Yurtdışı eğitimi ve Skidmore, Owings & Merrill (SOM), Schimidt Hammer Lessen (SHML) ile Pelli Clarke Pelli Architects (PCPA) gibi uluslararası ofislerde edindiği tecrübelerin ardından yaklaşık sekiz yıl önce Türkiye’ye gelerek BINAA (Building Innovation Arts Architecture)’yı kuran ve bu kısa süreçte Argül Weave, S2OSB Yönetim Binası & Konferans Salonu, İstanbul Finans Merkezi’ndeki Kültür ve Kongre Merkezi gibi yenilikçi ve sıradışı projelere imza atan Y. Mimar Burak Pekoğlu ile hem kariyeri, hem ülkedeki inşaat sektörü ve mimarlık ortamı hem de projeleri hakkında konuştuk... Pekoğlu, ülkeye geldiğinde karşılaştığı en dikkat çekici şeyin “Piramidin tepesindeki müteahhit figürü” olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Müteahhit, yurtdışı projelerde ağırlığını hissettirmeyen bir unsurdur. Batıda tepede mimar vardır; mimar ve işverenle beraber süreç başlar ve sonrasında her şey sistematik olarak dağılır. Diğer taraftan projede mühendis ve mimar olmak zorundadır. Türkiye’deyse kalfa ile inşaat yapılabiliyor. Dolayısıyla karşılaştırma yapıldığında ülkemizdeki olumsuz durumların da nedenleri anlaşılabiliyor. Prosedürlerin, ekiplerin, süreçlerin ve hukuki yapının yetersiz olması, bizi farklı bir boyutta yapı yapmaya itiyor. Sonuç ise çok fazla niteliksiz bina. Mimari pratik oluşum süreçlerine dahil olan aktörler ve seçilen yöntemler, yapılı çevreyi doğrudan etkiliyor..."
Şantiye: Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
Burak Pekoğlu: 1984 yılında Eskişehir’de doğdum. Liseyi Robert Kolej’de okudum. Yüksek lisans derecemi 2011’de Harvard Üniversitesi Mimarlık Fakültesi (Graduate School of Design)’nden aldım. Mimarlık lisans eğitimimi, 2008 yılında uluslararası öğrenci başarı bursuyla kabul aldığım Buffalo, New York’taki New York Eyalet Üniversitesi’nde tamamladım. Skidmore, Owings & Merrill (SOM)’in New York, Schimidt Hammer Lessen (SHML)'in Aarhus, Danimarka ve Pelli Clarke Pelli Architects (PCPA)’in New Haven gibi uluslararası ofislerinde tasarımcı olarak çalışmalar yürüttüm. Yerel ve uluslararası konferanslara, jürilere katılım gösterdim. Bilgi Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Kadir Has Üniversitesi mimarlık bölümlerinde mimari proje dersleri verdim. Yıldız Teknik Üniversitesi`nde proje dersi vermeyi sürdürüyorum.
2012 yılında, kurucusu olduğum mimarlık ve araştırma stüdyosu olan BINAA (Building Innovation Arts Architecture)’da sıradışı ve yenilikçi projeleri hayata geçiriyoruz. BINAA olarak imza attığımız Sakarya, Hendek’teki S2OSB (Sakarya 2. Organize Sanayi Bölgesi) yönetim ofisi ve konferans salonu projesiyle Architizer A+Awards’ta, 2017’de uluslararası mimari+metal kategorisinde 1.’lik ödülünü kazandık. 2020`de “Europe 40 Under 40” ödülünü aldım. 8 yıldan bu yana inşa ettiğimiz uluslararası ağımızı, Türkiye’deki keşfedilmeye açık potansiyellerle birleştirmeyi, İstanbul’daki tasarım ve araştırma odaklı stüdyomuzda yetenekli tasarımcıları bir araya getirerek farklı bakış açılarından beslenmeyi, bilgi birikimimizi yerel ve uluslararası olarak geliştirmeyi hedefliyoruz.
Şantiye: Mesleğe ilginiz nasıl başlamıştı ve ilk yıllarınızı nasıl geçirmiştiniz?
Burak Pekoğlu: Aslında Robert Kolej’de heykelle uğraşıyor, eğitimime sanatla ilgili bir dalda devam etmeyi düşünüyordum. Mimarlık pek bildiğim ve ilgilendiğim bir alan değildi. Fakat İngilizce Edebiyat hocamın yönlendirmesiyle mimarlığa ilgi duymaya başlamıştım. New York’ta beni yaklaşık 90 yaşında olan ünlü Amerikalı Mimar Andrew Geller’in evine götürmüştü. Evdeki maketler ve mimari çizimlerden o kadar etkilenmiştim ki, mimarlık eğitimi alma kararımı netleştirmemi sağlamıştı. Mimarlığın keyif verici ve hayal gücümü kullanabileceğim sanatsal bir tarafı olduğunu o evde anlamıştım. Dolayısıyla o ziyaretin, heykeltraş olmayı düşünen benim için bir kırılma noktası olduğunu söyleyebilirim.
Sonra kendimi New York`ta buldum. New York Eyalet Üniversitesi’ndeyken 3. sınıfın yazında SOM (Skidmore, Owings and Merrill)’de yaptığım staj da mesleğe olan ilgimi hepten artırmıştı ve yüksek lisans yapma kararını da o süreçte vermiştim. Sonrasında Harvard Üniversitesi’nde çok değerli mimarlardan iyi bir eğitim alma fırsatım oldu. Mezun olduktan sonra, Kuala Lumpur’da Petronas İkiz Kulelerini tasarlayan Cesar Pelli’nin New Heaven’daki ofisinde 2 sene çalıştım. Petronas İkiz Kuleleri’nin yanında karma kullanımlı 86 katlı ikiz kule projesinde (KL Towers) ve Chicago'da 250 yataklı Northwestern University Hospital yarışma projesinde çalıştım. Kazandığımız ve sonrasında hayata geçen bir proje oldu. Bu, ciddi bir uluslararası tecrübe kattı. Bu arada, Türkiye’deki ilk projemi de Amerika’dayken almıştım.
Şantiye: İyi eğitim kurumlarında eğitim görmüşsünüz ve mesleğin ilk dönemlerinde önemli mimarların yanında bulunmuşsunuz... Şans mı, başarı mı?..
Burak Pekoğlu: Evet şanstan bahsedilebilir; ama istek ve tutkunun olduğu da yadsınamaz bence... Mimarlık mesleği hakikaten evlilik gibi. Hayat boyunca o tutkunun sürdürülmesi gerekiyor. Zor, çok emek ve bir anlamda ciddi fedakarlık istiyor, bireyin kendini çok yönlü geliştirmesi gereken bir dal. Çünkü belki ilk bakıldığında tek bir yapı yapılıyor gibi görünebilir ama yapılan işin sonunda birçok kullanıcı, birey, şehir, ekonomi, çevre etkileniyor. Ciddi bir sorumluluk ve mimarlık eğitiminde bunun farkındalığını ön plana çıkarmamız gerektiğini düşünüyorum. Mimarlık, doktorluk gibi insan odaklı bir meslek. İnşa edilen binalar insanın yaşamını, güvenliğini ve sağlığını etkileyen önemli bir faktör. Amerika'daki eğitimde bu çok fazla vurgulanıyor ve önemseniyor. Okul sonrası da zaten Türkiye’de olduğu gibi hemen “Mimar” sıfatı alınıp, imza yetkisine sahip olunamıyor.
Resim: Doğuş Üniversitesi
Şantiye: Türkiye’ye döndüğünüzde mesleğe, sektöre dair ilk izleniminiz ne oldu?
Burak Pekoğlu: Türkiye’deki mimarlık camiasına çok yabancıydım. İlk bir iki sene içinde birkaç proje ve deneyim derken ilk izlenimlerim de oluşmaya başlamıştı. En dikkat çekici şey ise, ülkede piramidin tepesinde müteahhit figürünün olmasıydı. Müteahhit, yurtdışı projelerde ağırlığını hissettirmeyen bir unsurdur. Sistem baştan yanlış kurulmuş bence. Özellikle batıda piramidin tepesinde mimar vardır. Mimar ve işverenle beraber süreç başlar ve ondan sonra bütün her şey sistematik olarak profesyonel bir şekilde dağılır.
Diğer taraftan çizilen bir projede mühendis ve mimar olmak zorundadır. Türkiye’de ise bir yolu bulunup kalfa ile inşaat yapılabiliyor. Dolayısıyla biraz karşılaştırma yapıldığında ülkemizdeki olumsuz durumların nedenleri anlaşılabiliyor. Prosedürlerin, ekiplerin, süreçlerin ve hukuki yapının yetersiz olması, bizi farklı bir boyutta yapı yapmaya itiyor. Sonuç ise çok fazla niteliksiz bina. Mimari pratik oluşum süreçlerine dahil olan aktörler ve seçilen yöntemler, yapılı çevreyi doğrudan etkiliyor...
Mimarlık eğitiminin yetersizliği ve biraz önce söylediğim mezuniyetin ardından “Mimar” sıfatı edinme durumu da dikkatimi çeken konulardan biri olmuştu. Özellikle uygulamalı eğitimin olmaması bence çok büyük bir sorun. Amerika’daki eğitimde daha çok mesleğin pratiği önemsenir, çıraklık süreci yaşatılarak eğitim verilir.
Şantiye: Ofisi kurarken öncelikleriniz nelerdi?
Burak Pekoğlu: Stüdyonun kolektif, okul gibi, gençlerin ufkunu açan bir yapı olmasını arzu ediyordum. Bu işe sıfırdan başlayan gençlere pratik eğitim verebilen, pratik üzerinden öğreten araştırma ve tasarım odaklı bir anlayışı önemsiyorum. Ofisi kurarken “Building”, “Inovation”, “Arts”, “Architecture” (Bina, İnovasyon, Sanat, Mimarlık) kelimelerinden türetilmiş bir isim seçtim; BINAA...
Şantiye: Türkiye’deki ilk işinizi Amerika’dayken aldığınızı söylediniz... Argül Weave’di herhalde değil mi?..
Burak Pekoğlu: Argül Weave, Amerika’dayken bir aile dostumuzun vesilesiyle tanıştığım bir işverenle geliştirdiğimiz bir işti. Bursa’daki kabası bitmiş yapının örgü şeklindeki doğal taş kaplı cephesinin eskizlerini işverene gönderdiğimde çok hoşuna gitmiş ve hızlıca inşa süreci başlamıştı. Amerika’dan yürüttüğüm bu projede uzun yıllar Frank Gehry ile çalışmış Matthew Fineout ile birlikte, tasarımın uygulama sürecini geliştirdik. Ciddi bir Ar-Ge süreciyle birlikte iki buçuk sene süren deneysel bir işti.
Resim: Argül Weave
Cephesine çelik konstrüksiyon üzeri örgü biçiminde üç boyutlu doğal taş tasarlanan projede, tasarımı sahaya birebir aktarabilmek adına hem taşları kodlamamız hem de çelik imalatın uyumlu, koordineli ve düzgün yapılması gerekiyordu. Türkiye şartlarında zor bir işti ve ben de bunu Amerika’dan koordine ediyordum. Özel detayların geliştirildiği projede, 150 tonluk doğal taşı cephede 60 tonluk çelikle taşıtabildik. Türkiye’ye geldiğimde o proje tamamlanmıştı ve benim için önemli bir referans olmuştu. Harvard GSD`de hocam olan, Frank Gehry`nin eski partneri Edwin Chan vesilesiyle tanıştığım Thomas Mayer’in yapıyı fotoğraflamasının ardından proje uluslararası anlamda da bir bilinirliğe ulaştı.
Şantiye: Ardından Sakarya OSB...
Burak Pekoğlu: Ardından İstanbul’daki birkaç işle birlikte Sakarya maceram başladı... O bölgede, konut projesiyle başlayan süreç zaman içinde gelişti. İş işi getirdi ve 2016 yılında, o bölgedeki projemiz Sakarya 2. Organize Sanayi Bölgesi yönetim binasını (S2OSB Yönetim Binası & Konferans Salonu) gerçekleştirdik. O bizim için tam bir kırılma noktasıydı ve tasarımdan uygulamasına kadar her süreci profesyonelce yürütme şansımız oldu. O durumda da kendi bilgi birikimimizi sektöre aktarabildik. İş yaparken birtakım inovatif detayları malzeme üreticileriyle koordine edip geliştirebildik, sınırları zorladık. Bizim için bir deneme süreciydi ve başarılı da oldu. Aynı zamanda işveren sanayicinin vizyonunu yansıttığı bir yapı olması açısından da değerlidir.
Resim: Sakarya 2. Organize Sanayi Bölgesi yönetim binası
Şantiye: Şu anda yürüyen hangi projeleriniz var?
Burak Pekoğlu: Denizcilik sektörünün önemli firmalarından Sanmar’ın, Yalova tersaneler bölgesinde, elli bin metrekarelik tesisinin içerisinde yer alan yönetim binası ve çevresindeki rekreasyon alanlarıyla ilgileniyoruz. Diğer taraftan SEDAŞ (Sakarya Elektrik Dağıtım Merkezi)’ın Gölcük’teki yönetim binalarını A’dan Z’ye, proje ve proje uygulama danışmanlığı biçiminde çalışıyoruz. Ardından Düzce ve Sakarya’dakini yapacağız. Beylikdüzü’nde bir karma kullanımlı konut projemizin bugünlerde şantiyesi tamamlanmak üzere. Bostancı’da çok değerli bir ofis projesi tamamlandı, önümüzdeki günlerde inşaatı başlayacak. O da doğal taş üzerine Ar-Ge yaptığımız bir iş oldu. Nişantaşı’nda çinko ve doğal taş kullanarak bir apartmanın cephesini tasarladık. Şimdi Tuzla OSB ve Bandırma’da bir fabrika yapıyoruz. İstanbul Finans Merkezi’nde özel proje alanında yer alan 22 bin metrekarelik Kültür ve Kongre Merkezi projesini tamamladık. Ayrıca Sakarya Şehir Kütüphanesi, Sakarya Şehir Otoparkı, Mardin Şehir Kütüphanesi gibi ihale dokümantasyonu tamamlanan fakat pandemi ve ekonomik olumsuzluklardan dolayı ilerleyemeyen projelerimiz de var.
Resim: Doğuş Üniversitesi
Şantiye: İnovasyonu önemsiyorsunuz... Yurtdışı eğitim ve tecrübeleriniz dolayısıyla vizyonunuz da geniş... Peki sizi ayrıştıran diğer özellikler ve öncelikleriniz neler?
Burak Pekoğlu: Öncelikle yaptığımız işte kullanıcı odaklı olmayı ve işe değer katmayı önemsiyor, önceliklendiriyoruz. Proje, bittikten sonra yaşamaya devam ediyor. Bu kapsamda söz konusu yapı, çevresine ve kullanıcıya değer katabiliyorsa bizim için başarı sayılabilir.
Diğer önemsediğimiz konular da yaptığımız işlerde “bir şeyler öğrenmek”, “Ar-Ge”, “inovasyon” ve “kullanıcıya bir şeyler katabilmek”. Mimarlıkta çevreye değer katılabiliyorsa, farklı bir bakış açısı getirilebiliyorsa bu çok değerli. Her farklı programda da yeni şeyler öğreniyoruz. En keyifli olan kısım da bu. Mühendislikten tutun mimari ve bunun tüm uygulama süreci ve işletmesine kadar her şeyi bir bütün olarak düşünüyoruz. Böyle olunca çok kapsamlı bir iş oluyor. Bunu işin niteliğinin tamamlanması açısından yapıyoruz. Proje tamamlandıktan sonra bırakmıyoruz. Uygulama kontrolörlüğünü ve gerekirse cephe danışmanlığını üstleniyoruz. Günün sonunda da bina bitene kadar projenin içinde yer alıyoruz. Bu, içe sinen, nitelikli binalar için bence bir gereklilik.
İlgimizi, işin bütün olarak içinde olmak çekiyor; tabii bunu yaparken de sektörü zorlamak ve malzeme üreticilerinden uygulama firmalarına kadar tüm sektöre bir şey katabilmek, üretici firmalarla neleri geliştirebileceğimizin peşine düşmek bizleri heyecanlandırıyor. Türkiye`de üretici firmaları yenilikçi tasarımlar konusunda teşvik etmek bizim de görev bildiğimiz bir yaklaşım.
Resim: Sakarya 2. Organize Sanayi Bölgesi yönetim binası
Sıradışı tasarımı birebir üretime aktarma merakım, ofis olarak bizi farklı danışmanlık işlerine de yönlendiriyor. Özellikle uluslararası projelerde birtakım özel imalat gerektiren kompleks yapıları çözüyoruz. Yani konvansiyonel mimarlığın dışında bir yandan da böyle bir çözüm ortağı olarak uzay geometri ve detay uzmanlığı isteyen projeleri çözen bir yanımız var. Ayrıca bazı yapı malzemesi üreticileriyle yenilikçi ürünler geliştirme anlamında çalışmalar yürütüyoruz.
Genç meslektaşlarıma da elimden geldiğince edindiğim tecrübeleri aktarmaya çalışıyorum. BINAA’nın, gençleri yetiştirmek, onlara istihdam oluşturmak gibi de bir vizyonu var. Ofiste her arkadaşım kendi işini yönetir. Yatay, şeffaf bir yapıya sahibiz. Genç arkadaşlarımız ciddi sorumluluklar alıyorlar; işverenlerle, üreticilerle ve sahayla koordineli bir şekilde çalışıyorlar. Aslında burası pratik eğitim veren bir okul gibi. Buradan çıkan arkadaşlar başarılı olduğu zaman mutlu oluyorum. Biraz da böyle bir kaygım var aslında; insan yetiştirmeyi önemsiyorum.
Bir mimarın mühendis gibi düşünebilmesi de bence çok önemli. Tasarım sürecini mühendislerle birlikte yürütmeye dikkat ediyorum. Bu kültürü Harvard’da edindim. MIT’deki inşaat mühendisleriyle beraber ders alıyorduk. Orada, çok değerli bir mühendis olan Hanif Kara hocamdı. Onunla tasarım mühendisliği bakış açısını öğrendim. Ortak ders aldığım, MIT’den bir mühendisle beraber çalıştay yapıyorduk. Bir mimarla mühendisin iletişim kurması çok önemliydi benim için. Öyle bir tecrübe yaşamasaydım, mühendisle nasıl diyalog kurulması gerektiği konusunda eksik kalabilirdim. Türkiye’deki mimarlık eğitiminde bu konunun da gelişmeye açık olduğunu düşünüyorum. Bu iki meslek dalının iç içe olması lazım. Mesela Japonya’da eğitim böyledir, Japon mimarlar hem mühendis hem mimar olarak yetişir. Yani meslektaş olarak mühendis ve mimarların bir bütün olarak hareket etmesi, projeye başından beraber kafa yorması gerekir. Bu konuda işverenleri teşvik etmeye çalışıyorum; “Mühendis de belli olsun sürece öyle başlayalım” diyorum. Çünkü işin içine mühendislik baştan katılmazsa ortaya iyi bir sonuç çıkmıyor.
Resim: Serdivan Evleri
Şantiye: İstanbul Serbest Mimarlar Derneği (İSMD)’nin de yönetim kurulunda yer alıyorsunuz... Gündeminizde neler var? Meslekle ilgili mevcut sorunları da belki bu kapsamda cevaplarsınız...
Burak Pekoğlu: İSMD, nitelikli yapılar yapan, mesleki anlamda belli bir çıtanın üzerinde, mimarlığa değer katmaya çalışan meslektaşlarımızın olduğu bir dernek. Ben de genç bir mimar olarak bu nitelikli grubun içinde yer almaya gayret sarf ediyorum. Dernekte diyalog halinde, paylaşarak neleri daha iyi hale getirebileceğimizi tartışıyoruz, gençlere nasıl değer katabiliriz gibi konuları ele alıyoruz.
Bu kapsamda bugünlerde gündemimizde, eğitim programları oluşturmak var. Mesela genç mezunların tecrübeli mimarlarla olan çıraklık süreci üzerine kafa yoruyoruz. Rehber kitapçıklar oluşturmak arzusundayız. Çünkü yeni mezun bir mimar, sudan çıkmış balık gibi ne yapacağını bilemeyebiliyor. Batı’da bunu yönlendiren birtakım rehber dokümanlar ve organizasyonlar var. Bizse bu konularda gelişmeye açığız. Uzun soluklu bir süreç olacağı için hemen sonuca ulaşabileceğimiz bir oluşum değil. Ama en azından diyaloğu başlatıyoruz. Belki uzun vadede bu tarz girişimler gerekecek. Mesela “Sözleşme nasıl yapılır”dan tutun “İşverenle nasıl çalışılır”a kadar tüm süreçleri anlatan birtakım rehberler hem gençlerin hem de tecrübeli mimarların işine çok yarar kanaatindeyiz. Bunun eksikliği tartışılmaz. Kendi ofisimi kurarken birçok şeyi araştırmak ve deneyerek öğrenmek zorunda kalmıştım. Çünkü ne yazık ki mimarlık eğitiminde bunlar verilmiyor. İşletme nasıl kuruluyor, nasıl yönetilir, ekip nasıl seçilir, hukuki ne tür zorluklarla karşılaşılabilir, finansal açıdan ne tür tedbirler almak gerekir gibi konuları hep deneye yanıla öğrendik. Bunlarla mücadele etmek başlı başına bir iş. Ofis idaresi başka bir şey, mimarlık yapmak başka bir şey. Bir mimarın iş yapmasından ziyade o işi yapabilecek ekosistemi kurabilmesi de çok önemli.
Sorunlardan biri de bence mimarların haklarını, emeklerinin karşılığını alamamaları... Çoğu iş ancak fedakarlıkla çözülebiliyor veya bitirilebiliyor. İnişlere, çıkışlara her zaman hazırlıklı olmak gerekiyor. Türkiye’deki mimarlık pratiği birtakım türbülanslarla dolu. Hep hazırlıklı olmak lazım. Aksi takdirde, “sadece işimi yapayım” dediğinde ne yazık ki olmuyor. Türkiye’de mimarlık yapmayı Rönesans dönemine benzetiyorum, biraz daha “Master Builder” mantığı... Gerçekten başında durarak, o işi her şeyiyle inşa ederek yaptığınız zaman nitelikli mimarlık olabiliyor.
Resim: Hendek Cami
Şantiye: Şantiyelerle ilişkiniz nasıl? Verdiğiniz cevaplardan şantiyelere de sık gittiğinizi anlıyoruz...
Burak Pekoğlu: Tasarımın gerçekliğe dönüştüğü yer olan şantiyede bulunmak beni heyecanlandırır. Zamanımın üçte biri ofisteyimdir; kalan zamanda çoğunlukla sahada veya farklı toplantılarda olurum. Yaptığım işin hep peşindeyimdir. Tasarlanan işin belli bir niteliğin üzerinde hayata geçmesi için bu şart.
Şantiye: Mesleğinizde ne gibi bir dönüşüm yaşanıyor? Dijital imkanlardan yararlanıyor musunuz?
Burak Pekoğlu: Bizim jenerasyon özellikle bu dönüşüme birebir şahit oldu. Hocam Edwin Chan, Frank Gehry ile beraber Bilbao Müzesi’nin mimarıydı. O yapı da BIM’in ilk kullanıldığı önemli projelerden biridir. Dolayısıyla eğitim hayatımdan itibaren aşina olduğum BIM dijital altyapısını pratik olarak iş yaptığım ofislerde de kullandım. Bu yaklaşımı Türkiye şartlarında da uygulamaya çalıştım. Mesela Sakarya OSB’de ne çizdiysek yapıma da birebir aktarabildik. Maliyetleri kontrol edebildik. Şu an yaptığımız işlerde de zaten bunları kullandığımız için bir fark yaratıyoruz aslında. İşverenle her şeyi kağıt üzerinde bitirip, onaylatıp, şantiye sürecine girmeden önce birçok kavgayı vermiş oluyoruz. Yaptığımız mimari tasarımla BIM düzleminde senkronize edilmiş statik, mekanik, elektrik her şeyi bir bütün olarak verebiliyoruz sahaya. Bunu yaptıktan sonra kontrol etmesi de kolay oluyor. Çünkü sahada projeye uygun olmayan bir iş üretildiği zaman orijinalini önüne sereceğimiz bir done elimizin altında oluyor. Projenin güçlü ve kuvvetli olması işvereni de kolluyor, yapının niteliğini de.
7 Ağustos 2022
Türkiye'nin en ESKİ ve en çok ZİYARET EDİLEN şantiyesi: ŞANTİYE®...
İnşaata dair "KAYDADEĞER" ne varsa... 1988'den bu yana...
Şantiye®nin ürettiği, derlediği ve yayınladığı içeriklerde öncelik “KAMUSAL YARAR”dır...
Ve yayınlanan içeriğin “ÖZEL” olmasına özen gösterilir...
BASILI DERGİ + E-DERGİ + SANTİYE.COM.TR + SOSYAL MEDYA + DİJİTAL PLATFORMLAR...
İnşaat sektörünün buluşma noktası Şantiye®, “Güven”i temsil eden “Basılı bir Yayın” olma özelliğinin yanı sıra yenilenen web sitesi, Turkcell Dergilik ve Türk Telekom E-Dergi gibi mobil uygulamalardaki varlığı, 42 bin E-Bülten abonesi ve 85 bin sosyal medya takipçisi-bağlantısıyla inşaat sektörünün en önemli iletişim platformlarından biri olmaya her ortamda devam ediyor... 1988'den bu yana...
Şantiye® ayrıca yapı sektörüne "Şantiye'nin Yıldızı Ödülü", "Yılın Yeşil Yapı Malzemesi / Teknolojisi Ödülü" ve "Şantiyeden Kareler Fotoğraf Yarışması" gibi farklı organizasyonlarla da katkı sunuyor.
Şantiye®nin son sayısı da dahil 1988 yılından bugüne kadar yayınlanan TÜM SAYILARINA E-Dergi olarak göz atmak için lütfen tıklayın...
Şantiye®, başta ABONELERİ olmak üzere 2020-2024 yıllarında ilan veren firmalar ABS Yapı, Akyapı, Alumil, Anadolu Motor (Honda), Alkur, Ak-İzo, Altensis, Arbiogaz, Aremas, Arfen, Assan Panel, Asteknik, Atos, Batıçim, Baumit, Betek, Betonblock, Borusan CAT, Bosch Termoteknik, Bostik, BTM, Buderus, Bureau Veritas, Çimsa, Çuhadaroğlu, Çukurova Isı, Duyar Vana, DYO, Efectis ERA, Ekomaxi, Elkon, Emülzer, Eryap, Filli Boya, Fixa, Fullboard, Form Endüstri Ürünleri, Form Endüstri Tesisleri, Form MHI (Mitsubishi Heavy Industries) Klima, Garanti Leasing, GF Hakan Plastik, Gökçe Brülör, Grundfos, Hilti, IQ Alüminyum (by Deceuninck), İNKA, İntek, İpragaz, İstanbul Teknik, İzocam, İzoser, Kalekim, Knauf, Knauf Insulation, Komatsu, Köster, Kuzu Grup, LG, Marubeni, Masdaf, Master Builders Solutions, MBI Braas, Meiller Kipper (Doğuş Otomotiv), Messe Frankfurt, Messe München/Agora Tur., Mekon, Mitsubishi Chemical, Nalburdayim.com, NETCAD, ODE, Ökotek, Özler Kalıp, Özpor, Panasonic, PERI, Pimakina, Polyfibers, Polyfin, Prometeon, Ravago, Rehau, Saint Gobain Türkiye, Saray Alüminyum, Schüco, Selena (Tytan), Sentez Mekanik, Serge Ferrari, Shell, Siemens, Sistem İnşaat, Soudal, Sika, Şişecam, Temsa, TMS, Tekno Yapı, Türk Ytong, Tremco illbruck, Vaillant, Vekon, Wermut, Wilo ve Xylem’in değerli katkılarıyla hazırlanmaktadır.
ABONE OLMAK İÇİN
Bir yıllık abonelik bedelimiz olan 1200 TL (6 Sayı, KDV Dahil)'yi TR70 0001 0008 5291 9602 1550 01 IBAN no’lu hesabımıza (Ekosistem Medya) yatırıp; ardından dekontu, açık adresinizi ve fatura bilgilerinizi (şahıs ise TC kimlik no; firma ise vergi dairesi-numarası) santiye@santiye.com.tr adresine e-posta veya 0532 516 03 29 no’lu telefona WhatsApp / SMS aracılığıyla ulaştırabilirsiniz.