CBA Architecture’ın kurucusu, yılların deneyimli mimarı Cafer Bozkurt’a, geçen sene yaşanan depremlerde niçin böylesine acı deneyimler yaşandığını ve bu yıkım ile sonrasında yaşananların nedenlerini sorduk... Bozkurt, sorunun ancak ciddi bir planlamayla çözülebileceğini vurguluyor ve bu olumsuz durumun hem kentlerde hem kırsalda ciddi bir fırsata çevrilebileceğini hatırlatıyor.
Şantiye: Ofisiniz ve zannediyoruz evinizin de bulunduğu Arnavutköy, gördüğümüz kadarıyla kentin birçok semti gibi ciddi bir değişim/dönüşüm yaşıyor... Bu konuda sizin yorumlarınız nelerdir?
Cafer Bozkurt: Biliyorsunuz İstanbul büyürken sosyal hayat da planlı olarak düzenlenmediği için, özgünlüğünü koruyan Kadıköy, Beşiktaş, Bakırköy gibi eski merkezleri cazip hale geldi. İnsanlar bu semtlerde ciddi bir kalabalık oluşturuyorlar. Kadıköy merkezi ve Beşiktaş merkezi farklı bir kalabalığı ağırlamaya başladı. Beyoğlu, Nişantaşı ve Ortaköy tabiri caizse yabancı turist istilasına uğradı. Bu kapsamda Kuruçeşme, Arnavutköy ve Bebek gibi eski Boğaz köylerinde de müthiş değişimler yaşanmaya başlandı. Semtlerin karakterleri hızla değişiyor. Arnavutköy kalabalıktan kaçan, orta sınıf üstü bir kitlenin eğlence mekanı haline geldi. 30 senedir Arnavutköy’de oturuyorum. Eskiden 8 bin olan yerleşik nüfus bugünlerde 3 bin 500’e düştü. Konutların yerlerini kafe, restoran ve bar gibi işletmeler almaya başladı. Tabii tüm bunlara paralel müthiş bir otopark ve vale sorunu ortaya çıktı. Arnavutköy’ün dokusunun tamamıyla değiştiğini ve bozulduğunu söyleyebilirim.
1999 depreminden önce devlet kuruluşları, belediyeler, üniversiteler, enstitüler, meslek kuruluşlarımız, mühendislerimiz, mimarlarımız neredeydi? Neden bu standartlar daha önce konulamadı ve doğru denetleme yapılamadı.
Şantiye: Geçen sene yaşanan depremle ilgili görüşlerinizi almak isteriz... Deprem esnasında ve sonrasında böylesine acı deneyimleri sizce neden yaşadık; bir mimar olarak bu yıkımın ve sonrasında yaşananların nedenlerini neye bağlıyorsunuz?
Cafer Bozkurt: Burada iki önemli konuyu tartışmak gerek ... Biri, depremde zarar gören yapılar nasıl yapıldı; diğeri ise deprem öncesi, deprem sırasında ve deprem sonrasında neler yapılmalı...
“Depremden önce” şu anda büyük bir kısmı sorunlu olduğu tanımlanan yapı stoğunu irdelemek gerekir. Yapılar doğal olarak nüfus artışına paralel olarak çoğaldı. 1950’de Türkiye’nin nüfusu 19 milyon, İstanbul’un ise 1 milyondu. Bugün ise Türkiye'nin nüfusu 85 milyon, İstanbul’un ise 16 milyon. Demek ki yapı stoğumuzun yüzde 90’ı 1950’den sonra yapılmış. Şimdi ise bu yapıların yüzde 80’i kusurlu ilan edildi. Demek ki burada bir soru işareti var. Bunlar neden kusurlu ve neden depreme karşı dayanıksızlar?... Yapı malzemesinin, yapı standartlarının ve projelerin daha kapsamlı ve kaliteli olmasına rağmen yapıların oturduğu zeminin kalitesinin araştırılması ve buna göre tedbir alınması ancak 1999 depreminden sonra çok ciddi bir biçimde ele alındı. Eskiden bir-iki imza sorumluluğu ile yapılan yapılar, 1999 depreminden sonra en az 10 imza sorumluluğunda yapılmaya başlandı. Peki, 1999 depreminden önce devlet kuruluşları, belediyeler, üniversiteler, enstitüler, meslek kuruluşlarımız, mühendislerimiz, mimarlarımız neredeydi? Neden bu standartlar daha önce konulamadı ve doğru denetleme yapılamadı. Genel bir gözlemim de çok önemli işlevi olan akademisyenlerin sahaya yeterince inmemeleri ve daha çok teorik bilgide kalmaları...
Diğer taraftan toplumsal problemlerimiz de var. 1950 sonrası kentlere kırsal alandan başlayan göç nedeniyle plansız yapılaşma ve işgaller başladı. Kent çeperleri bir anda istila edilince, yapılaşmanın önüne geçilemedi ve gecekondu denen plansız yapılan binaların sayısında müthiş bir artış yaşandı. Bu yapılar önceleri basit yapılardı. Fakat zamanla bu semtlerdeki vatandaşların politik ağırlığı artınca onlar da hak talep etmeye başladılar. Bir anda gecekondu mahallelerinde plansız ve çok katlı betonarme yapılar oluştu. Bu plansız yerleşkelerdeki yapıların hangi yönetmeliklere göre yapıldığı ve nasıl denetlendikleri belirsizdir. Arkasından yine politik nedenlerle söz konusu yapılı alanlar için imar ıslah planları ile düzenlemeler yapıldı. Fakat işgal edilmiş, planlaması ve altyapısı olmayan bir yer ne kadar ıslah edilirse edilsin yapı stoğunun kalitesinden söz edilemez.
Yapı malzemeleri de eskiden çok çeşitli ve kaliteli değildi. Malzeme kalitesi yıllar geçtikçe gelişti. Mesleğe atıldığım 70’li yıllarda B120, B160 kalitesinde beton kullanılırken bugün C30-C40 seviyesinde beton kalitesi mevcut. Ayrıca o günlerde şimdiki gibi beton, beton şantiyelerinde de üretilmiyordu. Yapı çeliği olarak ise ST1 vardı. ST3 çok sonraları yapı dünyasına girdi. Ancak 80’li yıllardan sonra daha kaliteli yapılar inşa edilmeye başlandı. 1999 depremi ise ciddi bir dönüm noktasıydı ama alınan önlemler ve uygulamalar yine yetersiz kalmış demek ki... Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti’nin deprem konusunda sorunlu binaların tümünü bir anda yenilemeye ekonomik gücü yok. Bu sorun ancak bir planlama ile depreme karşı en dayanıksız yapılardan başlayarak yenilenmeleri ile çözülebilir.
Maraş depreminde 11 il zarar gördü. 5-10 yaşındaki bazı yeni yapıların da hem projeleri hem uygulamaları hem de inşaat yönetimi ve resmi kontrol aşamalarındaki sorunlardan dolayı yıkıldıklarını gördük. Bodrum katlı binaların depreme karşı daha dirençli olduğu bilinmesine rağmen neden ve nasıl 10 katlı bodrumsuz binalara izin verildiği ciddi bir soru işareti. Ayrıca bu kadar yüksek yapılara ve yoğun yapılaşmaya neden izin veriliyor? Konut iskan bölgelerinde bir emsal, yani bin metrekareye bin metrekare yapmak bile çoktur. Niçin 3 emsale 4 emsale giden yoğunluklar veriliyor? Yani sırf toprak rantına dayalı bir sistem söz konusu. Amaç, önceden toprak almış insanları zengin etmek mi? Bu ölçüsüz kazancın getirdiği sosyal yıpranma da hiç hesap edilmiyor.
Ayrıca bölgedeki yapılaşma bildiğimiz temel kaz, temel at, üstüne kalıp yap, beton dök, bir kat daha çık, sıva yap yöntemleriyle yürütülüyor. Halbuki artık çok daha hızlı ve sağlıklı yapım metotları var. Şantiyeler artık modern dünyada bir montaj alanına döndü. Her işin şantiyede yapılması işi yavaşlatır.
Deprem oldu ve maalesef ülke deprem karşısında güçsüz kaldı süreç iyi yönetilemedi, çok başarılı olunamadı. Depremin bir felaket olduğu doğru, ama ne olursa olsun deprem bir fırsata da çevrilebilirdi. Bu hem kentsel yerleşimler hem de kırsal alanlar için söz konusu. Bu kapsamda devletin yapacağı en önemli şey bu bölgenin yeniden planlaması olmalıydı. Çünkü kırsal bölgelerde de maalesef iş çığırından çıkmış, aşırı plansız bir yapılaşma söz konusu. Köylerde artık çok katlı apartman gibi yapılmış binalar var. Bu yapıların hangi plan ve yönetmeliğe göre yapıldıkları bilinmiyor.
Kırsal alanlar şu anda da ülkenin gerçekten ihtiyacı olan tarım ve hayvancılığa yönlendirilebilir, aile boyutunda tarım işletmeleri organize edilebilir, üreten bir bölge haline getirilebilir. Kırsal alanlardaki planlamada yapıların ailenin oturacağı konutla birlikte tarım ve hayvancılık işletmeleri için gerekli olan yapılarında birlikte projelendirilmelidir. Fakat şu anda zannediyorum herkes kendi haline bırakılmış. Yine köylü köyünde, çocuğu da kendiyle oturur umuduyla kendine dört katlı bir ev yapmış. Ama o çocuğun mevcut köyde yapacağı da bir şey yok diye, gözü de onda değil, kentte zaten.
Deprem sonrası hemen yine toplu konut inşa etmek de çözüm değil. Bunlar bana birtakım politik yatırımlar gibi geliyor. Halbuki onun yerine öncelikle geçici yerleşkeler planlanmalıydı. Geçici yerleşkeler, yani ilk anda yapılan çadır veya konteynırlar tamam, ama burada kalan insanların sosyal hayatı hiç düşünülüyor mu? Geçici yerleşkeler de bir planlama ürünüdür. Kalıcı yerleşimler yapılan kadar bu yerlerdeki sağlık, eğitim, çocuk bakım merkezi ve sosyal hayat unsurları gibi konuların da önceden düşünülmesi gerekirdi. Ardından da tabii kalıcı yerleşkeler... Kalıcı yerleşkeler bilinen planlama süreçlerinden geçer. Mesela Hatay, bir bütün olarak ele alınıp, planlanmalı ve sonra yapıların yapımına geçilmeliydi. Baştan gelişigüzel bir yer seçilip binalar kondurmak çok doğru değil açıkçası. Bu insanlar nerede çalışacaklar, nerede üretim yapacaklar, bunlarında planlanması gerekliydi.
Ayrıca bölgedeki yapılaşma bildiğimiz temel kaz, temel at, üstüne kalıp yap, beton dök, bir kat daha çık, sıva yap yöntemleriyle yürütülüyor. Halbuki artık çok daha hızlı ve sağlıklı yapım metotları var. Şantiyeler artık modern dünyada bir montaj alanına döndü. Her işin şantiyede yapılması işi yavaşlatır. Aksi takdirde bölgedeki inşaat çalışmaları da çok uzun sürer. Zaten bölgedeki halkın yüzde kırkı başka kentlere gitti. O insanlar yirmi sene sonra memleketlerine dönerlerse kentlerin ne kimliği ne kültürü ayakta kalır. Ayrıca inşaatlarda kullanılan yapı malzemelerinin de bölgeye yakın yerlerden temin edilmesi gerek. Bir doğrama İstanbul’dan gelmemeli. O bölge de üretim merkezi hale getirilmeli. Böylece dağılan halk da geri gelip, üretime katılıp, normal hayatına daha çabuk kavuşabilir. Tabii tüm bunlar çok ciddi ekonomik güç ve organizasyonlar gerektirir. Ama yine de pozitif bilimsel düşünceyle önemli sonuçlar alınabileceği kanaatindeyim.
Şantiye: Bu süreçte mimarların aldığı bir pozisyon oldu mu? Siyasetin yarattığı çözümlerin içinde miydi mimar meslek olarak?
Cafer Bozkurt: Ülkede birçok kurumda mimarlar görev alıyor. Devlet kurumlarında, belediyelerde, bakanlıklarda, imar müdürlüklerinde çok sayıda mimar görev yapıyor. Mimarlar Odası gibi, Serbest Mimarlar Derneği gibi meslek örgütleri de faaliyet gösteriyorlar. Dolayısıyla deprem sonrası herkes bir çaba içindeydi, herkes bir şeyler yapmaya çalıştı ama iyi bir devlet organizasyonu, düzgün bir program olmadığı için pek başarılı olunamadı. Şu anda Hatay’da bazı iyi mimarlar bir bölgeyi planlamaya çalışıyorlar, önemli olan Hatay bölgesinin imar planının bir an evvel bitmesiydi. O plan bitip proje bitip nerede yeni yapılar yapılacak, nerede toplu konutlar yapılacak, belirlenmeliydi. Mesela o mimarlar ancak eski yerde bir bölgeyi yapmaya çalışıyor. Ama bunlar büyük bir projenin parçası değil de küçük küçük çabalar halinde şeyler.
Bütün yönetimlerin bugünlerde çok daha titiz davranmaya başladığını da gözlemliyoruz. Fakat bu titizlik ülke bürokrasisi içinde başka sorunlar yaratıyor.
Şantiye: Bu deprem ve sonrasında yaşananlar sizce ne öğretti?
Cafer Bozkurt: Benim meslekte 56. senem. Bu dönemde yapı dünyasındaki gelişmeleri biliyorum. Bütün yönetimlerin bugünlerde çok daha titiz davranmaya başladığını da gözlemliyoruz. Fakat bu titizlik ülke bürokrasisi içinde başka sorunlar yaratıyor. Mesela beton dökümü öncesinde belediyeden gelecek kontrolör dört gün geç geliyor ve iş dört gün bekliyor. Çünkü sistem ona göre kurgulanmamış, daha doğrusu sistem henüz net değil. Tıkır tıkır yürümüyor. Beton fabrikaları kent dışında, beton gelene kadar yolda sertleşiyor. O süreçte yumuşatmak için betona su dökülüyor ve beton özelliğini kaybediyor. Şimdi kabahat beton fabrikasının mı, trafiğin mi veya beton kamyonu neden iş saatinde yola çıkıyor? Dolayısıyla öncelikle inşa süreçlerinde bir sistem gerekiyor. Biz hala sanki resmen organize olamamak için çaba gösteriyoruz.
Şantiye: İstanbul’daki durum hakkındaki yorumlarınız neler? Bir şey yapılıyor mu, ne gözlemliyorsunuz?
Cafer Bozkurt: Politik olarak uçlar yaratarak bu sorun çözülmez. İstanbul’daki bütün kurumların devlet, yerel yönetimler ve halk, tüm unsurların aynı olgunlukta olması lazım ki ilerleme kaydedilsin. Tekil çözümler bir şey ifade etmez; çok kaliteli, batı standartlarında muhteşem bir yapının tek başına iyi olması ülke genelinde hiçbir şey ifade etmediği gibi...
Şantiye: Ofis olarak bu günlerde neler yapıyorsunuz? Gündeminizde neler var?
Cafer Bozkurt: Aslında yaşım ilerlediği için iş yükünü mümkün olduğu kadar azaltmaya çalışıyorum. Profesyonel mimarlarla çalışmak ekonomik anlamda gün geçtikçe zorlaştı. Hak etmelerine rağmen kime ne ücret verilse yetmiyor artık. Öyle bir Türkiye oldu. Ama tabii bazı işlerimiz yürüyor. İstanbul'da uluslararası standartta bir spor kulübü binasını yeni teslim ettik. Ege’de eski bir yağ fabrikasının turizm tesisine dönüşümü için çalışıyoruz. Uzun zamandan beri uğraştığımız, 310 hektarlık alanda büyük bir toplu konut yerleşkesi var. İmar planlarını bitirdik, yaklaşık 2 milyon metrekare inşaat alanı olan bir proje. Yani bugünlerde uzun soluklu projelerle uğraşıyoruz.
Genel bir formasyonda, genel bilgilerle dolu bir mimar artık istenmiyor. Alt dallara, cephe, akustik gibi uzmanlıklara fazlasıyla önem verilmeye başlandı. Fakat bu da yetişen 100 mimarın ancak 3-5 tanesinin bütünsel düşünebilecek şekilde yetişmesine neden oldu.
Şantiye: Meslekte sizce neler değişiyor?
Cafer Bozkurt: Çok şey değişiyor. Bu işe eğitimden başlamak lazım. Mimarlık eğitimi kırpıldı. Genel bir formasyonda, genel bilgilerle dolu bir mimar artık istenmiyor. Alt dallara, cephe, akustik gibi uzmanlıklara fazlasıyla önem verilmeye başlandı. Fakat bu da yetişen 100 mimarın ancak 3-5 tanesinin bütünsel düşünebilecek şekilde yetişmesine neden oldu. Ayrıca öğrenciler dijital dünyada eğitilmeye başlandı gibi geliyor bana. Yani test çocuğundan internet çocuğuna döndü. Sanki öğrencilere, “internetten bakın öğrenin deniliyor. Bence tasarım çok önemli ama tasarımın doğru yapıya dönüşmesi lazım.
Yapıdır önemli olan, yapının kalitesi, kalitesinin içinde de sağlamlığı, fonksiyonelliği, estetiği önemlidir. Şu andaki mimarlık eğitiminden strüktür tasarımı bilgileri kırpılırsa, mimarlık eğitiminde tasarı geometri kaldırılırsa nasıl mimar olunur ben merak ediyorum. Ayrıca bizim öğrenciliğimizde tüm fakültedeki 5 yıllık öğrencilerin tümü 270 öğrenci olmasına rağmen 82 öğretim üyesi vardı. Yani 3-4 öğrenciye bir hoca düşerdi. Şimdi bir hocaya 200-300 öğrenci düşüyor. Sınıflar 500 kişilik. Çocuklar bırakın hocaları, dekanı bile tanımıyor. Fakülteye bir kursa gider gibi gidiyor öğrenciler. Ama mimarlık bu yöntemle öğrenilebilecek bir meslek değil.
Şantiye: Peki şu andaki mimarlık ortamını nasıl görüyorsunuz? Siz Serbest Mimarlar Derneği’nin kurucularındansınız... Genel olarak yorumlarınızı alabilir miyiz?
Cafer Bozkurt: Hem iyi hem de kötü denebilecek şeyler var. Bir kere çok kaliteli mimarlarımız olduğu açık... Ama çok kaliteli mimarlar ancak çok özel işleri yapabiliyorlar. Türkiye’de diyelim ki 90 bin kayıtlı mimar var. Bunlar ülke içinde yayılarak hizmet vermeliler, homojenliği sağlamalılar. Maalesef mimarların çoğu büyük kentlerde kümelenmiş. Yani Anadolu’da aslında yeterli bir mimarlık uygulaması olduğunu düşünmüyorum. Dolayısıyla mimarlık eğitimi alan mimarların önemli bir bölümünün memleketlerine dönüp, oralarda görev almaları, kendi bölgelerine mesleki katkı sunmalarının sağlanması gerekir.
Ülke insanının yaşamına uygun olmayan yapı tipolojileri uygulanıyor
Şantiye: Sizce geleceğin binaları nasıl olacak; veya olmalı?
Cafer Bozkurt: Ondan önce şunu eklemek istiyorum... Son 20 senede Türkiye’de çok fazla bina yapıldı. Ve özellikle büyük olanları hep rant amaçlıydı. Özellikle çok katlı yapıların pek çoğunun konut mu iş yeri mi olduğu belli değil. Söz konusu yapıların çoğu da boş duruyor şu an. Yapı tipolojisi seçimi yanlış yapılıyor Türkiye’de. Yani bir mahalle anlamında konut yerleşkeleri üretilemiyor. Ayrıca plan yapılırken gerekli sosyal donatı, sağlık, eğitim alanları doğru bir şekilde düzenlenmiyor ve bu alanlar da sonradan yine rant merkezli bir şekilde pazarlanıyor. Böyle bir şey olmaz. Ülke insanının yaşamına uygun olmayan yapı tipolojileri uygulanıyor diye düşünüyorum. Bunların bir bütün içinde yapılması gerekiyor. Bugün yapı tekniği ve yapı malzemesi çok geliştiği için daha kaliteli binalar yapılıyor. Ama bu yapıların hepsi bizim halkımıza uygun mu, tartışılır. Güneşli bir yerde, çok katlı bir binada 1,5 metrelik balkonu anlamıyorum; zaten kapatıyor kullanıcı o balkonu sonradan. Ülke şartlarına ve yaşamımıza daha uygun yapılar yapılmalı. Şu anda deprem bölgesine yapılan TOKİ konutlarına da şüpheyle yaklaşıyorum. Oradaki kırsal hayatı olan adamları apartmanlardaki küçücük balkonlara hapsediyorlar gibi geliyor bana. TOKİ ilk dönemlerinde çok yanlış yapılar yaptı. Mardin ile Bursa Osmangazi’ye yapılan toplu konut aynı plan anlayışında olmamalıydı. Her bölgenin iklimi, güneş alışı vs. farklıdır. İstanbul Bağdat Caddesi’ndeki bir apartman ile Gaziantep’teki bir apartman birbirinin kopyasıysa orada çok ciddi bir sorun var demektir.
Yapı Projesi hazırlanmasında tasarıma yeterli zaman ayrılmadığı için şantiyelerde işler hep avan proje seviyesindeki ruhsat projeleriyle başlıyor. Özellikle büyük inşaatlar için şantiyede bir uygulama proje bürosu kuruluyor... Bizde çok kısa sürede proje yapıldığı için sürekli eksikler çıkıyor ve şantiyede işler çok seneye uzuyor. Mimari projeler tüm detay ve spesifikasyonları ile, tüm mühendislik projeleri ve uygulama detayları ile bitirilip inşaata başlanırsa yapı kısa zamanda ve daha ekonomik bitirilir.
Şantiye: Şantiyeler sizin için ne ifade ediyor?
Cafer Bozkurt: Şantiyeleri severim ve tasarladığım yapıların şantiyede yapımını izler ve denetlerim. Bir yapıyı müteahhit gibi takip eder, müteahhit kadar sahip çıkarım. Lazım olan detayı veririm. Yani Almanya’da bir mimar nasıl görev yapıyorsa onun gibi çalışırım. Proje uygulamasının sürecinde sonuna kadar sorumluluğunu taşır, şantiyeye de sık sık giderim.
Bu kapsamda şantiyelerdeki bir gözlemimden de bahsetmem doğru olur. Maalesef ülkemizde ara eleman sıkıntısı çok büyük. Herkes mimar veya mühendis olmak istiyor ama çok ciddi de bir ara eleman eksikliği problemi var. Eğitim sistemimiz meslek piramidini doğru düşünüp doğru yönlendirme yapamıyor. Teknisyen sayısının mimar ve mühendis sayısından çok daha fazla olması gerekir.
Yapı Projesi hazırlanmasında tasarıma yeterli zaman ayrılmadığı için şantiyelerde işler hep avan proje seviyesindeki ruhsat projeleriyle başlıyor. Özellikle büyük inşaatlar için şantiyede bir uygulama proje bürosu kuruluyor. Bir bakıyorsun, projeyi yapan büro birden fazla proje için
5 kişilik ekiple çalışırken, şantiyede bir proje için 10 kişilik şantiye bürosu yapımı yetişmek için proje hazırlıyor. Eğer bir proje için yeterli zaman ayrılırsa şantiyedeki yapının uygulaması daha kısa bir sürede tamamlanır. Ama bizde çok kısa sürede proje yapıldığı için sürekli eksikler çıkıyor ve şantiyede işler çok seneye uzuyor. Mimari projeler tüm detay ve spesifikasyonları ile, tüm mühendislik projeleri ve uygulama detayları ile bitirilip inşaata başlanırsa yapı kısa zamanda ve daha ekonomik bitirilir. Ama Türkiye’de böyle olmuyor.
Şantiye: Prefabrikasyon da belki çizdiğiniz tabloda katkısı olan unsurlardan bir tanesi olabilir.
Cafer Bozkurt: Yapıların zemin iyileştirilmesi yapılıp, temel ile bodrum perdeleri inşa edildikten ve zemin kotuna ulaştıktan sonra, taşıyıcı sistem modüler bir kalıp sistemi ile monoblok bir betonarme yapı veya prekast taşıyıcı elemanlar ile inşa edilebilir. Cephe elemanları, merdiven, pencere, kapı, mutfak ve banyo elemanları tamamen fabrikalarda üretilip şantiye montaj alanı haline çevrilebilir. Bu üretimlerde depremde zarar görmüş yerlerin yakın çevrelerinde kurulacak fabrikalarda üretim yapılabilir. Bu da ulaşım maliyetlerini azalttığı gibi çevre insanına da iş alanı yaratmış olur.
3 Nisan 2024
Türkiye'nin en ESKİ ve en çok ZİYARET EDİLEN şantiyesi: ŞANTİYE®...
İnşaata dair "KAYDADEĞER" ne varsa... 1988'den bu yana...
Şantiye®nin ürettiği, derlediği ve yayınladığı içeriklerde öncelik “KAMUSAL YARAR”dır...
Ve yayınlanan içeriğin “ÖZEL” olmasına özen gösterilir...
BASILI DERGİ + E-DERGİ + SANTİYE.COM.TR + SOSYAL MEDYA + DİJİTAL PLATFORMLAR...
İnşaat sektörünün buluşma noktası Şantiye®, “Güven”i temsil eden “Basılı bir Yayın” olma özelliğinin yanı sıra yenilenen web sitesi, Turkcell Dergilik ve Türk Telekom E-Dergi gibi mobil uygulamalardaki varlığı, 42 bin E-Bülten abonesi ve 85 bin sosyal medya takipçisi-bağlantısıyla inşaat sektörünün en önemli iletişim platformlarından biri olmaya her ortamda devam ediyor... 1988'den bu yana...
Şantiye® ayrıca yapı sektörüne "Şantiye'nin Yıldızı Ödülü", "Yılın Yeşil Yapı Malzemesi / Teknolojisi Ödülü" ve "Şantiyeden Kareler Fotoğraf Yarışması" gibi farklı organizasyonlarla da katkı sunuyor.
Şantiye®nin son sayısı da dahil 1988 yılından bugüne kadar yayınlanan TÜM SAYILARINA E-Dergi olarak göz atmak için lütfen tıklayın...
Şantiye®, başta ABONELERİ olmak üzere 2020-2024 yıllarında ilan veren firmalar ABS Yapı, Akyapı, Alumil, Anadolu Motor (Honda), Alkur, Ak-İzo, Altensis, Arbiogaz, Aremas, Arfen, Assan Panel, Asteknik, Atos, Batıçim, Baumit, Betek, Betonblock, Borusan CAT, Bosch Termoteknik, Bostik, BTM, Buderus, Bureau Veritas, Çimsa, Çuhadaroğlu, Çukurova Isı, Duyar Vana, DYO, Efectis ERA, Ekomaxi, Elkon, Emülzer, Eryap, Filli Boya, Fixa, Fullboard, Form Endüstri Ürünleri, Form Endüstri Tesisleri, Form MHI (Mitsubishi Heavy Industries) Klima, Garanti Leasing, GF Hakan Plastik, Gökçe Brülör, Grundfos, Hilti, IQ Alüminyum (by Deceuninck), İNKA, İntek, İpragaz, İstanbul Teknik, İzocam, İzoser, Kalekim, Knauf, Knauf Insulation, Komatsu, Köster, Kuzu Grup, LG, Marubeni, Masdaf, Master Builders Solutions, MBI Braas, Meiller Kipper (Doğuş Otomotiv), Messe Frankfurt, Messe München/Agora Tur., Mekon, Mitsubishi Chemical, Nalburdayim.com, NETCAD, ODE, Ökotek, Özler Kalıp, Özpor, Panasonic, PERI, Pimakina, Polyfibers, Polyfin, Prometeon, Ravago, Rehau, Saint Gobain Türkiye, Saray Alüminyum, Schüco, Selena (Tytan), Sentez Mekanik, Serge Ferrari, Shell, Siemens, Sistem İnşaat, Soudal, Sika, Şişecam, Temsa, TMS, Tekno Yapı, Türk Ytong, Tremco illbruck, Vaillant, Vekon, Wermut, Wilo ve Xylem’in değerli katkılarıyla hazırlanmaktadır.
ABONE OLMAK İÇİN
Bir yıllık abonelik bedelimiz olan 1200 TL (6 Sayı, KDV Dahil)'yi TR70 0001 0008 5291 9602 1550 01 IBAN no’lu hesabımıza (Ekosistem Medya) yatırıp; ardından dekontu, açık adresinizi ve fatura bilgilerinizi (şahıs ise TC kimlik no; firma ise vergi dairesi-numarası) santiye@santiye.com.tr adresine e-posta veya 0532 516 03 29 no’lu telefona WhatsApp / SMS aracılığıyla ulaştırabilirsiniz.