Her türlü üretimde “Beşikten Mezara” değil, “Beşikten Beşiğe” felsefesine göre bir paradigma değişimi gerçekleştirmemiz gerekiyor.
“Atık” kavramının yanlış bir tasarımın sonucu olduğuna inanıyoruz. Atık, yanlış hammadde kullanımı ile tasarlanan, tüketime dayalı bir sistemin getirdiği zorlamadan ibaret. Oysa doğada “atık yok”... Çok basit olarak yapmamız gereken, sadece doğayı taklit etmek. Bol bol düşünmeli, yaratıcı bir şekilde ayakizini azaltmak yerine pozitif bir ayakizi oluşturacak yönde üretim zincirini en baştan kurgulamalıyız.
MAKALEYE E-DERGİDE GÖZ ATMAK İÇİN: https://edergi.santiye.com.tr/380/42/
Bizim de benimsediğimiz bu düşünceler, Kimyager ve Almanya Greenpeace’in Kurucusu Prof. Dr. Michael Braungart’a ait...
Michael Braungart kiraz ağacını örnek veriyor.
Kiraz ağacı atık oluşturuyor mu?
Hayır...
Çicekler ağaçtan döküldüğünde farklı canlılar için besinlere dönüşüyorlar...
Türkiye’de, dünyadaki 5. Çevre Koruma Teşvik Ajansı (EPEA) olarak C2C felsefesine gönül vermiş kimyacılar ve endüstriyel tasarımcılarla beraber tüm üretim zincirlerini baştan sorgulayarak sisteme yeni bir bakış açısı kazandırmak üzere 2011 yılında kurulduk. Endüstrinin bu yönde bir tasarım devrimi yapması şart. Elbette işimiz çok zor ama kaplumbağa adımlarıyla yolumuzda yürüyoruz.
Sürdürülebilirlik kavramını, var olan sistemin sürdürülebilirliği üzerinden geliştirilen bir bakış açısıyla ele almak son derece kısır bir döngü; çünkü aynı sistem içinde daha az kötü olmak, beklenen sonu değiştirmeyecek. Einstein’ın da dediği gibi, “Sorunlar ancak onları yaratan bakış açısı değiştirilerek çözülebilir.”
Evet sürdürülebilirlik, atık azaltımı, ayakizinin azaltılması, ürünlerde daha az zararlı veya bazı zararlı maddelerin bulunmaması sadece kötü sonu geciktirecek beşikten mezara yaklaşımların masumiyet kazandırılmış versiyonları. Oysa yapılması gereken, yeni bir bakış açısıyla tüm üretim süreçlerini doğayı taklit ederek yeniden inşaa etmek ve pozitif ayakizini amaçlamak.
C2C konseptinde ürünler daha baştan, kullanımlarının sonunda ya biyolojik çevrime girebilecek, en azından kompost olabilecek ya da teknik çevrimlere girebilecek şekilde tasarlanıyorlar. Yani daha tasarım aşamalarında, kullanımlarından sonra başka ürünlerin kaynağı olarak planlanıyorlar ve kademeli olarak bu amaca uygun optimize ediliyorlar. Kısacası atık oluşmuyor.
C2C felsefesine göre üretim zincirlerini düzenleyen firmalar artıyor
Dünyada sevindirici şekilde, C2C felsefesine göre üretim zincirlerini yeniden düzenleyen firmalar hızla artıyor. Bu konuda özellikle tekstil, inşaat, kozmetik ve yayıncılık sektörlerine yönelik her türlü ürünü üreten firmalar başı çekiyor. Türkiye’de şu anda tekstil sanayi ile çok yakın çalışıyoruz. Birçok tekstik fabrikası ihraç ettikleri ürünleri C2C prensiplerine uygun şekilde üretmek için harekete geçmiş durumda. Türkiye’de amacımız beyaz eşya üreticileriyle de bu alanda değişimi başlatmak. Tüketicilerin ürünleri satın almak yerine, faydalı kullanım ömürlerini satın almalarına yönelik bir bakış açısı geliştirmeye çalışıyoruz.
Biz insanlar, akıllı, son derece zeki, hassas ve bunu başarabilecek yetenekteyiz. Sadece bu paradigma değişimini gerçekleştirmeye niyet etmemiz gerekiyor. Endüstri Devrimi sonucunda ne yazık ki yeterince akıllı olmayan ve çılgınca tüketimi hedefleyen, döngüsellikten uzak, yanlış bir tasarım sonucu, yanlış bir sistem inşaa edildi. Bu sistemi sürdürülebilir kılmak pek akıllıca değil...
Örneğin günümüzün baş belası PET (polietilen tereftalat) 1941 yılında DuPont’ta çalışan bir kimyager tarafından üretildi ve 1973 yılında başka bir DuPont bilim insanı PET şişenin patentini aldı. Çok hafifti, güvenliydi, ucuzdu ve geri dönüştürülebiliyordu. Coca Cola ve Pepsi 1978 yılında ilk PET şişeyi lanse ettiler. Sonrası ise çorap söküğü gibi geldi.
Günümüzde her yıl en az 12 milyon plastik su şisesi okyanuslara karışıyor. Bir PET şişenin doğada yok olması en az 450 sene; ki bu sadece bir öngörüden ibaret. Bunu bilmemiz çok zor, çünkü PET şişe ile geçmişimiz sadece 47 yıllık!
Bugün daha korkunç bir gerçekle karşı karşıyayız.
Yok olmak ne demek?
Gözle görünmez bir hale gelmek mi?
Plastik şişe gerçekten doğada yok oluyor mu? Mikro, yani 0,5-5 mm arası ve daha da kötüsü nano, yani mm’nin 10-6sı kadar veya bir alg hücresinden 1000 kat daha küçük parçacıklara parçalanabilmesi...
Nanoplastiklerle ilgili bilimsel araştırmalar çok yeni... Bunlardan birinde tek kullanımlık plastik kahve bardaklarının stiren plastik hammadde bazlı tutacaklarının UV ışınımı ile nanoplastiğe kadar parçalanabilirliği gözlenmiş. Nano boyuttaki parçacıkların bağırsak duvarlarımızdan geçmesi ve bağışıklık sistemimize verdiği zararlar üzerine ürkütücü bir çalışma olmuş (Kaynak: Nanoplasitc Impact on Human Health-A 3D Intestinal Model to Study the Interaction with Nanoplastic Particals, Roman).
Kısaca PET şişeler toplanıp, farklı amaçlar için (tekstil, çanta, bot vb.) yeniden dönüştürülme prosesinde dahi mikroplastik ve nanoplastikler atıksu ile doğaya karışıyor. Bundan daha kötüsü, giydiğimiz spor kıyafetleri de petrol türevi plastiklerden üretiliyor ve doğaya salınan mikroplastiklerin en büyük kaynağı bu akrilik elyaftan üretilen polar vb. kıyafetlerin çamaşır makineleri aracılığıyla yıkanması sonucu su kaynaklarına salınması.
Ayrıca araç lastikleri de aşınarak büyük oranda mikroplastik oluşturuyorlar. Onlarca kimyasal, toksik madde üretim süreçlerinde her gün kullandığımız, giydiğimiz malzemelerin hammaddelerini oluşturuyor. Bunlarla temas ederek vücudumuza alıyoruz.
Peki biz bu döngüleri kırmak için ne yapabiliriz?
Bu konularla ilgili okumalı, bize ve çevremize zarar veren hammaddeler ve ürünler hakkında bilinçlenmeliyiz... Yediklerimizde, içtiklerimizde, giydiklerimizde atık oluşturacak seçimlerin yerine alternatiflerini koymalı ve kendimizi sürekli olarak geliştirmeliyiz. Örneğin yanımızda kendi suyumuzu çelik, korumalı cam veya bioplastikten üretilmiş termoslarda taşımalıyız. Elbette yolda yürürken, dışarıda suyumuz bittiğinde ne oluyor? Gidip bir marketten plastik şişede su alıyoruz... Oysa meydanlarda, metro ve metrobüs duraklarında mataralarımız için su dolum otomatları kurulsa güzel olmaz mı?
Özellikle tekstil ürünlerinde marka ve tüketim çılgınlığına bir son vermeli, sadece gerçekten ihtiyacımız olanı almalı ve uzun süre kullanmalıyız. Tüketmek yerine kendimize yatırım yapmayı seçmeli, dünyayı daha yaşanılabilir bir yer kılmak için sürekli üretmeyi hedefleyerek durmadan merak etmeli, araştırmalı, okumalı, düşünmeli ve eyleme geçecek şekilde yola koyulmalıyız.
Yazan
Şebnem Aybige Şener
Döngüsel Geliştirme Uzmanı / EPEA (Çevre Koruma Teşvik Ajansı) Türkiye
İnşaat sektörünün buluşma noktası Şantiye, “Güven”i temsil eden “Basılı bir Yayın” olma özelliğinin yanı sıra yenilenen web sitesi, Turkcell Dergilik ve Türk Telekom E-Dergi gibi mobil uygulamalardaki varlığı, 35 bin e-bülten abonesi, 11 bini aşkın takipçiye sahip facebook sayfası ve 14 bin Linkedin bağlantısıyla inşaat sektöründe hedef kitleye erişimin en verimli ve hızlı çözümü olmaya dijital ortamlarda da devam ediyor...