihte yönetim kurulu başkanı olarak göreve getirildim. Dolayısıyla yani aslında 45 yıl bir şirkette çok uzun bir süreymiş gibi görünüyor ama o kadar hareketliydi ve o kadar farklı görevlere getirildim ki bu 45 yılın nasıl geçtiğini anlamadım. Ayrıca tabii devamlı yatırımlar ve projeler de işin içine girince hepten göz açıp kapayıncaya kadar geçmiş hissediyorum.
Diğer taraftan 1999 yılında, ileriki zamanlarda Türk Ytong’tan emekli olduktan sonra boşta kalmak istemediğimden, yakın bir arkadaşımın kurduğu, Gebze‘de gemi zinciri ve çapa imal eden Evren Zincir’e ortak olmuştum. O ortaklığım da halen devam ediyor. Çalışma hayatını sevdiğimden tümüyle emeklik hayatı yaşayacak bir anlayışa henüz ulaşamadım diyebilirim.
Ferdi Erdoğan: Ben 1955, Ceyhan (Adana) doğumluyum. İlkokulu bitirince İstanbul’a taşındık ve Pertevniyal Lisesi, arkasından da İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Jeoloji Yüksek Mühendisliği’nden mezun oldum. Ben de lisede her yaz çalıştım. Mesela Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Şehzadebaşı’nda AKitap isimli bir kitabevi vardı. Orada çalıştığım yaz dönemlerinde çok şey öğrendiğimi söyleyebilirim. Gelen değerli insanların sohbetlerine kulak misafiri olmak ciddi katkılar sunuyordu. Liseyi bitirdiğimde Koç Grubu’nun Motor Ticaret firmasının yedek parça lojistiğinde bir süre çalışmıştım. Yedek parçalarla haşır neşirdim ve oldukça hoşuma giden bir işti. O dönem üniversiteye devam etmeyi de düşünmüyordum, İstanbul dışına çıkmayı da. Fakat zaman içerisinde hem üniversite okumak hem de İstanbul dışına çıkmak zorunda kaldım.
İş arayışlarım sürerken, kuzenim Yücel Abi’nin aracılığıyla o dönemin meşhur simalarından Banker Kastelli’nin sahibi Cevher Özden’le bir iş görüşmesi yapmıştım. Cevher Bey, kuzenimi sevdiğinden bana da bayağı yakınlık göstermiş ve yanında yetiştirmeyi, beni finansçı, banker yapmayı teklif etmişti. Fakat bu hem bilmediğim bir iş olduğu için hem de meslek olarak geleceği görmediğim için iş arayışım devam etmişti ve tesadüfen karşılaştığım Söğüt Seramik’te çalışan üniversiteden bir arkadaşım, Çanakkale Seramik’in hammadde araştırmaları işinde çalışacak eleman aradığını söylemişti. Bir jeoloji mühendisi olarak bana uygun bir iş gibi görünüyordu. Perşembe Pazarı’ndaki Çanakkale Seramik’in merkezine iş başvuru için gittiğimde aslında orada değil de Çanakkale’de fabrikada çalışacağımın bilgisini almış ve biraz hayal kırıklığına uğramıştım. Çanakkale’ye gittiğimde ise fabrikanın merkezde değil de Çan’da olduğunu öğrendiğimde ise başka bir hayal kırıklığı yaşamıştım. Sonuç itibariyle 1980 yılında Çan fabrikalarımızda hammadde araştırma bölümünde çalışmaya başladım. Ardından1981-1982 yılları Çanakkale Seramik Bölge Şefi olarak Söğüt’te çalıştım. 1983’te İstanbul Killeri için sıfırdan başlayan bir proje için aday oldum, 1983-1990 arası İstanbul Bölge Şefliği görevini yürüttüm. 1990’da Kale Maden şirketini kurduk. Ardından İstanbul’da Marmara Bölge Müdürü oldum. Sonrasında 1997 yılında İbrahim (Bodur) Bey, Kalekim genel müdürlüğünü teklif edince kabul ettim ve 15 yıl kadar da bu görevi ifa ettim. Takiben 2013’te Kale Grubu’nun Yapı Grubu Başkanlığı görevine atandım ve 2013 - 2017 arası bu görevi yaptım. 63 yaşında kendi isteğimle emekli oldum ve o günden bu yana da Kale Grubu Şirketleri Yönetim Kurulu Üyesi olarak devam ediyorum.
1) 45 yıl istikrarla aynı kurumda görev alıp, üst mevkilere kadar yükselmiş profesyoneller olarak çalışma hayatıyla ilgili tavsiyeleriniz neler olur? Profesyonel hayatta sizin öncelikleriniz, önemsedikleriniz nelerdir?..
Fethi Hinginar: Öncelikle kariyer planlaması konusunda herkesin mutlaka kendi kendine odaklanması gerektiğini düşünüyorum. Hep aynı işi yapıyor olmak da burada mesele değil ama gelecek için hedef belirleme konusunda mutlaka insanın fikir geliştirmesi gerektiğine inanıyorum. Burada hedefinizi belirledikçe ve o hedefe ulaştıkça mutlaka bir sonraki hedefin belirlenmesi şart. Hatta ulaştığınız o basamak, ulaşmak istediğiniz yerin ilk basamağı olmalı. Burada kastettiğim sadece mevki değil; iş tatmini, işini sevmek de çok önemli. Burada tabii birkaç temel kriter de var... Mesela dürüstlük, samimiyet, yalandan kaçınmak, güven sağlayıcı olmak... Dürüstlükten milim taviz verilmeden ilerlenmeli.
Ferdi Erdoğan: Samimi olmak bu işin esası, gerisi zaten gelir. Fethi Bey’in söylediklerine katılıyorum. Meraklı da olmak gerekir ki zaten bir jeoloji mühendisi olarak yerin altında araştırma yapan biri için bu şarttı. Arazide tek başınıza inisiyatif almayı, karar almayı da geliştiriyorsunuz. Bu unsurlar bütün iş hayatım içinde beni sarmalayan, yukarı taşıyan unsurlar, iş yapma şekilleri oldular. İşe başladığım ilk aylarda Fabrikalar Genel Müdürümüz Süleyman (Caner) Bey, bir toplantıda; bir arkadaşımızın daha tam göreve başlamadan sorduğu sorular üzerine biraz tatlı sert çıkışıp, burada iş kültürümüzün Garcia’ya mektup tarzı olması gerektiğini hatırlatması, beni etkileyen iş hayatıyla ilgili anılardan biridir. Yani daha Çan’dan yola çıkmadan bir soru-talep istemiyordu. Önce bir yola çıkılıp, ilerleyip, birtakım aşamalar geçildikten sonra kendisiyle iletişime geçilmesini arzu ederdi.
İş hayatında şeffaflığa da önem veririm. Yine Süleyman Bey’in bir hikayesi vardır. Hoca’ya sormuşlar, tuvalette sakız çiğnemek günah mı mübah mıdır diye. Hoca da ne günah ne de mübah ama sen yine de çiğneme, yanlış anlaşılabilir demiş. Dolayısıyla biz bu iki kültürün ışığında iş hayatına başladık. İnisiyatif ve karar alma alışkanlıkları da kişiliğimize oldukça oturdu. Hatta bazen sınırımı, yetkilerimi aştığım zamanlar bile olmuştur. Ama rahmetli İbrahim (Bodur) Bey de bize hep bu kapıyı açmıştır.
2) 45 yıl bir kurumda görev almanın olumlu ve olumsuz tarafları sizce nelerdir?
Fethi Hinginar: 45 yıl aynı işletmede çalışıyor olmanın tabii ki bazı olumlu yanları var. Bir kere A’dan Z’ye, yani kapıdaki bekçi kardeşimden en üst düzeydeki şirket ortağına kadar herkesi yakından tanıma imkanına sahip oluyorsunuz. İkinci önemli konu, nerede ve ne zaman, hangi sorunların çıkabileceğini öngörebiliyorsunuz. Uzun yıllara dayanan deneyim sayesinde bu sorunların çözüm sürecinde hız ve doğru karar alma anlamında katkınız büyük oluyor. Ekiple de uzun yıllar çalışıldığı için diyalog çok daha rahat ve verimli oluyor. Ayrıca hem pazarı hem de piyasa aktörlerini yakından tanımanız da oldukça büyük bir avantaj. Öngörüleriniz, risk ve fırsatlara karşı daha önce farkındalığa varmanız ve hızlı karar almanız hep avantajlar.
45 yıl geçti ama hep aynı masada oturarak geçmedi. Pendik fabrikada işe başladığımda yılda 180 bin metreküp olan kapasite şimdilerde sayısı 6’ya ulaşan fabrikalarımızda 2,5 milyon metreküpe ulaştı. Zaman içinde 6 fabrika inşaatında aktif görev ve sorumluluklar aldım. Bugün Türk Ytong, dünyanın en büyük kapasiteye sahip Ytong şirketi oldu. Ortağı olduğum Evren Zincir’in iki fabrikasını da sayarsam toplam sekiz sanayi tesisinin yapımında, devreye alınmasında aktif görev almışım. 2018 yılında Pendik fabrikamızın kapatılma süreci de uzun bir süreçtir. Yani hiç tekdüze bir çalışma hayatım olmadı. Olsaydı bu rakamlara ulaşılamazdı büyük ihtimalle. İşinizi hala seviyor ve bıkmamışsanız pek olumsuz tarafı bence yok.
Ferdi Erdoğan: Ben belki aynı firmada 45 yıla yakın çalışmış gibi görünüyorum ama aslında Kale Grubu içerisinde Çanakkale Seramik, Kale Maden, Kalekim, Yapı Grubu gibi 4, 5 farklı Grup şirketinde görev aldım. Dolayısıyla farklı iş alanlarında farklı tecrübeler edindiğimi düşünüyorum. Aynı şirketler grubu bünyesinde kendimi konfor alanına hapsetmemeye çalıştım. Hatırlıyorum, Kalekim’e genel müdür olurken İbrahim Bey, beni altı ay herkesin izleyeceğini, başaramazsam yolları ayıracağını söylemişti. Bu süreçte, Yönetim Kurulu Murahhas Azamız Osman (Okyay) Bey de, dipsiz kuyu istemediğini, attığı taşın ses çıkarmasını istediğini dile getirmiş, ben de kendisine bu anlamda güven telkin etmiştim. Her yıl da teknik direktörlükteki gibi, benimle devam edip etmek istemediklerini sorardım.
Diğer taraftan bizim madencilik sektörünün bir özelliği vardır; işimiz, dağdaki çobanla Ankara’daki bakan arasındaki bir iş sürecini ve iletişimi yönetmektir. İki apayrı uçta başarılı olmak önemlidir. Dağdaki çobana madeni sorarsın; muhtardan, kaymakamdan, validen ve bakandan da çalışma izini, ruhsat istersin. Bu süreci yönetmek biraz maharet ister.
Madencilik sektörünü sevdim ve hiç sıkılmadım. Arazide mesleki hiyerarşi de vardı. Aynı grupta olmasak bile Eczacıbaşı, Toprak Seramik veya Ege Seramik’teki meslektaşlarımızla aramızda mesleki bir diyalog ve biraz da mesleki açıdan sert bir hiyerarşi bulunur. Tüm bunları iyi taraflar olarak özetleyebilirim... Konfor alanı tuzağı ise en büyük olumsuzluk olabilir. Nihayetinde olumlu tarafları ağır basar ve ben oldukça memnunum.
Kalekim’de ben de, biri yurtdışı olmak üzere 6 fabrikanın kurulmasında ve Kaleterasit ile Kalekim’in birleştirilmesi sürecinde aktif görevler almıştım. Grup şirketleriydiler ama iki ayrı kimlik ve kültüre sahip, personel yapıları ve ürün grupları farklı şirketlerdi. Yapı Grubu Başkanlık dönemimde ise Kalebodur Yer Karosu ve Granit Seramik, Sinterflex 2. hat, Türkiye’nin hem ilk yerli hem de yer karosu + duvar karosu ortak MASSE Hazırlık Yatırımlarını gerçekleştirdik. Bazı üretimlerden ve yatırımlardan vazgeçtik, fabrikaları kapattık ya da sattık. Dolayısıyla hiç durup da sadece ürün üretelim, satalım durumunda olmadık. Zaman nasıl geçti anlamadık.
3) Bu süreçte en önemsediğiniz, sizde iz bırakan deneyimleriniz ya da anılarınız neler oldu?
Fethi Hinginar: Beni en çok etkileyen, Philips’ten Türk Ytong’a geçiş sürecinde yaşadığım bir anıydı. Biraz önce bahsettiğim, Philips’te, daha uluslararası pazarda etkin olma isteğimin gerçekleşmeyeceğine kanaat getirdiğim bir dönemde ayrılmaya karar vermiştim. Büyük bir firmayla mali işler müdürlüğü için görüşmelerim devam ediyordu. Philips’teki müdürüm pek istememesine, bu kararıma muhalefet etmesine rağmen sonunda kabul etmişti. Fakat düzenlenen veda partisinde, tüm şirket tarafından imzalanan ve kalmamı telkin eden o güzel mektuptaki sözler beni o kadar etkilemişti ki o akşam gitmekten vazgeçmiştim. Çok çok etkilendiğim ve aklıma geldikçe gözlerimin dolduğu bir mektuptur. Ama sonraları daha gerçekçi bakmaya başladıktan sonra o hedefimin, yani yurtdışı hedefimin gerçekleşmeyeceğini yeniden görünce yine iş arayışım başlamış ve Türk Ytong’la yollarım kesişmişti.
İkinci iz bırakan anımı ise, ülkenin siyasal açıdan oldukça karışık olduğu 1980 yılında yaşamıştım. Türk Ytong’a başlayalı bir yıl olmuştu. O dönem yoğun yaşanan işçi eylemleri, biraz da toplum psikolojisine uyarak, aslında Türk Ytong’ta pek problem olmayan işçi-işveren ilişkilerine de sıçramıştı. Sendika greve gitmişti. Ben de o zaman işveren sendikamızla birlikte toplu sözleşme görüşmelerini yürütüyordum. 11 Eylül 1980 akşamı Pendik fabrikamızda işçi sendikası ile grevin bitirileceği üzerine mutabakata varmıştık. Ertesi gün de sözleşme imzalamak üzere gece geç vakit fabrikadan ayrılmıştık. Ertesi sabah arabaya binip yola çıkmak üzereyken üst komşumun, “Hayırdır Fethi Bey nereye” sorusuyla başlayan diyalog sonunda ülkede ihtilal olduğunu öğrenmiştim. 12 Eylül askeri darbesiydi söz konusu olan ve sokağa çıkma yasağı vardı. Aynı gün alınan kararlarla da tüm sanayi tesislerindeki grevler, lokavtlar yasaklanmış ve yeniden üretime başlanmıştı. Fakat biz genel müdürümüz Kudret Bey ile bir araya gelerek, söz verildiği üzere işçi arkadaşlarla toplu sözleşmelerini yapmış ve protokol paralelinde zamları da kabul etmiştik. Fakat bir iki ay sonra Selimiye Kışlası’ndan gelen telefonla Sıkıyönetim Komutanlığına gittiğimde, sonradan dost olduğumuz Kurmay Albay Fuat Uçan, yasak olmasına rağmen neden toplu sözleşme yaptığımız için sorgulama yapmıştı. Fakat zammı, bir gün öncesinde işçiye söz verdiğimiz üzere yaptığımızı öğrendiğinde o da duygulanmıştı.
Türk Ytong’a girdiğim yıl, 180 bin metreküp kapasite için 500 kişi çalışıyordu. Çok yüksek bir işçilik oranıydı. 1990’da genel müdür olduktan sonra, E5 karayolu üzerinde İstanbul’a girerken simge unsurlardan biri olan kara dumanları çıkaran iki kireç fırınımızı kapatma kararı almıştım. Kireci dış kaynaklardan tedarik etmek bize ciddi bir verimlilik sağlamıştı. Bugün ise 2,5 milyon metreküp üretim hacmimizi 5 fabrika sadece 650 kişiyle karşılıyoruz. Bu girişimimden dolayı 1993 yılında Milli Prodüktivite Merkezi, Türkiye’de yılın altı işadamı içinde beni de seçmişti. Rahmetli Üzeyir Garih de bu altı kişiden biriydi. Bu da unutamadığım güzel anılardan biridir.
Pendik fabrikamızın kapanma süreci de oldukça duygusaldır. 1963 yılında Bakanlar Kurulu’nun özel kararıyla kurulmuş bir işletme ve fabrikadır. Kuruluş hikayesi de enteresandır. Fakat zamanla eskiyen teknolojisi ve lokasyonunun hepten şehir içinde kalmasıyla 2018’de arazimiz TOKİ’ye devredildi ve şu anda bir Millet Bahçesi olarak hizmet veriyor. Devrederken tek şartımız ya da isteğimiz o araziye bir Millet Bahçesi yapılmasıydı. Dolayısıyla indirimli bir fiyata devrettik ve o kaynakla Dilovası’nda dünyanın en modern ve en büyük Yong fabrikasını kurduk. Pendik fabrikamızı kapattığımız gün, hepimiz için oldukça duygusal bir gündü.
Ferdi Erdoğan: Ben de Fethi Bey’den esinlenerek Türk Ytong ile ilgili bir anımı anlatmak isterim... Kalekim’de genel müdürlüğe başladığım yıl, önüme getirdikleri bir katalogda Ytong Yapıştırma Harcı ifadesini görmüş ve eksik ifade olduğunu söyleyerek “Türk” Ytong Yapıştırma Harcı ifadesiyle değiştirmelerini istemiştim. İlgili arkadaşımız “o bir marka, yapamayız, bizimki gazbeton” demiş, ben de o halde “Gazbeton Yapıştırıcısı” niçin yazmıyorsunuz demiştim. Ayrıca okulda, yetmişli yılların sonlarında, 3. sınıf öğrencisiyken hocamız bizi Türk Ytong’un Çamlıca Kuvarsiti olarak anılan maden sahasına ve Pendik’teki fabrikasına getirmişti. İlk gezdiğim sanayi tesisi olması bakımından da önemlidir Pendik fabrikası...
Temmuz 1980’de işe başlamıştım, ardından 12 Eylül’de ciddi bir darbe olmuştu. Halk bir nebze rahatlamıştı aslında ama yine de keskin fikirler devam ediyordu bir taraftan da. O günlerde fabrikada bir arkadaşımız, o zamanlardaki muhalif-sol çizgideki Milliyet Gazetesi okuyanlar için “artık siz yandınız” gibisinden bir şeyler söylemişti; fakat rahmetli İbrahim Bey’in kayınbiraderi Fabrika Müdürü Taner (Eğinlioğlu) Abi de o lafı edene sert çıkıp, buranın özgür bir alan olduğunu, kimseye ne okuyup okumayacağı konusunda baskı yapılamayacağını vurgulaması, beni oldukça etkilemiş ve Kale Grubu’na bakışımı hepten değiştirmişti. İbrahim Bey, dönemin siyasetçileri Bülent Ecevit ile Robert Kolej’den arkadaştı; Süleyman Demirel ile de dosttu. 12 Eylül sonrası her ikisi de Zincirbozan’da kaldıkları zamanlarda İbrahim Bey her akşam kendilerine papyon kravatlı personelle Çan’daki fabrikadan yemek gönderirdi. Askeri darbe zamanında ne kadar büyük bir cesaretmiş. Bu olay da gruba karşı beni bağlayan anılardan biri olmuştur. On bin kişinin çalıştığı devasa bir fabrikaydı. Bir vardiyada üç bin kişi girer, üç bin kişi çıkardı.
Bizim meslekte daha önce bahsettiğim mesleki hiyerarşi vardır. Ben Kalekim’e genel müdür olduktan üç dört ay sonra, Eczacıbaşı Esan’ın genel müdürü Yüceer Göver abimiz, Bozüyük’te yeni kurdukları Koramic Yapı Kimyasalları fabrikası için üretimde kullanılan hammadde konusunda bir yardım talebinde bulunmuş, fakat ben rakip olduğumuzu hatırlatınca bir sürü fırça yemiştim. Ama sonuç itibariyle gidip yardımcı olmuştuk tabi. Bu olay, güvenin ve dostluğun güzel bir ifadesi olarak hatırımdadır. Benzer bir dostluk ve dayanışma örneğini İMSAD’da, dernekten uzak kaldığım bir dönem Fethi Bey’den görmüştüm. Fethi Bey’in daveti üzerine dernekte yine görev almaya başlamış ve hatta başkanlığa kadar ilerlemiştim.
Son bir anım da Kalekim’de ihracat departmanını kurmadan önce yaşadığım bir anıydı. İbrahim Bey’in de olduğu bir yönetim toplantısında, ihracatı başlatmak istemiş ve ihracat yapan diğer grup şirketimiz olan Kale Export’un bu ihracatı yapmasını teklif ettiğimde, o şirketteki yönetici arkadaş, buradan torba torba çimento mu ihraç edeceğiz karşılığını vermişti. Ben de seramiğin kilosunun ne kadar olduğunu sorduğumda, seramik ile bizim ürünlerin aynı oldukları ortaya çıkmıştı. Sonuçta İbrahim Bey de bana kendi ihracat departmanını kendimiz kurmamız yönünde direktif vermişti. Hedef pazarımız Rusya’ydı. O departmanı kurduktan sonra Rusça bilen bir personel arayışımız başladı. O süreçte İngilizce, Bulgarca ve Rusça bilen ve ihracat yapan bir arkadaşla yollarımız kesişti. Fakat saçlar sakallar uzun, kulağında küpe falan akşamları da gece kulübünde orkestrada görev alıyordu. Çok da kaçırmak istemediğimden işe girişi yapıldı ve çalışmaya başladı. Fakat bir süre sonra İnsan Kaynakları, gelen bazı eleştirileri bana ilettiğinde ve arkadaşla çalışılıp çalışılmayacağını sorduğunda, işe devam edeceğini, ama herkese “örnek olması” gerektiğini, bir başkasında benzer bir yaklaşımı, saçı, sakalı, küpeyi falan görürsem işten atacağımı söylemiştim. Şirkette “Yanlış Örnek” olarak bulunacak demiştim. O arkadaşımız hala Kalekim’de çalışmaya devam eder.
4) Firmanızda / sektörünüzde hayata geçirmekle veya yapmakla gurur duyduğunuz neler oldu?
Fethi Hinginar: Çalıştığınız iş yerini sevmek birinci esas dedik; ama tabii sevmek için de bazı gerekçeler olması lazım. Şirketin sistemlerine güvenmek, ki çok rahatlıkla söylüyorum, karar vermemde etkili olan konuların başındaydı Türk Ytong’un dürüst işler yapan bir şirket olması. Yani bağış yaparken bile irsaliye kesen, kayıt dışı faaliyeti sıfır olan bir şirket. Çünkü zaten dünyanın en büyük şirketlerinden birinden gelmiş ve orada bu kültürü almıştım. Türk Ytong’ta da bunu gördüm. Kurulduğu yıllardan, 60’lardan, 70’lerden beri bütçe yapan bir şirketti. Bütün bunlar işinizi sevmeye bağlı ve bundan dolayı da işinize bağlı olmanızı oluşturan faktörler. Ürettiğimiz malzemelerin deprem dayanıklılığı ve enerji tasarrufuna katkı sağlamasıyla da gurur duyuyorum. Tabii bunu zaman geçtikçe daha iyi anladım.
Türk Ytong’a girdikten sonraki ilk birkaç yıldan sonra hemen hemen her yıl teknik üniversitelerin inşaat, mimarlık ve makine bölümlerinin son sınıf öğrencilerine fabrikayı gezdirerek onlara malzemeyi ve sektörü tanıtma faaliyetleri yürüttük. Yine her yıl bu üniversiteleri 1, 2 ve 3. dereceyle bitirenlere ödüller sunarak motive etmeye çalıştık. Malzemeye güvendiğimiz ve ciddi katkıları olduğundan tanıtımının yapılması gerektiğine inandığımız için herkesin bu avantajlardan haberdar olmasına gayret ettik.
Çalışan arkadaşlarımızla dürüstçe iletişim ve iş birlikleri içinde olmaya çalıştık. Mesela büyük bir ekonomik krizin yaşandığı 2001 yılında daralan kapasitemize rağmen çalışan arkadaşlarımızı zor durumda bırakmamak adına, tüm arkadaşlarımızı toplayıp, üretimi durdurmak zorunda kaldığımız Trakya fabrikasındaki arkadaşları kaybetmemek adına maaşlarımızda indirim yapmayı teklif etmiştim. Tüm çalışanlarımız da kabul etmişti.Bu sayede arkadaşlarımızın çoğunu bünyemizde tutabilmiştik. Ardından ekonomik durum biraz rahatladığında da kaybettikleri haklarını fazlasıyla ödemiştik. Yani bu, karşılıklı bir güven duygusuydu. Çalışan yönetime güveniyordu, yönetim de çalışana. Bu şekilde krizden güçlenerek çıkabilmiştik.
Ferdi Erdoğan: Çanakkale Seramik’te işe başladığım ikinci yılda, İstanbul killerinin öncelikle Kalebodur fabrikalarında kullanılmasına yönelik teknolojik bir değişime karar verildiğinde, ortada bir teşkilat veya ofis falan da yokken ben o işe talip olmuştum. Sıfırdan bir iş kuruluşuydu neredeyse. İlk kil ocağının kurulumu, gemiyle boğazdan (Rumeli Kavağı, Balta Limanı ve son olarak hem iskelemiz hem ofisim olan Kuruçeşme) ilk yükleme, ilk Kil Ocağımız, ilk stok sahası, İstanbul Hammaddeler işinde ilk ekibin oluşturulması işlerinin tamamını daha 3-4 yıllık genç bir mühendisken üstlenmiştim. Ciddi bir tecrübe ve anı edindiğim yıllardı.
Önemli anılarımın başında Kalekim’e genel müdür olmamla başlayan süreç gelir. O dönemde sadece Çanakkale Seramik ürünlerinin yapıştırıcısını üreten bir firmadan, “Seramik Ustası” yaklaşımından “Yapı Kimyasalları” üreten bir firma haline dönüştürdük. Bu kapsamda çok iyi bir Ar-Ge departmanı oluşturduk. Yapılan işi çalışanların benimsemesi için farklı gayretler içinde bulunduk. “Kalekim, daima en iyisi” mottosu çerçevesinde işlerimizi hızlandırdık. Kalite Yönetimi’nde Sıfır Hata odaklı çalışmak için “Six Sigma” projesini başlattık. Ardından yaptığımız araştırmalar neticesinde gördük ki bizim asıl müşterimiz ustalar... Bu kapsamda Türkiye’nin ilk “Kalekim Ustalar Kulübü” nü kurduk. 300-400 ustayla başlanan kulübün şu anda zannediyorum seksen bine yakın üyesi var. Ustalarla çok yakın çalışmalar gerçekleştirdik, ciddi yatırımlar yaptık, belge almalarından kullandıkları malzemelerin teminine kadar farklı desteklerimiz oldu. Ustalar Kulübü ifadesini kimse kullanmasın diye tescil bile ettirdik ve bu konuda da çok hassasiyet gösterdik. Hatta grup şirketimiz olan Kale Seramik’in bile Ustalar Kulübü ifadesini kullanmaması için avukat aracılığı ile ihtarname bile çektirmiştim. Bu yüzden İbrahim Bey yanına çağırıp durumu öğrenmeye çalışmış ve hak vermişti.
Çalışanlarımız için beden sağlığı amaçlı sadece tam zamanlı doktor değil; haftada bir gün de ruh sağlığı için psikiyatrist de getiriyorduk. Baştan kimse ilgi göstermedi, adım çıkar diye endişe ettiler; fakat sonra sadece kendileri değil, eşlerini, çocuklarını da getirmeye başladılar. Fabrikalarda üretimde çalışan (Mavi Yakalılar dahil) arkadaşlarımızı sırasıyla her ay en az 1-2 gün bayilerde, yapı marketlerinde satış ve müşterilerle iletişim eğitimi aldırmıştık. Yani “karargahtan cepheye” de gönderiyorduk. Ayrıca Dow Chemical Türkiye ve Ravago/ Mardav ile oluşturduğumuz Bluesafe MaviKale Isı Yalıtım Sistemleri markası da (ki sadece Marka ortaklığı ile oluşturulan bir iş projesi) oldukça başarılı olmuş çalışmalarımızdan biriydi. MaviKale markası olarak Türkiye’nin ilk pasif evini Urla’da hayata geçirmiştik. Kalekim’in Rusya yatırımı da oldukça önemsediğimiz, zor koşullar altında gerçekleştirdiğimiz bir yatırımdı, çünkü ilk yurtdışı deneyimimizdi. Diğer taraftan ürünlerimize garanti verebilmek için yapıştırıcılarımıza koyduğumuz belirteç katkılar ve bunların geliştirilme süreçleri de etkileyicidir. Kalekim’deki başından bu yana tüm bu değişime, dönüşüme öncülük etmek en övündüğüm ve sektörde de ilk olan işlerdendir.
5) En nihayetinde, firmanızda veya sektörünüzde neyi/neleri daha başarmış, başka hangi sorunları çözmüş olmayı dilerdiniz?
Fethi Hinginar: Bu kadar uzun yıl aynı kuruluş ve sektörde görev aldıktan sonra arkada neyi bırakacağını çok iyi planlamak lazım. Burada bence temel şey, bıraktıktan sonra ertesi gün hiçbir şeyin aksamadan, belli bir sistem içinde devam etmesini temin etmektir. Bir yöneticinin temel görevi bu olmalıdır. Yetiştirdiğiniz iş arkadaşlarınızın aynı düzeni, aynı prensipleri, aynı performansı sürdürüp daha da ileri götürecek kişilerden olduğunu görmeniz lazım. Bunu şu anda rahatlıkla söyleyebilirim ki kadrolarımızı bu çerçevede, bu anlayışla organize ediyoruz.
Ferdi Erdoğan: Şirketler, sivil toplum örgütlerinde her ne kadar birbirleriyle yakın çalışsalar da sahada, pazarda maalesef bir araya gelemiyorlar. Herkes kendi fabrikasını uzay üssü zannediyor, içeride de uzay mekiği yaptığını düşünüyor. Öyle olmadığı o kadar aşikar ki, o teknolojiyi satın aldığımız yurtdışı firmalar aynı projeleri herkese satıyor. Yani özellikle yerli firmaların Ar-Ge’de ortak iş yapmalarını çok isterdim. Bu konuda yapılabilecek işbirlikleri ürün ve pazar geliştirme anlamında çok faydalı olurdu. Bu konuyu çözmeyi çok isterdim. Çok arzuladım ama kimse bu işe ilgi göstermiyor, el atmak istemiyor. Bu münhasırlık kültürünün Türkiye’den kalkması gerektiğine inanıyorum. Hele ki bizim gibi sanayisinin böyle düşük-orta teknolojili, emek yoğun sermaye yoğun işlerin olduğu ülkelerde. Neticede kilosu ortalama 50 cent olan ürünlerden bahsediyoruz. Dolayısıyla birlikten güç doğarlafının hayata geçirilmesi en büyük arzum. Özellikle uluslararası alanda çok işimize yarayacak bir yöntem olduğuna inanıyorum.
6) Bugünün yönetici ve çalışanlarında gördüğünüz olumlu yönler ve gelişim alanları sizce hangileri?..
Fethi Hinginar: Bugün çalışma alanında yer alan genç yönetici nesil bilgi ve bilgiye ulaşma açısından bizlerden çok daha şanslılar. Ayrıca dışa dönüklük açısından da bizden daha farklı özelliklere sahipler. Dolayısıyla prensipleri doğru tespit edildiği takdirde çok daha şanslı ve çok daha başarılı adımlar atabileceklerine inanıyorum. Tabii ki teknoloji, çalışma koşulları ve ekipman anlamında daha üst seviyede imkanlar var bugün. Şanssızlıkları ise ekonomik açıdan ülkede ciddi sıkıntılar olması. Ama bunu aşması gereken de yine aynı kişilerin çalışmasına bağlı. Dolayısıyla ben yeni neslin rekabetçilik açısından da daha iyi avantajlara sahip olduğunu düşünüyorum.
Bugünün, bizden genç olan yöneticilerinde sivil toplum örgütlerine karşı bir mesafe seziyorum. O tür ilişkilere uzak kalıyorlar. Aslında toplumsal gelişmede çok önemli bir rolü olduğuna inandığımız bu kurumlara katılmaları, ilgi göstermeleri hem kendilerinin gelişimine hem de yaptıkları işe ciddi bir katkısı olacaktır. Bizler bu çalışmaların büyük faydasını görmüş bir nesiliz.
Ferdi Erdoğan: Benim otuzlu yaşlarda yurtdışında çalışan kızım, oğlum ve gelinimden de yakından gördüğüm kadarıyla bizden sonraki nesil iş hayatı ve sosyal hayat dengesini çok iyi ayarlıyor. Bizim kuşak zannediyorum biraz fazla iş odaklıydı. Hafta sonu veya geceleri bile hep kafada iş var. Bir uğraş alanı veya hobi edinmeyi becerebilen bir nesil olamadık sanki. Yeni nesil hem iş hayatı hem de özel hayatlarında birçok şeyden çok da kolay vazgeçebiliyor. Hoşlarına gitmeyen bir şey olduğunda pek tahammül etmiyorlar ve hemen istifa ya da ayrılık gibi yollara başvuruyorlar.
Diğer taraftan genç mühendislerin sanayide, fabrikalarda çalışmak istemediğini de gözlemliyorum. Çoğu bir plazada, bir firmanın genel merkezinde görev alma arzusunda. Halbuki önce mesleklerinde 4, 5 yıl tecrübe kazansalar, ondan sonra ne iş yapmak istiyorlarsa yapsalar bence daha sağlıklı bir iş hayatları olur. Bir de şimdi yazılım düşkünlüğü var. Tabii bir anda dijital paralar, yapay zeka konuları falan hepsinin ilgi duyduğu konular oldu. Hibrit çalışmaya da alıştıklarından, aynı anda farklı işler yapabildiklerinden zeka, kafa ve eğitim kabiliyetlerinin bizlerden daha gelişkin olduğu kesin. Zayıf yönleri ise çok meraklı olmalarına rağmen inisiyatif almaktan kaçınmaları.
Ben çalışanları dörde ayırıyorum. Bir kısmı “kurban” anlayışı içerisinde olanlar. Bu grup, kendilerinin anlaşılmadığını düşünen, her işin kendilerine yıkıldığını sanan grup. Diğer bir grup, idare edenler, yani “vagona asılanlar”. Vagon nereye gidiyorsa peşlerinden gidenler ve pek koltukta falan gözü olmayanlar. Ayrıca bir “fırsata çevirenler” var ki duruma göre pozisyon alanlar; bir de “işi tetikleyen” grup var. İşi tetikleyenlerin, küresel ekonomide de bir dünya vatandaş olarak yolları genelde hep açık oluyor. Donanımlarının yanı sıra çok zekiler, inisiyatif ve karar alabiliyorlar; ilaveten networklerini çok iyi kullanıyorlar.
Biraz önce Fethi Bey’in sivil toplum kuruluşları ile ilgili düşüncelerine de tümüyle katılıyorum. Çok önemserim bu kuruluşları. Hatta İbrahim Bey’le bir anım vardır. 90’lı yıllarda, Kale Maden Marmara Bölge Müdürü iken bir gün bana hangi derneklere üye olduğumu sormuş, ben de hiçbir derneğe üye olmadığımı söylemiştim. Bunun üzerine çok şaşırmış ve bir an önce derneklere üye olmamı salık vermişti. Derneklerde faaliyet gösteren, kendilerini kabul ettirebilen yöneticilerin iyi yöneticiler olduğunu söylerdi.
7) İş hayatı, iş yapış şekilleri, yöntemler, yaklaşımlar son 45 yılda sizce ne yönde bir değişim gösterdi? Neler değişti, değişiyor? Ve sizce daha neler değişmeli?..
Fethi Hinginar: Ben ilk işe girdiğim, 70’li yılların başında muhasebede hesapları tutarken kollu, elle çevrilen hesap makineleri kullanırdık. 70’lerin ortalarında bilgi işlem sistemleri yavaş yavaş devreye girmeye başlamıştı. Gümüşsuyu’ndaki Philips binasında IBM makinelerinin kurulumu için yaklaşık altı ay tadilat yapılmıştı, ki bu sistem de aslında sadece fatura kesen bir makineydi. Yine o dönem Amerika seyahatlerimde bilgisayar yazılım dilleri ilgimi çekiyordu, hatta orada kurslara bile gitmişliğim vardır. Kartlarla sadece faturanın işlendiği devasa büyüklükteki makineler söz konusuydu. Şimdi ise hepimiz şahit oluyoruz, ufacık makinelerde neler neler yapılabiliyor. İnanılmaz bir teknolojik değişim yaşandı. Ve tabii çok büyük imkanlar sağladı. Şu anda anlık telefonumdan bizim fabrikadan kaç kamyon, kaç metreküp malzeme aldı, hangi müşterimizin ne kadar borcu-alacağı var hepsini görebiliyorum. O günlerde 500 metrekarelik bir katta sadece fatura kesen bir makineden gelinen nokta oldukça etkileyici. Bu gelişim giderek de artıyor. Hele yapay zekanın da devreye girmesiyle neler yaşanacağını, hayatı nasıl kolaylaştıracağını tahayyül etmek oldukça zor. Kalite ve üretimi geliştirme açısından büyük bir avantaj sağlayacağı da aşikar. Dolayısıyla bütün bu avantajları kullanacak yöneticilerin çok daha geniş bir potansiyele sahip olacaklarını düşünüyorum.
Ferdi Erdoğan: Ben ilk işe girdiğimde kullandığım manyetolu telefondan ilk araç telefonuma kadar hiçbirini atmadım ve odamda tutuyorum. Dolayısıyla yaşanan süreç tümüyle gözümün önünde. Çan fabrikada çalışırken en iyi geçindiğim kişi, akşamları İstanbul’a telefon bağlaması için santraldeki Osman Abiydi. Her akşam ona tatlı götürürdüm. Santral odasına girer oturur, beklerdim. Çünkü o zaman İbrahim Bey’in İstanbul’a doğrudan kurduğu bir hat vardı. O hatla sadece İbrahim Bey konuşabiliyordu, bir de işte böyle Osman abinin gözüne girersen akşamları seni de bazen bağlıyordu. Askerliğimi yaparken üç gün jetonlu telefon kuyruğu beklediğimi bilirim. O günlerden bugünlere gelmek tabii çok etkileyici. Şimdi artık sadece cep telefonu ile işi ve ilişkileri yönetiyorsun. Kolaylaştı her şey. Eskiden bir yılda yapacağın işi şimdi bir ayda yapabiliyorsun. Uçakların yaygınlaşmasıyla ulaşım da oldukça hızlandı ve kolaylaştı, sorun olmaktan çıktı.
Ama rekabet arttı ve çok zorlaştı. Ticaret de aynı şekilde dönüştü. Özellikle E-ticaret, işleri bayağı değiştirdi. Fırsatları artırdığı gibi tehditleri de artırdı. Mesela inşaat malzemecileri olarak eskiden müşteri bize gelirdi, şimdi ürün müşterinin ayağına gidiyor. Bu tabii farklı ve başka bir durum. Yeni arkadaşların bu duruma hakim olması gerekiyor. Ama neticede hayatın kolaylaştığını net bir şekilde söyleyebilirim.
Ayrıca bizim gençliğimizde yönetim sistemleri daha hiyerarşikti. Yani herkes genel müdüre kadar bir üstüne bağlıydı. Ama artık matriks bir yapı var. Yani bir adam birçok kişiye bağlı. Finans yönetimi, kriz yönetimi, süreç yönetimi, strateji yönetimi, insan kaynakları yönetimi... Genel müdür olsan da bir sürü departmanla paralel ilişki içerisinde yürümen gerekiyor bir karar verebilmen için. Eskiden hiyerarşik sistemde bir yönetici iyi veya kötü bir karar alır uygulardı. Şimdilerde ise yok onun izni, yok onun onayı ve kararı, uzuyor işler biraz. Fırsatçı tip çalışanlar ile Vagona Asılan tip çalışanlar için “Çok efendili köle aslında özgürdür” durumu!..
Yönetim kurulları da çok aktif olmaya başladı. Eskiden yönetim kurulları patronun dediğini
yapardı, şimdi bağımsız üyelerle beraber yönetim kurulları da şirketi sorgulayan ve akıl üreten, gözden geçiren ve yol, yöntem belirleyen yapılara dönüştüler. Bence bunların hepsi çok çok önemli ve gelişen noktalar diye düşünüyorum.
8) Yapı malzemeleri sektörü sizce kariyer için nasıl bir alan? Ne tür yetenek ve özelliklere sahip olunması gerekli?
Fethi Hinginar: Yapı malzemeleri sektörü ile yapı imal eden inşaat sektörü arasında bence inanılmaz bir fark var. Türkiye’deki inşaat sektörü maalesef uluslararası kalitenin çok gerisinde ama inşaat malzemeleri sektörü inanın dünya seviyesinde. Dünyada üretilen tüm yapı malzemeleri Türkiye’de aynı kalitede üretiliyor. İhracatta yüksek oranlara ulaştı Türkiye’de inşaat malzemeleri sektörü. Fakat yapı kalitesi açısından maalesef acınacak haldeyiz.
Kariyer açısından yapı malzemeleri sektörü bugün iki yüz elliden fazla sanayi dalından oluştuğundan çok değerli bir sektör. Neticede sanayi, üretim, verimlilik, katma değer gibi konularda ön planda olan bir sektör. Bence gıda sektörü gibi inşaat malzemeleri sektörünün de hiçbir zaman sonu gelmeyecek, daralmayacak bir sektör olduğunu düşünüyorum. Sürekli gelişen bir alan. Dolayısıyla önemli ve tercih edilebilecek bir sektör.
Ferdi Erdoğan: Konuya iki açıdan yorum yapmak isterim... Birisi Fetih Bey’in de dediği gibi çimento, seramik, iklimlendirme ve asansörden alarm sistemlerine kadar 39 alt sektörden bahsediyoruz. Yani bu kadar geniş bir yelpazeden oluşan başka bir sektör yok. Gerçekten büyük. 29-30 milyar dolara yakın bir dış pazar, 90-100 milyar dolar iç pazar hacmi mevcut. 2 milyona yakın da bir çalışanı var. Türkiye’nin lokomotif sektörlerinden biri.
Müteahhitlik sektörü de çok önemli. Tüm yapı malzemeleri aslında nihai ürün değiller ve inşaat yapımı ile bir araya gelerek “ürün”, yani Bina-Yol-Köprü gibi ürünler meydana getiriyorlar. Müteahhitlerin yaptığı işin kıymeti, bizim işimizin kıymetinin anlatılmasında ve aktarılmasında son derece önemli. Çünkü binanın başına bir şey geldiğinde ortada ne mimar ne mühendis ne de bir başka sorumlu kalıyor. Fakat yapı malzemesi “ayakları” olmadığı için kaçamadığından ortada öylece kalıyor. Malzeme orada yakalanıyor ve malzeme üzerinden yorumlar başlıyor. İnsanımız genel olarak iki şeyden çok nefret eder; birisi madenler, diğeri de inşaatlardır. “Her yer beton oldu, her yer maden ocağı oldu” laflarını hem çok sık kullanır hem duyarız. Ama güzel kardeşim, senin kullandığın kalem, defter, telefon, otomobil, tuvalet kağıdı, makyaj malzemesi, sabun, ilaçların hepsi madenlerden elde edilenlerle yapılıyor. Arabanla evine ve işine gittiğin yol, köprü hep inşaat. Çadırda değil villada yaşıyorsun. Dolayısıyla inşaat gerekli, kopulması mümkün değil. Ama tabii sıkı denetim, doğru işin doğru yerde ve abartılmadan yapılması önemli. Yani şimdi yatay mimariden bahsedip sonra gökdelen dikiliyorsa orada bir gariplik vardır. O bakımdan inşaat sektörü ve yapı malzemesi bu ülkenin vazgeçilmezlerinin başında gelir bana göre.
Çalışmak isteyen arkadaşlara tabii ki öneririm. Ama yapı malzemesinin ağırlık yeri üretimdir. Pazarlamada çalışacaklara bile bir müddet üretimde, bir müddet Ar-Ge’de çalışmalarını tavsiye ederim. Ürünler ancak böyle yakından tanınıp, anlaşılabilir. Hatta Kalekim’de ben arkadaşları Ustalar Kulübü’nün eğitimlerine de katılmalarını isteyip, ustalık belgesi almalarını da şart koşardım. Bu sektörün bir özelliği, en başta madeni üreten ustayla finalde malzemeyi döşeyen ustanın yaptığı işin kalitesine bağlı olması. Bu ikisi iyi olmazsa ortada ister uzay mekiği yap fayda alınamaz. Sürecin bu iki ucunu yönetmeye biz yapı malzemeleri sektörü diyoruz. Şunu da söylemek isterim... Bizim kuşak zamanında dört kaynağı yönetirdik: “insan”, “mekan”, “finans” ve “zaman”. Ama şimdi bu dörtlü “su”, “enerji”, “mineral” ve “teknoloji” oldu. Dolayısıyla bunun yönetimiyle bizim yaptığımız yönetim arasında ciddi fark var. Şimdi artık bilgi, dijitalleşme, akıllı şehirler girdi işin içerisine. Neticede büyük ve önemli bir sektör ve bu sektörde görev alınmasını kesinlikle tavsiye ediyorum.
9) İnşaat sektörü ve yapı malzemeleri sektörü 45 yılda nereden nereye geldi?
Fethi Hinginar: 70’lere kadar harman tuğlası denilen, yani açık havada kurutulan kilden yapılan tuğlalardan bugün 2-3 ayda yapılabilecek prefabrik yapılara kadar teknoloji değişti. O günlerdeki yalıtım değerleri ile bugünkü arasında beş katı fark var. Yani daha yüksek yalıtım yapabilen malzemelerin yer aldığı bir ortam içindeyiz. Bugün ise üretimde ve kullanımda enerjiyi minimum kullanacak malzeme türüne odaklanılıyor. Dolayısıyla çok ciddi, büyük bir gelişim söz konusu. Aslında inşaat sektörünün biraz tutucu bir sektör olduğu, müteahhitlerin alıştıkları geleneksel malzemeleri tercih ettiği söylenir, ama artık kaçınılmaz bir şekilde bir değişim yaşanıyor. Mesela Avrupa sıfır enerjili konutlara geçiş aşamasında. Bunu sağlayacak malzemelerde de tabii çok ciddi gelişmeler var.
Ferdi Erdoğan: Türkiye’de son 100 yıldır inşaatın geleceğini belirleyen iki faktör var. Bir tanesi yeraltı zenginlikleri, diğeri ise depremler. Türkiye’nin yüzde 95’i deprem bölgesi. Dolayısıyla inşaatın geleceğini bunlar belirleyecek. Yani mümkün olduğu kadar hafifletmeye, üründe performansa, hızlı üretmeye ve modüler sistemlere geçmeye ağırlık vermeye çalışıyoruz. Buradaki en önemli şey dayanıklılık. Onun için Ar-Ge ve inovasyon ön plana çıktı. Ar-Ge’den ve inovasyondan kastettiğim, daha az malzemeyle daha çok performans elde etmek. Performans öne çıkınca üründe Ar-Ge, inovasyon, teknoloji, sağlamlık ve dayanıklılık depremde yaşanan olaylar nedeniyle önem kazandı. Bir de bizim yeraltı zenginliklerimiz bize bir fırsat sunuyor. İthal malzeme yerine o fırsatlardan da yararlanmasını bilmeliyiz.
10) Her iki sektörün mevcut durumuyla ilgili değerlendirmeleriniz ve gözlemleriniz neler? (Sorunlar, fırsatlar, yasal düzenlemeler, AB’ye uyum, dijitalleşme, prefabrikasyon, yenileme, verimlilik, sürdürülebilirlik...)
Fethi Hinginar: Türkiye’de deprem en ciddi problem. Bununla ilgili kentsel dönüşüm adı altında bazı çalışmalar yapılıyor ama yeterli değil. Bence çok daha ciddi, topyekûn hızlıca ele alınması gereken bir konu. Bunun kadar önemli diğer bir konu da sanayi yapılarının dönüşümü; yani 1999 öncesi yapılmış fabrikaların tümünün, konutlar gibi deprem araştırmasının yapılıp yenilenmesi lazım. Tabii bu fabrikaların teknoloji açısından da yenilenme ihtiyacı var. Teknolojiye ayak uyduracak, gelecek teknolojik ihtiyaçlara cevap verecek sanayi yatırımlarına Türkiye’nin çok ciddi ihtiyacı bulunuyor. Türkiye’nin başarısının devamı, ayakta kalması ve bağımsızlığını rahatlıkla koruyabilmesi için bu iki konu bence hayati anlamda önemli. Yapı malzemelerinde her ciddi kuruluş bu konularda eminim araştırmalar da yapıyor. Yapı ve sanayi dönüşümü bence Türkiye’nin olmazsa olmaz ihtiyaçları.
Ferdi Erdoğan: Deprem ve pandemi, son yıllarda hayatımızı etkileyen en önemli unsurlar oldular. Depremler zaten sürekli etkiliyordu ama pandemi sonrası hayat başka bir yola evrildi. Pandemi zamanının söylemlerinden M.M.T., yani “maske”, “mesafe” ve “temizlik” kavramını ben bizim sektöre “modüler”, “mobil”, “temassız” hayat olarak uyarladım. Şimdi sensörler girdi hayatımıza, görünmeyeni algılamaya çalışıyoruz. Bu mikrop da olabilir hava kirliliği de. Yalıtımla beraber binaları sızdırmaz şekilde kapattık, Pandemi ile ventilasyon, yani havalandırma ihtiyacı ortaya çıktı. İnsanlar binaların içinde temiz hava alamaz hale geldi. İklimlendirmenin yanına “havalandırma” konuldu. Hem yalıtımlı hem havadar hem de “hijyenik” olma talebi işin teknolojik tarafını ön plana çıkartıyor .
Beş başlıktan söz edebiliriz. Mesela “mühendislik” tarafı... Bir kere depreme, doğal afetlere dayanıklı yapılar oluşturulmalı. “Mimari” tarafı kesinlikle akıllı binalar, akıllı şehirler. Bir olay olduğunda kenti nasıl boşaltacağımızı bilmiyoruz. Bu ancak akıllı binalar ve şehirler planlayarak sağlanabilir. “Tasarım” tarafında binalar hem hijyenik hem yüksek yalıtımlı hem de havadar olacak. “Ürün” başlığı altında ürünler kesin performansa dayalı olmalı. Hiç öyle abartılı başka bir şeye ihtiyaç yok. “Marka” ise itibara dayalı markalar kazanacak, olmayan markaların hepsi kaybedecek. Onun için markanın itibarı çok kritik. “Verimlilik”, su, enerji, zaman, havayı ve atığı yönetmek. Böyle projelerin hayata daha çok geçeceğini düşünüyorum.
Güçlendirme de önemli... Örneğin İstanbul gibi bir metropolde binaları yıkıp, hurdaya çevirip moloz halinde götürüp Şile’deki kil ocaklarının içerisine atmak pek mantıklı gelmiyor. Oradan ne malzeme ayrılıyor ne de geriye dönüşüm oluyor. Yıkmak marifet değil, binayı güçlendirmek de bu işin gerekli ayaklarından biri diye düşünüyorum. Kaldı ki, 1999 depremlerinin ertesi yılı Avcılar’da ayakta kalması bile mucize olan Kalekim Genel Müdürlük Binasını yıkıp yeniden yapmak yerine güçlendirtmiştik ve sanırım ilk örneklerden birisidir. Projeyi İTÜ’den iki hocamız Prof. Dr. Ahmet Sağlamer ve Prof. Dr. Hasan Boduroğlu hazırlamışlardı. Bütün bunlar finans, atık, zaman, hammadde ve insana kadar ciddi bir kaynak yönetimi anlamına geliyor.
BU İÇERİĞİ, ŞANTİYE®NİN MART-NİSAN 2024 (404.) SAYISININ E-DERGİ VERSİYONUNDAN DA OKUYABİLİRSİNİZ... LÜTFEN TIKLAYIN...
BU İÇERİĞİN VİDEOSUNU ŞANTİYE TV SAYFALARINDAN İZLEYEBİLİRSİNİZ... LÜTFEN TIKLAYIN...
4 Nisan 2024
Türkiye'nin en ESKİ ve en çok ZİYARET EDİLEN şantiyesi: ŞANTİYE®...
İnşaata dair "KAYDADEĞER" ne varsa... 1988'den bu yana...
Şantiye®nin ürettiği, derlediği ve yayınladığı içeriklerde öncelik “KAMUSAL YARAR”dır...
Ve yayınlanan içeriğin “ÖZEL” olmasına özen gösterilir...
BASILI DERGİ + E-DERGİ + SANTİYE.COM.TR + SOSYAL MEDYA + DİJİTAL PLATFORMLAR...
İnşaat sektörünün buluşma noktası Şantiye®, “Güven”i temsil eden “Basılı bir Yayın” olma özelliğinin yanı sıra yenilenen web sitesi, Turkcell Dergilik ve Türk Telekom E-Dergi gibi mobil uygulamalardaki varlığı, 42 bin E-Bülten abonesi ve 85 bin sosyal medya takipçisi-bağlantısıyla inşaat sektörünün en önemli iletişim platformlarından biri olmaya her ortamda devam ediyor... 1988'den bu yana...
Şantiye® ayrıca yapı sektörüne "Şantiye'nin Yıldızı Ödülü", "Yılın Yeşil Yapı Malzemesi / Teknolojisi Ödülü" ve "Şantiyeden Kareler Fotoğraf Yarışması" gibi farklı organizasyonlarla da katkı sunuyor.
Şantiye®nin son sayısı da dahil 1988 yılından bugüne kadar yayınlanan TÜM SAYILARINA E-Dergi olarak göz atmak için lütfen tıklayın...
Şantiye®, başta ABONELERİ olmak üzere 2020-2024 yıllarında ilan veren firmalar ABS Yapı, Akyapı, Alumil, Anadolu Motor (Honda), Alkur, Ak-İzo, Altensis, Arbiogaz, Aremas, Arfen, Assan Panel, Asteknik, Atos, Batıçim, Baumit, Betek, Betonblock, Borusan CAT, Bosch Termoteknik, Bostik, BTM, Buderus, Bureau Veritas, Çimsa, Çuhadaroğlu, Çukurova Isı, Duyar Vana, DYO, Efectis ERA, Ekomaxi, Elkon, Emülzer, Eryap, Filli Boya, Fixa, Fullboard, Form Endüstri Ürünleri, Form Endüstri Tesisleri, Form MHI (Mitsubishi Heavy Industries) Klima, Garanti Leasing, GF Hakan Plastik, Gökçe Brülör, Grundfos, Hilti, IQ Alüminyum (by Deceuninck), İNKA, İntek, İpragaz, İstanbul Teknik, İzocam, İzoser, Kalekim, Knauf, Knauf Insulation, Komatsu, Köster, Kuzu Grup, LG, Marubeni, Masdaf, Master Builders Solutions, MBI Braas, Meiller Kipper (Doğuş Otomotiv), Messe Frankfurt, Messe München/Agora Tur., Mekon, Mitsubishi Chemical, Nalburdayim.com, NETCAD, ODE, Ökotek, Özler Kalıp, Özpor, Panasonic, PERI, Pimakina, Polyfibers, Polyfin, Prometeon, Ravago, Rehau, Saint Gobain Türkiye, Saray Alüminyum, Schüco, Selena (Tytan), Sentez Mekanik, Serge Ferrari, Shell, Siemens, Sistem İnşaat, Soudal, Sika, Şişecam, Temsa, TMS, Tekno Yapı, Türk Ytong, Tremco illbruck, Vaillant, Vekon, Wermut, Wilo ve Xylem’in değerli katkılarıyla hazırlanmaktadır.
ABONE OLMAK İÇİN
Bir yıllık abonelik bedelimiz olan 1200 TL (6 Sayı, KDV Dahil)'yi TR70 0001 0008 5291 9602 1550 01 IBAN no’lu hesabımıza (Ekosistem Medya) yatırıp; ardından dekontu, açık adresinizi ve fatura bilgilerinizi (şahıs ise TC kimlik no; firma ise vergi dairesi-numarası) santiye@santiye.com.tr adresine e-posta veya 0532 516 03 29 no’lu telefona WhatsApp / SMS aracılığıyla ulaştırabilirsiniz.