Youtube kanalımızda gerçekleştirdiğimiz, sonrasında web sitemizin ŞantiyeTV sayfalarında veŞantiye®nin basılı versiyonunda yayınladığımız “10 SORUDA...” isimli canlı yayın serimizin 7 Kasım2022 Pazartesi günkü konusu “Türkiye’de Akademik Kariyer Yapmak ve bir Akademisyen Olmak”; konuğu ise İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ (İTÜ) REKTÖRÜ VE TÜRKİYE BİLİMLER AKADEMİSİ (TÜBA)ÜYESİ PROF. DR. İSMAİL KOYUNCU’ydu... Bir akademisyenin en önemli görevinin, toplumun refah seviyesini geliştirecek çalışmalar yürütmesi olduğunu vurgulayan Koyuncu programda, “Akademisyen kimdir; sorumluluk ve yükümlülükleri nelerdir”, “Kimler, hangi süreçlerden geçerek akademisyen olabilir”, “Akademisyenlik için uygun özellik ve nitelikler nelerdir”, “Akademik kariyer yapmayı düşünen gençlere neler önerilebilir”, “Halihazırda akademisyenliği seçmiş genç öğretim görevlileri karşılarına çıkabilecek sorunlarla nasıl başa çıkabilir”, “Ülkemizdeki akademisyenler en çok neyin eksikliğini hissediyor”, “Türkiye’de bugün itibariyle hangi alanlarda akademik fırsatlar mevcut”, “Popüler alanlar ve geleceğin disiplinleri neler” gibi soruların cevaplarını Şantiye® okurları için verdi.
1. Akademisyen kimdir, kime “akademisyen” denir? Ve bir akademisyenin sizce ana sorumluluğu nedir?
Akademisyen her şeyden önce düşünen, şüphe eden ve sorgulayan kişi demektir. Fen bilimleri ya da sosyal bilimler fark etmez, üreten ve gerçeği bulmaya çalışan kişidir. Şüphecidir, sorgulayıcıdır ve üretkendir. Bu kapsamda öğrenci de yetiştirir ve topluma ciddi bir katkı sağlar. Geliştirdiği yöntem ve tekniklerle toplumun refah seviyesini artırmaya çalışır.
Şahsen, akademisyenin en önemli görevinin, toplumun ve insanlığın refah seviyesini geliştirecek çalışmalar yürütmesi olduğuna inanırım. Bu anlamda, iyi ve güzel olanı bulmaya çalışır, bilimin gelişmesini sağlar.
2. Kimler, hangi süreçlerden geçip akademisyen olabilir? Uygun özellik ve nitelikler sizce nelerdir? Akademik kariyer yapmayı düşünen gençlere neler önerirsiniz; nasıl bir yol ve yöntem izlemeliler?
Akademisyen aslında zorlu bir süreçten geçer. Lisans eğitiminin tamamlanmasının ardından tıp fakülteleri ve konservatuvarlarda bazı farklılıklar olmakla birlikte genelde aynı aşamalar geçerlidir. Lisansın ardından yüksek lisans, doktora eğitimi ve doçentlik aşamalarından geçilir ve profesörlük gibi unvanlar alınır.
İTÜ’nün genel prosedüründen bahsetmek isterim... Akademisyen olabilmek için ilk başta eğitim hayatındaki not ortalamasının belli bir seviyenin üzerinde olması gerekir. Ardından ALES ve yabancı dil sınavlarından geçerli notlar almak şarttır. Yüksek lisansın ardından araştırma görevliliğiyle başlayan süreç doktora süreciyle devam eder. Özellikle bu iki aşama ciddi bir öğretim sürecidir. Akademik hayat tanınır; sorgulama, makale yazımı ve proje yapımı öğrenilir, bir araştırmanın nasıl yapılacağına dair önemli bilgiler edinilir. Biz İTÜ’de doktora süresinin minimum dört yıl olmasını isteriz. Bu, hocayla birlikte sempozyumlara katılacağı, belki yurtdışını göreceği, proje yürüteceği ciddi bir olgunlaşma süresidir aslında. Ayrıca İTÜ’de doktora eğitimindeki yeterlilik sınavları çok meşhurdur. Yeterlilik sınavından, özellikle sözlü sınavdan geçmek öğrencilerin bir nevi “milat” dedikleri aşamadır. Orada bütün akademik birikim sorgulanır ve öğrenciden hakikaten o sorulara doğru cevap vermesi beklenir.
“Akademisyenliği iş olarak değil de bir hayat tarzı olarak görmek gerekir...”
Akademisyen olmayı düşünen gençler özellikle şüpheci ve sorgulayıcı bir karaktere sahip olmalıdırlar. Akademik başarı için bence bu öncelikli şarttır. Diğer taraftan akademik hayatın yüksek lisans ve doktora gibi başlangıç aşamaları hiç kolay değildir. Bunu da kabul etmek gerekir. Neredeyse 7/24 iş başında olmak gerekebilir. Daha doğrusu belki iş olarak değil de bir hayat tarzı olarak görmek gerekir akademisyenliği. Üzerine çalıştığı konulara dair sürekli zihin egzersizleri yapmak ve kafa yormak akademisyenin en önemli özelliği olmalıdır. Sabah 8, akşam 5 mesaisi değildir akademisyenlik. Zaten öyle görülürse başarılı olmak mümkün değildir. Öğrencinizin tezini yönetmek, yeni başlayan bir projeye önayak olmak, süren araştırmaları yürütmek... Dolayısıyla hep canlı ve aktif olunması şarttır özellikle ilk aşamalarda.
Birçok kez başarısızlıklarla da karşılaşılabilir ve moral açısından çok sıkıntılı dönemler de yaşanabilir. Fakat tecrübelerimden şunu söyleyebilirim ki güzel, yararlı birçok şey o dip noktalardan sonra ortaya çıkar. O dip noktadan zirveye çıkmak çok olasıdır. O anda geliştirilen bir teori çok iyi bir yön çizebilir. Dolayısıyla özellikle başlangıç aşamalarında sabrın çok önemli olduğunu vurgulamalıyım. Israrcı olmak önemlidir. Özellikle doktora aşamasından sonra işin daha keyifli kısımları gelir. İlerleyen dönemlerde öğrencileriniz, bir ekibiniz olur; dersler verir, projeler yürütürsünüz... Kısacası, arkadaşlarımızın söz ettiğim aşamaları bilerek akademisyenliği seçmesi, bunlarla karşılaşacağını öngörmesi gerekiyor.
3. Sizce neden akademisyen olunmalı?
Her toplumda gerçek ile gerçek dışı bilgiyi bulup ayırt edecek, bunu halka açıklayacak öncü insanlara ihtiyaç var. Akademisyen de aslında bilimsel metotlarla bunu yapan kimsedir. Yani bağımsız bir bilirkişidir. Bu anlamda akademisyenin çok önemli bir ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.
Bu soruya bireysel bir cevap olarak da şunu söyleyebilirim: Akademisyenlik insana ciddi bir canlılık veriyor. Hem lisans düzeyinde hem de lisansüstü düzeyde olsun, öğrencilerimizle olan devamlı irtibatımız bizi hep canlı ve enerjik tutuyor. Biz onlara bir şeyler öğretirken onlardan da çok şey öğrenip güncelleniyoruz; bir bakıma da kendimizi sürekli olarak yenileme fırsatı buluyoruz.
4. Türkiye’de akademisyenler en çok neyin/nelerin eksikliğini duyuyor? Ve sizce çözüm yolları nelerdir?..
Türkiye şartlarında aslında birçok iş kolu gibi maddi imkânsızlıkların ve sıkıntıların ağır bastığını söyleyebilirim. Mesela ben araştırma görevlisiyken kirada oturuyordum ve maaşımın yarısı kiraya gidiyordu. Özellikle yüksek lisans ve doktora aşamaları geçilip öğretim üyesi statüsü kazanıldığında belli bir oranda daha iyi bir kazanç elde edilebiliyor. Dahası, yürüttüğünüz projelerden ek gelir imkânı elde edebiliyorsunuz. Bütün bunlara rağmen, camiada maddi olanakların yine de yeterli düzeyde oluşmadığı da yadsınamaz bir gerçek.
Diğer taraftan, önceki yıllarda araştırma bütçesi bulmak epeyce zordu. Kaynaklar oldukça kısıtlıydı. Bugün, önceki dönemlere kıyasla ülkemiz çok daha iyi imkânlara sahip. Ancak yine de bunları artırmak, kaynakları çok daha iyi seviyelere çıkarmak gerekir. Her geçen gün daha iyisini, çok daha fazlasını hedeflemek önemli bir gerekliliktir. Mesela biz İstanbul Teknik Üniversitesi olarak, şu anda altyapı anlamında dünyanın birçok üniversitesiyle mukayese edebilir seviyedeyiz.
5. Sizin bir akademisyen olarak hikâyeniz, dönüm noktalarınız nelerdi?
Ben lise eğitimimi Antalya Lisesi’nde tamamladım. Ardından İTÜ Çevre Mühendisliği Bölümü’nü kazandım ve İstanbul’a geldim. Yurtta kalırken üst sınıflarda okuyan bir arkadaşımın, not ortalaması yüksek çevre mühendisliği öğrencilerine SEKA’nın burs verdiğini söylemesi beni oldukça heyecanlandırmıştı. Üstelik, mezuniyetten sonra iş garantisi de vardı. Dolayısıyla bu fırsatı kaçırmamayı kafama koyarak aşırı bir çalışma temposuna girmiştim. Fakat yılın sonunda, SEKA’nın da son dönemleri olduğu için burs iptal edilmişti. Ben de bu kadar çalışmanın boşa gittiğine üzülmüştüm, fakat sonradan anladım ki aslında o azim ve disiplin bana bayağı katkı sağlamış. Edindiğim o disiplin nedeniyle sonraki yıllarda hocalarımın da dikkatini çekiyordum. Dolayısıyla bölüm ikincisi olarak mezun olduğum için yüksek lisansa da otomatik olarak kabul edilmiştim. Hocalarımız beni asistan olmaya yönlendiriyorlardı. Özellikle İzzet Öztürk hocam, Lütfi Akça hocam, Cumali Kınacı hocamın ve İbrahim Demir hocamın desteklerini görüyordum. Okulda kalmamı tavsiye ediyorlardı. Benim niyetimse Antalya’ya dönüp çalışmaktı. Veya o dönem, memleketim Antalya’ya yakın diye, yeni kurulan Isparta’daki Süleyman Demirel Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olmaya niyetleniyordum. Nihayetinde İzzet (Öztürk) hocamın ısrarıyla asistanlığa başladım. Fakat benden membran teknolojileri konusunda çalışmam isteniyordu. Biraz moralim bozulmuştu; çünkü İzzet hoca ile azot-fosfor giderimi üzerine yoğunlaşacağımı düşünüyordum. Bu yeni konu biraz korkutmuştu beni; bu alanda çalışan kimse de yoktu. Dolayısıyla sonradan uzmanlaştığım membran konusuna biraz zorunlu olarak girdiğimi söyleyebilirim. Ancak bugün baktığımda, iyi ki de öyle olmuş diyorum. Bu anlamda rahmetli hocam Prof. Dr. Dincer Topacık’a çok teşekkür ediyorum. Allah ondan razı olsun, mekanı cennet olsun.
Bir özelliğim vardır; bir konuya girdiğimde sonuna kadar çalışıp, onu her yönüyle kavrayıp her yönüyle çalışırım. Dolayısıyla yüksek lisans tezimi membran teknolojileri üzerine yaparken de konunun ayrıntılarına vâkıf olmak için oldukça çabalıyordum. Bir firmanın hibe ettiği pilot tesisteki laboratuvar bayağı işime yarıyordu. Bölüm de merak ediyordu tabii benim ne yapacağımı... Tez bitmek üzereyken, pek kimsenin bilmediği o konu üzerine verdiğim seminer oldukça dikkat çekmişti. Benim de bu işi becerebileceğime kanaat getirmişlerdi. Daha sonrasında yine Dinçer Topacık hocamla çalışmaya devam ettim, doktoraya başladım. O dönem, hiç unutmuyorum, Devlet Planlama Teşkilatı altyapı kurmaya destek verirdi. Bu kapsamda hazırladığım projeyi sabahlayarak DPT’ye teslim etmiştim. O projenin kabulü bir dönüm noktası olmuştu. Ardından belli ölçüde laboratuvar ölçekli sistemler kurmaya başladık. DPT’nin o anlamda çok önemli katkısı olmuştu.
Doktora bittikten sonra Amerika Houston’da Rice Üniversitesi’nde bulundum. Membran konusunda çok ünlü Mark Wisner’ın yanında iki yıl misafir öğretim üyesi olarak çalıştım. Tabii o süreç bana çok farklı bir vizyon kazandırdı. Orada bulunduğum dönemde o tecrübeleri İTÜ’ye nasıl aktarabileceğimi düşünüyordum. 2005 yılında döndüğümde bir araştırma merkezi (MEMTEK) projesi için DPT’ye başvurmuştum. Fakat üç sene reddedilmesine rağmen her yıl projeyi yenileyerek ve ısrarlarım sonucu nihayet 2009’da kabul edilmişti. 2010 yılında da Prof. Dr. Dinçer Topacık Membran Teknolojileri Araştırma Merkezi’ni (MEMTEK) kurmaya başladık. 2011’in sonunda altyapı çalışmaları tamamlandı ve öğrenci almaya başladık. O dönem tabii birçok kişinin kafasında, “O kadar bütçe aldılar, bir şeyler becerebilecekler mi?” gibisinden endişeler vardı. Fakat biz kararlılıkla yola devam ediyorduk. İki yılda bir MEMTEK sempozyumları düzenlemeye başladık. Ardından 2014-2015 yıllarına geldiğimizde somut bir şekilde patent ve ürünler de ortaya çıkmaya başlamıştı. Hedefimiz; yerli, milli membran üretmek, insan kaynağı yaratmak ve sanayiye destek vermekti. 2016 yılına geldiğimizde bu hedeflerimize büyük ölçüde ulaştığımızı söyleyebilirim. Tabii sürekli yeni teknolojiler geliştiriyor ve bir yandan da daha iyilerini bulmaya çalışıyoruz. 5-6 yıl içerisinde yerli ve milli olarak membran biyoreaktör prototipleri ürettik ve şu anda onların bir kısmı seri üretime geçti.
Özellikle yardımcı doçent ve doçent olma süreçleri benim için biraz zorlayıcıydı. MEMTEK sürecinin başlamasıyla birlikte profesörlük aşamamın biraz daha kendiliğinden geliştiğini söyleyebilirim. O dönemde TÜBİTAK Teşvik Ödülü aldım, daha sonra TÜBA üyeliği otomatik olarak geldi. Şu anda TÜBA’da asil üye olarak devam ediyorum. Aslında TÜBA üyesi ve İTÜ Rektörü olarak burada bulunmam, membran teknolojileri konusuna girişimle başlamıştır diyebilirim. Yani Dinçer hocamızın beni membran teknolojilerine bir anlamda zorlaması, benim istemeyerek bunu kabul etmem, beni belki de bu pozisyonlara getiren şeydi.
2012 yılında, Fen Bilimleri Enstitüsü Müdürlüğü’ne atandım. Enstitü, İTÜ’deki bütün bölümlerin yüksek lisans ve doktora eğitimlerinin yapıldığı yerdir. 38 yaşındayken böyle önemli bir görevi üstlenmek benim için çok onur verici bir şeydi. Daha iki yıllık profesördüm ve İTÜ’nün en önemli kurumunun yöneticisi olmuştum. Orada, projeci ve araştırmacılığın yanında çok iyi bir idarecilik dönemimin geçtiğini söyleyebilirim. Önemli başarılara imza attık. Fen Bilimleri Enstitüsü’nün dijitalleşmesi, süreçlerin otomatik hale getirilmesi tüm üniversitede dikkat çekti ve beğenildi. 2018’de görev süresini bitirdiğimde hem üniversite beni hem de ben üniversiteyi tanımış oldum. Rektörlük de biraz kendiliğinden gelişen bir süreç oldu. 2020’deki rektörlük sürecinde üniversitedeki birçok hocamız aday olmam gerektiği konusunda tavsiye ve yönlendirmelerde bulunmuşlardı. Ben de özgeçmişimi ve yapabileceğim projeleri YÖK’e sundum ve kabul gördü. 2020’nin ağustos ayında da İTÜ Rektörü olarak göreve başladım. Geçen iki yılda üniversitenin Ar-Ge ekosistemine ve eğitim sistemine katkı sağlamaya çalışıyorum.
“İTÜ’de 2 bin 500’e yakın akademik personel söz konusu. 2 bin 200 civarında da idari personelimiz mevcut. Öğrenci sayımız ise 37 bin. Toplamda 40 bin kişinin üzerinde bir topluluğuz...”
Tabii rektörlük çok farklı bir görev. 1100 öğretim üyemiz, bir o kadar da araştırma görevlimiz ve öğretim görevlimiz var. Yani 2 bin 500’e yakın akademik personel söz konusu. 2 bin 200 civarında idari personelimiz mevcut. Öğrenci sayımız ise 37 bin. Toplamda 40 bin kişinin üzerinde bir topluluğuz. Bu kapsamda ulaşılabilir olmayı arzu ediyorum. Hem akademisyenlerle hem idari personelle hem de öğrencilerle birebir ilgilenmeyi çok istiyorum ve bundan zevk alıyorum. Öğrencilerle kampüs içerisinde sürekli birlikteyim. Dertlerini dinliyorum. Problemleri birebir daha iyi görebiliyorum. Öğrenci de kampüste rektörü gördüğünde kendini daha rahat ve kendine yakın hissediyor. Problemlere ortak çözümler bulmaya çalışıyoruz. Bu anlamda sürekli öğrencilere dokunmaya, onları dinlemeye çalışıyorum. Özellikle genç akademisyenlerin küçük desteklerle, ki bu laboratuvar desteği olabilir, yurtdışı desteği olabilir, önlerini açmak çok önemli. Bu anlamda randevu talep eden herkesle görüşmeye çalışıyorum.
Diğer taraftan idari işlere yoğunlaşırken Ar-Ge çalışmalarını da bırakmak istemiyorum. Orası, beni besleyen bir süreç. Ondan aldığım haz beni idareci olarak daha fazla hizmet etmeye sevk ediyor. Onun için makale yazmaya, proje yürütmeye, yüksek lisans ve doktora öğrencileriyle ilgilenmeye devam ediyorum. MEMTEK’teki süreçleri takip etmeye çalışıyorum. Tabii, bunlar bir ekip çalışması, tek başıma yapabileceğim şeyler değil. İyi bir ekiple bu süreçleri takip edebiliriz.
6. Türkiye’de bugün itibariyle hangi alanlarda akademik fırsatlar, eksiklikler var? Popüler alanlar ve geleceğin disiplinleri sizce neler? Bugün başlasanız hangi dalda ilerlemeyi düşünürdünüz?
Bugün üniversite sınavına girmiş olsaydım yine çevre mühendisliğini tercih ederdim, hatta ilk sıraya yazardım. Akademisyenlik konusunda da aynı şekilde, tercihim çevre olurdu. Çünkü çevre mühendisliği çok interdisipliner bir program. Akademik hayatta en iyi yapılabilecek dallardan birisi. Akademik anlamda geçmişte çok çalışma yapıldığı için belli doygunluğa ulaşmış bölüm ve disiplinler olmasına rağmen çevre hiç öyle değil. Diğer bölümlerde akademik çalışma yapmak, yeni araştırma yapmak, yeni buluş geliştirmek kişileri çok zorlayabiliyor, ama çevre yeni bir bilim dalı. Problemleri çok. Çözüm üretilmesi beklenen çok konu var. Bu anlamda çevre mühendisliği bölümünde akademisyenlik yapmak önemli ve zevkli. Çünkü yaptığınız iş ülkenin bir problemine çözüm bulmaya çalışıyor.
Diğer taraftan tabii günümüzde özellikle pandemiyle birlikte yeni gelişen birçok bilim dalı da var. Dijitalleşme, yazılım ve bilişim sektörü çok önemli hale geldi. Şu anda okulumuzda mezun olduktan sonra en hızlı iş bulma oranı matematik, bilgisayar ve elektronik mühendisliğinde. Bu alanlarda öğrencilerimiz çok hızlı, hatta daha öğrencilik aşamasındayken iş bulabiliyorlar. Denizcilik sektörü de keza öyle. Özellikle pandemiden sonra lojistik önem kazandı. Gemi inşa mühendislerimiz çok talep görüyor. Son dönemde tekstil sektörünün gelişmesiyle tekstil mühendisi öğrencilerimiz de kolay iş bulabiliyorlar. Uçak mühendisleri, makine mühendisleri, uzay mühendisliğinden mezun olan mühendislerimiz de neredeyse okulu bitirmeden iş buluyorlar.
Bir diğer yükselen meslek de meteoroloji mühendisliği. Belki puan olarak nispeten daha düşük bir bölüm, ama mezun olan tüm mühendisler Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nde iş buluyor. Ayrıca son dönemde, özellikle pandemi döneminde inşaat mühendisliği ve mimarlık gibi bölümler biraz geri planda kalmıştı, puanlar biraz düşmüştü, ancak pandemi sonrası sektörün hızlanmasıyla birlikte bu sene özellikle bu bölümlerimizde de puanlar yükseldi. Oralarda da bir hareketlenme olduğunu görüyoruz.
Petrol-doğalgaz mühendisliği mezunlarımızın da sektörün hareketli olması nedeniyle iş bulmaları kolay. Şu anda biraz durgun olan jeoloji, maden, jeofizik mühendisliği alanlarının ileride önem kazanacağını tahmin ediyorum. Çünkü madencilik hem dünyada hem ülkemizde gelişen bir sektör.
Diğer taraftan önümüzdeki dönemde robotik ve yapay zeka daha da önemli hale gelecek. Yakın zamanda üniversitemizde Yapay Zeka ve Robotik Mühendisliği bölümünü açacağız. Yapay Zeka ve Veri Bilimi Mühendisliği birkaç sene önce açılmıştı. Moda Tasarımı Mühendisliği de öne çıkan dallardan biri son dönemde. Biz de Moda Tasarımı Mühendisliği bölümümüzün açılması için YÖK’e başvurduk. Tasarım ve mühendisliği birleştiren bir program olacak.
7. Sizce ülkede bu işin hakkını veren akademisyenler kimler? Sizin takdir ettikleriniz, hayatları-kariyerleri örnek teşkil edebilecek?..
İstanbul Teknik Üniversitesi’nde çok sayıda duayen hocamız var. Bunlardan en başta geleni ise rahmetli Mustafa İnan hocamızdır. O da rektörlük yapmış ama 60 yaşlarında vefat etmiş bir hocamızdı. Ama bu genç yaşına birçok şeyi sığdırabilmişti. Kitap yazmış, dekanlık yapmış, rektörlük yapmış, öğrenci yetiştirmiş, üretmiş bir hocamız. Mustafa İnan hakikaten efsanedir her yönüyle. Mimarlık alanında Doğan Kuban da bir efsanedir. Genel olarak baktığımızda bu tür hocaların en önemli özellikleri çok iyi öğrenciler yetiştirmeleridir. Daha sonra kendilerinden sonra gelen nesil de bir ekol olmuştur. Doğan Kuban hocamız da bu anlamda hakikaten önemli bir ekoldür.
İTÜ’den yine Zekai Şen hocamız İnşaat Mühendisliği Fakültesi’nde hidrolik alanında çok önemli katkılarda bulunmuş efsane bir hocadır. Sürekli yazar, üretir ve öğrenci yetiştirir. Özellikle kitap yazma özelliğini örnek aldığım bir hocadır. Yine İTÜ’den İzzet Öztürk hocamız benim her yönüyle örnek aldığım bir şahsiyettir. Mühendislik eğitimini, mühendislik disiplinini, analitik düşünmeyi, proje yapmayı, proje yazmayı büyük ölçüde kendisinden öğrendiğimi söyleyebilirim. Çok öğrenci yetiştirmiştir. Rahmetli Dinçer Topacık hocamızı da anmadan geçemem. Membran konusunu seçmemi sağlaması, hayatıma önemli bir dokunuştur.
İTÜ dışına çıktığımızda ise rahmetli Halil İnalcık’ı anmadan geçmek olmaz. Sürekli yazan, düşünen, katkı sağlayan bir kişilikti. Tabii bu kişilikler dışında ismini sayamadığım onlarca, belki yüzlerce değerli hocamız gelmiş geçmiştir hayatımızdan. Bize dokunmuşlardır, bir şekilde katkı sağlamışlardır. Ama bu hocalarımızı hem örnek alma anlamında hem de hayatımıza dokunmaları anlamında sayabilirim.
8. Akademisyenlikte de birçok meslekte/sektörde yaşandığı gibi bir değişimden-dönüşümden söz edilebilir mi? Edilebilirse neler değişiyor?
Pandemiyle birlikte her alanda dijitalleşme çok öne çıkmaya başladı. Uzaktan çalışma kavramı çok yaygınlaştı ve hayat buldu. Tabii bu, dijital eğitimi meslek hayatımıza sokmayı zorunlu kıldı.
“Artık bir alanda iyi olmak yetmiyor. Birden fazla disiplini bir araya getirip, sentezleyip, harmanlayıp yeni bir şeyler çıkartmak önem kazandı ve gerekli hale geldi...”
Bir diğer dönüşüm de sektörler ve disiplinler arası çalışmanın yaygınlaşması oldu. Artık bir alanda iyi olmak yetmiyor. Birden fazla disiplini bir araya getirip, sentezleyip, harmanlayıp yeni bir şeyler çıkartmak önem kazandı ve gerekli hale geldi.
Ayrıca duygusal zekanın öne çıktığına şahit oluyoruz. Özellikle kariyer anlamında mesleki bilginin ötesinde duygusal zeka gibi farklı unsurlar önem kazanıyor. Yine tüketim alışkanlıklarımızın ve estetik algımızın da değiştiğini ifade etmek gerek. Artık birçok şeyi online sipariş ediyoruz, mağaza alışverişi gittikçe azalıyor. Ve bunlar hep baş döndürücü bir hızla değişiyor. Dolayısıyla bu değişime ayak uydurabilenler ve değişimi yönetenler ileriki dönemde ayakta kalabilecek ve gelişebilecekler.
9. Bu anlamda İTÜ olarak siz neler yapıyorsunuz?
Bilgiye ulaşmak sorun olmaktan çıktı. Artık öğrenciler teknik bilgiye her yerde ulaşabiliyor. Herhangi bir dersi, dünyanın en iyi üniversitesinin en iyi hocasından kolayca dinleyebiliyor öğrenciler. Ama öğrencinin bu bilgiyi deneyime dönüştürmesi, deneyimle bunu pratiğe dönüştürmesi çok daha önem kazanıyor. Onun için eğitim dünyasında da bir değişim ve dönüşümden söz edilebilir. Şu an İTÜ’de lisans öğrencilerimizi bu bakış açısıyla yönlendirmeye gayret ediyoruz. Onları kulüp aktivitelerine ve proje takımlarına katılmaya teşvik ediyor, özellikle hocaların araştırma projelerine dahil olmaları için özendiriyoruz. Sadece bununla da yetinmiyoruz. Uygulamalı eğitimi, eğitim-öğretim hayatımızın odak noktasına almış bulunuyoruz. Bu vizyonla ortaya koyduğumuz çalışmalardan biri, örneğin, öğrencilerimizin de yoğun ilgi gösterdiği MasterBee programıdır. Bu proje sayesinde lisans öğrencilerimiz dördüncü sınıfa başlarken aynı zamanda yüksek lisans derslerini de alabiliyorlar. Bu sayede, beş yıl içinde hem lisans hem de yüksek lisansı bitirebilecek hem de yüksek lisansını tamamladığı sırada 10 aylık bir uygulama stajıyla beraber mesleğe kısa sürede adım atmış olacak. Kısacası, bu program ile öğrencilerimizin çok iyi bir uygulamalı eğitimden geçmiş, deneyim kazanmış, bir konuda uzmanlaşmış olarak mezun olmalarını istiyoruz.
Bir diğer getirdiğimiz önemli çalışma, öğrencilerimizin ders dışı aktivitelerini kredilendirmek. Öğrencilerimizin bir proje takımında yer alması, kulüp faaliyeti yürütmesi, bir araştırma projesine dahil olmasını kredilendireceğiz ve bunu diploma eki olarak koyacağız. Öğrencilerimiz ileride bunu sertifika olarak referanslarında gösterebilecekler. Dolayısıyla, son dönemde özellikle uygulamalı eğitim, öğrencinin deneyim kazanması çok önemli hale gelmiş durumda ve biz de İTÜ olarak öğrencilerimize elimizden gelen desteği vermeye çalışıyoruz.
10. Öğrencilerin kariyer hedefi değişiyor mu?
Zaman içinde öğrencilerimizin kariyer hedefleri de değişiyor. Biz, doğası gereği ağırlıklı olarak mühendis yetiştiren bir üniversitesiyiz. Önceden mezunlarımızda, “bir proje bürosuna gider çalışırım” veya “bir devlet dairesine girerim” anlayışı ön plana çıkıyordu. Fakat son dönemde, özellikle girişimcilik faaliyetlerinin artması, yarışmaların çoğalması, öğrencilerin eğitim aşamasında daha fazla yeni şeyler üretme ve ürettiklerini de mezun olduktan sonra hayata geçirme, kendi şirketlerini veya start-up’larını kurma ve bunlara fon alarak yerli-milli ürüne dönüştürme hevesleri çok arttı. Mezunlarımızın belki önemli bir kısmı artık kariyer hedefi olarak girişimciliği benimsiyor. Bu anlamda önümüzdeki yıllarda bu yaklaşımın çok daha yaygınlık kazanacağını düşünüyorum. Standart bir kariyer hedefi yerine girişimciliğin ön plana çıktığı bir kariyer planı İTÜ’de öne çıkıyor.
5 Aralık 2022
Türkiye'nin en ESKİ ve en çok ZİYARET EDİLEN şantiyesi: ŞANTİYE®...
İnşaata dair "KAYDADEĞER" ne varsa... 1988'den bu yana...
Şantiye®nin ürettiği, derlediği ve yayınladığı içeriklerde öncelik “KAMUSAL YARAR”dır...
Ve yayınlanan içeriğin “ÖZEL” olmasına özen gösterilir...
BASILI DERGİ + E-DERGİ + SANTİYE.COM.TR + SOSYAL MEDYA + DİJİTAL PLATFORMLAR...
İnşaat sektörünün buluşma noktası Şantiye®, “Güven”i temsil eden “Basılı bir Yayın” olma özelliğinin yanı sıra yenilenen web sitesi, Turkcell Dergilik ve Türk Telekom E-Dergi gibi mobil uygulamalardaki varlığı, 42 bin E-Bülten abonesi ve 85 bin sosyal medya takipçisi-bağlantısıyla inşaat sektörünün en önemli iletişim platformlarından biri olmaya her ortamda devam ediyor... 1988'den bu yana...
Şantiye® ayrıca yapı sektörüne "Şantiye'nin Yıldızı Ödülü", "Yılın Yeşil Yapı Malzemesi / Teknolojisi Ödülü" ve "Şantiyeden Kareler Fotoğraf Yarışması" gibi farklı organizasyonlarla da katkı sunuyor.
Şantiye®nin son sayısı da dahil 1988 yılından bugüne kadar yayınlanan TÜM SAYILARINA E-Dergi olarak göz atmak için lütfen tıklayın...
Şantiye®, başta ABONELERİ olmak üzere 2020-2024 yıllarında ilan veren firmalar ABS Yapı, Akyapı, Alumil, Anadolu Motor (Honda), Alkur, Ak-İzo, Altensis, Arbiogaz, Aremas, Arfen, Assan Panel, Asteknik, Atos, Batıçim, Baumit, Betek, Betonblock, Borusan CAT, Bosch Termoteknik, Bostik, BTM, Buderus, Bureau Veritas, Çimsa, Çuhadaroğlu, Çukurova Isı, Duyar Vana, DYO, Efectis ERA, Ekomaxi, Elkon, Emülzer, Eryap, Filli Boya, Fixa, Fullboard, Form Endüstri Ürünleri, Form Endüstri Tesisleri, Form MHI (Mitsubishi Heavy Industries) Klima, Garanti Leasing, GF Hakan Plastik, Gökçe Brülör, Grundfos, Hilti, IQ Alüminyum (by Deceuninck), İNKA, İntek, İpragaz, İstanbul Teknik, İzocam, İzoser, Kalekim, Knauf, Knauf Insulation, Komatsu, Köster, Kuzu Grup, LG, Marubeni, Masdaf, Master Builders Solutions, MBI Braas, Meiller Kipper (Doğuş Otomotiv), Messe Frankfurt, Messe München/Agora Tur., Mekon, Mitsubishi Chemical, Nalburdayim.com, NETCAD, ODE, Ökotek, Özler Kalıp, Özpor, Panasonic, PERI, Pimakina, Polyfibers, Polyfin, Prometeon, Ravago, Rehau, Saint Gobain Türkiye, Saray Alüminyum, Schüco, Selena (Tytan), Sentez Mekanik, Serge Ferrari, Shell, Siemens, Sistem İnşaat, Soudal, Sika, Şişecam, Temsa, TMS, Tekno Yapı, Türk Ytong, Tremco illbruck, Vaillant, Vekon, Wermut, Wilo ve Xylem’in değerli katkılarıyla hazırlanmaktadır.
ABONE OLMAK İÇİN
Bir yıllık abonelik bedelimiz olan 1200 TL (6 Sayı, KDV Dahil)'yi TR70 0001 0008 5291 9602 1550 01 IBAN no’lu hesabımıza (Ekosistem Medya) yatırıp; ardından dekontu, açık adresinizi ve fatura bilgilerinizi (şahıs ise TC kimlik no; firma ise vergi dairesi-numarası) santiye@santiye.com.tr adresine e-posta veya 0532 516 03 29 no’lu telefona WhatsApp / SMS aracılığıyla ulaştırabilirsiniz.