Youtube kanalımızda gerçekleştirdiğimiz, sonrasında web sitemizin ŞantiyeTV sayfalarında ve Şantiye®nin basılı versiyonunda yayınladığımız “10 SORUDA...” isimli canlı yayın serimizin 1 Mart 2023 Çarşamba günkü konusu “Deprem, İnşaat Sektörü ve Hukuki Mağduriyetler & Hukuki Sorumluluklar”; konuğu ise Kentsel Dönüşüm ve Hukuk Platformu Başkanı ve Öngören & Karali Hukuk Bürosu Kurucu Ortağı Prof. Dr. GÜRSEL ÖNGÖREN’di. Prof. Dr. Öngören programda, yaşanan acı depremi bir hukukçu olarak değerlendirdi ve “Bu kadar zararın teknik ve hukuki anlamda sorumlusu kim”, “Müteahhit, yapı denetim mekanizması, yerel otorite ve yasa koyucu bu zincirin neresinde”, “Depremzede, binası hasar gören, yakınlarını kaybeden, sağlığından olan vatandaş hukuki anlamda nasıl bir yol izlemeli, ne yapmalı?”, “Zarar gören şehirlerin dönüşümü, binaların yapımı ve şehir planlaması nasıl olmalı”, “Vatandaş bu süreçte nelere dikkat etmeli” ve “Kentsel dönüşüm konusunda ülkenin imkan, fırsat, risk ve sorunları neler” gibi soruların cevaplarını Şantiye® okurları için verdi.
1) Depremi ve sonrasında yaşanan süreci bir hukukçu olarak nasıl görüyorsunuz? Ne yaşanıyor, neler oluyor, nasıl bir tablo var karşımızda?..
Bir hukukçu olarak yaşanan sürece baktığımda ilk dikkatimi çeken ve gördüğüm şey sürecin kötü bir yönetimi... Yani deprem öncesi, deprem kurtarması ve yaraların sarılması açısından kötü bir kamu yönetimiyle karşı karşıyayız. Çünkü ister bir şirket, isterse bir kamu kurumu olsun başarı için üç temel unsur vardır. Öncelikle alanı iyi düzenlemek, yani kuralları koymak. İkincisi uygulamayı yönetmek ve üçüncüsü de denetlemektir.
Baktığımızda ülkemizde pek çok yasal düzenlemenin olduğunu görüyoruz. Afet Kanunu var, Kentsel Dönüşüm Kanunu ve birçok yönetmelik var. Yani uygulanacak kurallar ve düzenleme açısından bir eksiğimiz yok. Fakat sonrasında devreye yönetme veya yönetim girdiğinde hem deprem öncesi önlem alma konusunda hem de deprem sonrası kurtarma ve yaraları sarma konusunda verimli bir organizasyon kurulamadığı aşikar. İster kurtarma ister can kaybını önleyecek engellemeler olsun, ikisinde de büyük bir verimsizlik ve başarısızlık kendini gösteriyor. O yüzden her şeyin başında yönetimin yetersizliği veya yetkinliği önem arz etmeye başlıyor.
“İlk aşamada süreçleri yönetim başarısızlığı ile liyakat ve deneyim eksikliğinin göze çarptığını söyleyebilirim...”
Yönetim dediğimiz ise neticede seçtiğimiz kişiler ve bu kişilerin görevlendirdiği kişilerdir. Eğer kişiler eğitim ve deneyim açısından yetersizlerse, yönettikleri kurumların da başarısız olması maalesef yüksek bir ihtimaldir. Bu açıdan yönetime liyakatli, yani alanında eğitim almış ve daha önceki deneyimleriyle başarılı olmuş kişilerin getirilmemesinin en temel sorunumuz olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla ilk aşamada süreçleri yönetim başarısızlığı, yönetimdeki liyakat ve deneyim eksikliğinin göze çarptığını söyleyebilirim.
2) Tabii bu bir zincir... Zincirin en üstünde yönetimin altı çizilebilir ama zincirin diğer halkalarından da bahsedebiliriz belki... Mesela müteahhitler, hep en çok suçlanan gruptur. Müteahhidi siz nerede görüyorsunuz bu zincirin halkaları arasında?
Müteahhit de tabii bu zincirin içinde ve depremde yıkılan yapılarda müteahhitlerin sorumluluğu var. Ama bu sorumluluk sadece müteahhidin değil. Bu müteahhidi seçen, onun yaptığı işi denetlemeyen arsa sahibinin/bina sahibinin de sorumluluğu bulunuyor. İnşaatı denetlemekle sorumlu olan yapı denetim şirketinin de; ruhsata aykırı kat çıkıldıysa, binanın projesindeki statik dayanım bozulmuşsa buna izin veren belediyenin; kaçak yapılara elektrik, su ve doğalgaz bağlanmasına izin veren yetkililerin; içinde oturulmasına izin veren ve bunlara iskan veren belediyenin; bu binanın riskli olup olmadığının bugüne kadar (99 depreminden bu yana) tespit edemeyen, tespit edilenleri yıktıramayan belediyeleri denetleyemeyen Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı yöneticilerinin; Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Genel Müdürlüğü yöneticilerinin; deprem öncesi yeterli önlemleri alamayan, deprem sonrası canları kurtaramayan hükümetin de sorumluluğu var. Bunlar hep beraber vatandaşın can ve mal kaybının bedelini ödeyecekler. Yani hem ceza davaları gündeme gelecek hem maddi-manevi tazminat davaları gündeme gelecek. Bunların hepsinin bir sorumlusu olacak ama her şeyin başında, ana sorumlunun, ülkeyi 99 depreminden sonra yöneten kişiler olduğuna inanıyorum. Çünkü halk olarak biz bu kişilere oy verdik ve iktidara getirdik. Saraylarda oturuyorlar ve çakarlı arabalarla geziyorlar. Odacıları, korumaları, mali olanakları ile ellerine bir kamu gücü vermiş durumdayız. Amacımız neydi? Tabii ki öncelikle can ve mal güvenliğimizi korumalarıydı. Sonrasında ise ulusu zenginleştirmeleri, milli servetimizi artırmaları, iş ve aş sorununu çözmeleriydi. Ellerine teslim ettiğimiz yıllık 250 milyar dolarlık bütçeyi öncelik olan alanlarda kullanmalarını bekliyorduk. Bu önceliklerden biri de depreme karşı güvenli kentler oluşturmak olmalıydı. Çünkü 99 depreminde Marmara’da 17 bin vatandaşımız ölmüştü, 150 bin bina hasar görmüştü. O günden bu yana 25 yıldır ülkedeki bina stoğunun kamu binaları başta olmak üzere, fabrikaların, konutların, en az üçte birinin depreme dayanıksız olduğu ortadaydı. O dönemdeki bütün bakanların açıklamalarında özellikle 2011 Van depreminden sonra çıkartılan Kentsel Dönüşüm Yasası ile ilgili açıklamalarında hep bu çürük bina stoğu gündemdeydi. Yani, 99 depremi sonrasında depremden kaynaklanan mali kayıplar ve verimsizlik yüzünden 2001 ekonomik krizini yaşamıştık. Şimdi bunlar yaşanmışsa, siyasi iktidar de doğal olarak sınırlı mali kaynakların nerelere öncelikli olarak harcanması gerektiğini biliyordu. Şimdi bu siyasetçi de neticede yönetim örgütünün başında. Yani biz, ülkenin mali kaynaklarının deprem sebebiyle oluşacak can ve mal kaybının önlenmesi önceliğine uygun olarak kullanılmasını bekliyorduk.
“Hükümetin önceliğini hem hukuken hem siyaseten yanlış belirlediği ortada...”
Kısaca, yıllık 250 milyar dolarlık bir bütçemiz var. Bunu duble yollara, köprülere, lüks havalimanlarına, Kanal İstanbul’a, F16’lara veya füze savunma sistemlerine harcayabiliriz. Ya da bunlardan tasarruf ederek, ülke nüfusunun yüzde 72’sinin deprem kuşağı üzerinde yaşadığını göz önünde bulundurup evlerin, okulların, fabrikaların depreme karşı güvenli hale getirilmesini sağlayabiliriz. Hükümetin bunu önceliklendirmesi gerekiyordu. Beklenti buydu. Aslında kentsel dönüşüm faaliyetleriyle birlikte algı olarak da böyle bir öncelik oluşturuldu. 1999’dan Van Depremine kadar maalesef biraz boş geçti. Ama Van Depremi olduktan sonra herkes ayıldı ve bu doğrultuda yeniden kentsel dönüşüme başlandı. Ama 2012’den 2023’e kadar, yani 11 yıllık uygulamaya baktığımızda maalesef kentsel dönüşüm faaliyetlerinde sadece yüzde 10-15’lik depreme dayanıklı yapı dönüşümü oluşturulduğunu görüyoruz. Yani 7 milyon konuta karşılık 1,5 milyon konut dönüşüm geçirebilmiş. Çok başarılı bir algı yaratıldı fakat 6 Şubat Depremiyle aslında “kralın çıplak olduğu” ortaya çıktı. Doğal olarak ana sorumlu olan hükümetin önceliğini hem hukuken hem siyaseten yanlış belirlediği ortada.
“Müteahhitten ve arsa sahibinden başlamak üzere yapı denetim şirketleri, belediye görevlileri, bakanlık görevlileri, yani en alttan en üste kadar bütün kamu görevlilerinin sorumluluğu var...”
3) Vatandaş her yönden ciddi bir mağduriyet yaşıyor. Hem ekonomik anlamda hem sağlık hem çevresel anlamında ciddi sorunlar var. Vatandaşlarımız haklarını nasıl talep edecekler? Hukuki olarak bir şey talep edebilecekler mi? Nasıl bir yol izlemeliler?
Bu konuda en önemli dayanak hukuk. Neticede vatandaşlar Adalete sığınmak amacıyla Yargı’ya çeşitli müracaatlarda bulunacaklar. Hem bu işte sorumlu olan kişilerin ceza hukuku anlamında ceza almaları için hem de evleri yıkılmışsa evlerinin bedelleri, eşyalarını kaybetmişse eşyalarının bedelleri, yaralanmışlarsa sağlık ve tedavi giderlerini ilgili sorumlulardan isteyecekler. Buna ek olarak da yakınları, anne-babaları, çocukları, eşleri vefat etmiş kişilerin de hem maddi hem de manevi tazminat talep etme imkanları var. Neticede burada kusurlu olan bir güruh bulunuyor. Müteahhitten ve arsa sahibinden başlamak üzere yapı denetim şirketleri, belediye görevlileri, bakanlık görevlileri, yani en alttan en üste kadar bütün kamu görevlilerinin sorumluluğu var.
“Acılara gark olmuş, yakınını kaybetmiş, malları-mülkleri heder olmuş, evleri yıkılmış insanları 10 yıl mahkemelerde uğraştırmak kamu vicdanına uygun bir şey değil... Bu konudaki mağduriyetler klasik yargıyla çözülemez...”
Ancak bu davalar maalesef Türkiye’de Yargı’nın verimsiz çalışması, hatta suskunluğu sebebiyle yıllarca sürüyor. Yani bu davaların kusur oranları, bilirkişi raporları, bilirkişi raporlarına itirazlar nedeniyle 10 yıl sürmesi durumu söz konusu. Şimdi, zaten acılara gark olmuş, yakınını kaybetmiş, malları-mülkleri heder olmuş, evleri yıkılmış insanları 10 yıl mahkemelerde uğraştırmak gerçekten kamu vicdanına uygun bir şey değil. Türkiye’de şu anda Yargı’nın içinde bulunduğu durumu çözmek için güçlü bir yargı reformu gerekiyor. Büyük bir yapısal değişim oluşturmak gerekiyor. Ancak bunu vatandaşın bekleyebilecek bir imkanı yok. O yüzden bu işi klasik yargıya yönlendirmek yerine devletin ara çözümler bulması şart. Yani, Adalet Bakanlığı’nın en büyük işi bence bu olmalı. Bu konudaki mağduriyetler klasik yargıyla çözülemez. O yüzden bazı özel kanunlar ve müesseseler getirilmesi gerekiyor.
Bir kere her şeyden evvel ilk yapılması gereken şey, vatandaşlara ev temin etmek, barınma ihtiyaçlarını karşılamak. Kısa süreli çadır kentlerde, konteyner kentlerde barındırmak mümkün; ama biz geçici barınmanın bir yıl yahut yıllarca sürenini 99 Depreminde, Sakarya’da, İzmit’te, Gölcük’te gördük. O yüzden devletin öncelikle konut yapımına ağırlık vererek veya çevredeki boş konutları, kamu kurumu tesislerini, sahillerimizdeki yazlık evleri depremzedelerin barınmalarına yönlendirerek hızlı çözümler bulması lazım.
Yargı konusunda bir sistem değişikliğinden evvel çok daha kolay, maddi zararları karşılayabilecek bir çözüm de var ortada. Çok sevgili arkadaşım Doçent Memduh Aslan’la üzerinde çalıştığımız bir yöntem kullanılabilir: Bir varlık yönetim şirketi kurulabilir. O bölgedeki vatandaşlarımızın yıkılan evlerinin arsaları, bu varlık yönetim şirketine devredilebilir. Yine DASK’tan alacakları sigorta bedelleri bu varlık yönetim şirketine devredilebilir. Yine halkımızın yardımları bu varlık şirketine transfer edilebilir. Ve bu varlık şirketi bu sermayeyi kullanarak hızla konut üretimine girebilir. Konut üretiminde de yöntem basit. Devlet arsaları temin edecek. Şehrin çeperinde depreme dayanıklı arsalar tespit edilecek. Bu konuda, yine beraber çalıştığım arkadaşım Prof. Dr. Bayram Uzun’un o bölgelere kadastro çalışmaları yaparak dağ eteklerinde uygun olan yerlerin arsalar haline getirilmesi önerisi bana mantıklı geliyor. Çünkü bunlar arsa değil, şu anda devlet malı; öncelikle bunları netleştirmek gerekiyor. Sonra da bu arsaların üzerinde vatandaşa depreme dayanıklı konutları 1-2 yıl gibi kısa bir süre içerisinde yapmak mümkün. Bunun için il bazında da çalışılabilir. Yani her ilde bir varlık yönetim şirketi kurulabilir.
Vatandaşın arsaları neticede harap olmadı. Arsa, hala arsa olarak duruyor. Harap olan şey ev. Metrekare maliyeti 12 bin liradan yapılması gereken bir ev. Diyelim ki, ortalama 100 metrekarelik toplam maliyeti 1 milyon 200 bin lira olan bir daire yapıldı. Buralarda evlerde yine bir üst kullanım hakkı oluşturulabilir. Yani, buranın maliyeti yüksek olduğu için bu evlerin 50 seneliğine sana kullanımını veriyorum; arsayı vermiyorum denilebilir. Bu da dünyada konut yaparken kullanılan yöntemlerden bir tanesi. Yani her şeyden evvel vatandaşı uğraştırmadan bütün haklarını illerde ya da topluca kurulacak bir şirketin içine atıp, arsa hakkını, DASK hakkını, artı müteahhitlerden, belediye yetkililerinden, yapı denetim şirketlerinden tazminat haklarını da bu şirkete temlik edip, vatandaşı uğraştırmadan tazminat bedellerinin takibini yaptırmak mümkün.
“800 bine yakın ev yıkılmış ve oturulamaz durumda. Birkaç milyon davanın söz konusu olduğunu düşünülebilir. Türkiye’de 5-10 yıl süren davaları dikkate aldığınızda, bu dava yükünde görevli olan hakim ve savcıların yetersiz kalacağı ortada...”
4) Şu anda var mı böyle bir hak arayışı?
Şu anda herkes başka şeylerle uğraşıyor, insanlar hala çadırlarda... O yüzden vatandaşların şu anda odaklandığı konu bu değil. Ama neticede önlem alması gereken merci devlet. O yüzden ilgili bakanlıkların, yani Maliye ile Çevre ve Şehircilik bakanlıklarının bu tip projeler üzerinde çalışıyor olması lazım, fazla uzatmadan çözümleri vatandaşa ulaştırıyor olması lazım. Bu aşamada depreme özel mahkemeler kurulabilir. Düşünün, orta hasarlıları da dahil edersek 800 bine yakın ev yıkılmış ve oturulamaz durumda. Burada her ailenin enkazda vefat eden aile üyeleri var. İlk aşamada baktığınız zaman belki birkaç milyon davanın söz konusu olduğunu düşünüyorsunuz. Zaten Türkiye’de 5-10 yıl süren davaları dikkate aldığınızda, bu dava yükünde görevli olan hakim ve savcıların yetersiz kalacağını kolaylıkla tespit etmek mümkün. O yüzden buralara özel, deprem zararlarının tazminine yönelik ya özel mahkemeler oluşturmak gerekiyor ya da var olan mahkemeleri ciddi olarak hakim ve savcılarla takviye edip, özel ihtisas dairelerinin oluşturulması gerekiyor.
Hatta devlet, işi hiç yargıya bırakmadan önce zararlarla ilgili tespitleri yapar, sonra da sorumluları, yaşananlarda kusuru bulunanları çağırarak, zarar konusunda uzlaşı talep edebilir. Devlet bunu mesela terör mağdurları konusunda özel uzlaşma komisyonları kurarak yaptı. Yargıya kalırsa bu iş çok çok uzar ve depremzede vatandaş perişan olur. Yani çözüm çok; ama acil ihtiyaç olan şey, bu yönde hızlı çalışacak bir yönetimsel irade.
“Enkazı topluca vinçlerle kaldırmak yerine delil tespiti yapıp, müteahhidin, yapı denetim şirketinin, belediyenin kusurlarını tespit edip, ileride açılacak davalara delil toplanabilir...”
5) Ortada bir suç olduğu kesin... Diğer taraftan enkaz kaldırılırken deliller de enkazla birlikte kaldırıldı. Delil konusu ne olacak?
Neticede iş bir organizasyon işi. Yani, siz kriz ortamında problem çözmeye yetkin kişiler olarak kriz organizasyonları oluşturursunuz ve bunu çözebilirsiniz. Her şeyden evvel bir yönetim organizasyonu gerekiyor. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, bunu riskli ve hasarlı binaların tespitinde uyguladı. Bölgede ilgili, sorumlu teknik adam olarak 300 kişi varken, bir anda dışarıdan 7 bin teknik personel getirdi. Ve yaklaşık 1,5 milyon binanın az hasarlı, orta hasarlı ya da ağır hasarlı olduğu tespit edilebildi. 15-20 günde 1,5 milyon binanın risk tespitini yapabildi. Aynı şekilde delil tespitleri açısından da yönetim böyle bir organizasyon yapabilirdi. Yani o enkazlara sadece can ve mal güvenliği açısından sınırlı müdahale ederdiniz ilk bir ay içerisinde. Buradaki enkazı kaldırmak yerine can ve mal güvenliğini sağlayabilecek yöntemlerle enkazın içerisine girerdiniz, bu arada yıkılmış olan yaklaşık 650 bin konut için 5-10 bin ilgili kişiyi getirirdiniz ve binaların kusurlarını, enkazı dozerlerle kaldırmadan önce çok rahatlıkla tespit edebilirdiniz. O yüzden her şeyin başı, iyi yönetim sistemi ve bu sistemde görev alabilecek iyi yöneticiler diyoruz. Yapılabilir mi? Evet, yapılabilir. Yani bunların hepsi çok kolay. İki ay içerisinde tespit edilebilir. Şu enkazı topluca vinçlerle kaldırmak yerine öncelikle her enkazda delil tespiti yapıp, müteahhidin, yapı denetim şirketinin, belediyenin kusurlarını tespit edip, ileride açılacak davalara delil olmak üzere bu hazırlıklar yapılabilir.
“Devlet tüm hakları üzerine almalı ve vatandaşa, tazminatları ilgili sorumlulardan tahsil ederek aktarmalı veya yapılacak yeni konut bedelinde kullanmalı...”
6) Mağdur vatandaşlarımız mücadeleyi bireysel olarak mı yürütecekler? Ne öneriyorsunuz depremzede vatandaşlarımıza? Bir an önce yapmaları gereken bir şey var mı?
Bir aceleleri yok... Ceza şikayetleri için en az zaman aşımı süresi 6 aydan başlıyor. Genel davalar için 1-5 yıllık, haksız fiil davaları için 2 yıllık zaman aşımı süreleri var. O yüzden ilk 3 ay sadece bölgedeki barolara gitsinler. Yıkılan evleri için bir delil tespiti yaptırmaya çalışsınlar. Yani tazminat davalarıyla ilk aşamada uğraşmasınlar. Ama bu arada ben kamu yöneticilerimize vatandaşı mahkemelerde uğraştırmamalarını tavsiye ediyorum. Özel çözüm yöntemleri oluşturulmalı. Vatandaşın hem yıkılan konutunun yerine konut alabilmesi için hem de kusurları olan kişilerden maddi-manevi tazminat alabilmesi için yukarıda kısaca özetlediğim bir organizasyon şart. Devletin tüm hakları üzerine alması ve vatandaşa, ilgili sorumlulardan tahsil ederek aktarması veya yapılacak yeni konut bedelinde kullanması. Bunlar hiç zor işler değil.
7) Siz kentsel dönüşüm konusunda yoğun olarak çalışıyorsunuz... Neden başaramadık kentsel dönüşümü?
Kentsel dönüşüm, binaların depreme dayanıklı hale getirilmesinin bir yöntemi. Ama bunun da altında daha temel bir kavram var, o da depreme dayanıklı kentler oluşturmak. Son depremde de bir kez daha fark ettik ki şehrin altyapısı çöküyor. İlk yapmamız gereken şey, kentlerde depreme dayanıklı bir altyapı sistemi oluşturmak. Elektriği, kanalizasyonu, suyu, doğalgazı ve en önemlisi yolları depreme dayanıklı hale getirmek çok önemli. Evet, yer kabuğu hareket ediyor, 4-5 metre sağa sola gidiyor, bazı yerlere o an için o yoldan erişilemiyor ama neticede elinde Karayolları Genel Müdürlüğü diye bir kurum var. Karayolları Genel Müdürlüğü veya belediyeler acil eylem planları yaparak depremde çöken yolları 3-5 saat içerisinde onarabilirler. Artı elektrik, su ve kanalizasyon sistemleri için modüler, bağımsız ama bölgesel açılıp kapatılabilecek birbirlerine entegre sistemler oluşturulabilir. Ama bunları oluşturabilmek için önce bir vizyon, bilgi, kabiliyet ve liyakat sahibi kamu yöneticileri gerekiyor.
Neticede kentsel dönüşümden evvel ilk yapacağınız şey, depreme dayanıklı şehirlerin altyapısını oluşturmak. Sonrasında binaların sağlamlaştırılması amaçlı kentsel dönüşüm yapabilirsiniz. Ama kentsel dönüşümü sadece binaların depreme dayanıklı hale getirilmesi için değil, daha sağlıklı, sosyal donatılara sahip, insanların mutlu olabilecekleri mahalleler oluşturmak için de yapabilirsiniz. O yüzden bina dönüştürmekten ziyade ada bazlı dönüşüm ya da alan bazlı dönüşümü öneriyoruz. Kadıköy’de yapıldığı gibi, üzerine ilave kat verilen imar durumundan dolayı binaları bedava dönüştürmek değil, konuyu mahalle ve alan bazında ele alıp dönüştürmek gerekiyor. Bu yapılamadı maalesef. Sadece bina bazlı ya da site bazlı dönüşümler hayata geçirildi. Aslında dönüşüm 15 yılda, yani 2012 yılından başlamak üzere 2027 yılında bitirilmek üzere kurgulanmıştı; ancak bakıldığında 6,5 milyon konutun dönüştürülmesi yerine sadece 1,5 milyon adet konut dönüştürebilmiş, bir o kadar da yeni konut yapılmış. Yeniler ilk defa konut ihtiyacı olanlara, evlenenlere gitmiş. Demek ki kentsel dönüşüm uygulamada ortaya çıkan bazı sorunlar sebebiyle etkin ve verimli uygulanamamış.
“90 günlük tahliye süresi herkese ağır geliyor...”
Diğer taraftan kağıt üzerinde iyi görünen planların uygulama aşamasında, insanların tepkisiyle de karşılaşabilirsiniz. Kentsel dönüşüme insanlar temelde iki noktada tepki verdi. Birincisi, binaların riskli olup olmadığını tespit etme görevini vatandaşlara bırakıldı. Vatandaş gördü ki, ben binamın riskli olup olmadığını tespit ettiğim andan itibaren, ki binaların yüzde 99’u riskli çıkıyor, benim bunu 90 gün içinde boşaltmam ve kendime yer bulmam, sonra da inşaat organizasyonunu yapmam, organizasyonu finanse etmek için para bulmam lazım. O yüzden bu 90 gün vatandaşın işine gelmedi, 90 günlük binayı boşaltma süresini uygulanabilir bulmadı. O yüzden de vatandaş risk tespitlerini yaptırmadı. Sonra devlet fark etti ki vatandaş risk tespitlerini yaptırmıyor, o halde biz bu belediyelere de risk tespitlerini yaptıralım dedi. Kanuna bu düzenlemeyi koydu. Ancak, belediyeler risk tespiti yaptıkları anda onlar da 90 gün içerisinde riskli binayı boşaltmak zorundalar. Vatandaşın tepkilerinden korktuğu için belediyeler bu risk tespitine girmedi. Biliyoruz ki bugün itibarıyla 28 milyon civarında konut ve işyeri var ülkemizde ve bunun 3’te 1’i riskli. Yani, 1,5 milyonunu düzelttik, ama yaklaşık 6-7 milyon daha konutu dönüştürmemiz gerekiyor. Bunun için her şeyden evvel konutun riskli olup olmadığının tespit etmemiz gerekiyor. Bunu kimse tespit etmiyor. Çünkü 90 günlük tahliye süresi herkese ağır geliyor. O yüzden, madem Kanun uygulanamıyor, vatandaşa rağmen bunu yapamıyorsunuz; yapılması gereken şey bu 90 gün şartını kaldırmak. 1 yıl süre koyun, ilave 6 aylık daha süre koyun 3’er aylık uzatmalar şeklinde. Belediyeler bölgesindeki binaların risk tespitlerini yapsınlar, vatandaşlara bırakmasınlar. Yani depremde yıkılabilecek, tehlikeli binaları tespit etsinler. Ondan sonra da bunu vatandaşlara bildirsinler. “Bu binanız riskli. Ya güçlendirme yoluyla bir önlem almanız ya da yıkıp yapmanız gerekli” demeleri lazım. Yani vatandaşın ilk problemi 90 gündü. Kamu kurumları da bu işin içerisine girdikten sonra aynı problemle karşılaştılar. Öncelikle bunun çözülmesi şart.
İkinci problem ise işin finansal boyutu. Bireysel bazda, emekli insanların evlerinin yıkılıp yeniden yapılması için bir finansman sağlaması imkansız. Çok zor. O yüzden bunu üstlenebilecek veya vatandaşın finansman yükünü hafifletebilecek çözümler bulmanız gerekiyor. Aslında bunun için de çözüm kağıt üzerinde bulundu. Bakanlıkta Kentsel Dönüşüm Özel Hesabı denilen bir fon oluşturuldu. Ama bu fonun içi parayla doldurulamadı. Düşünün 1999 yılından bu yana Deprem Vergisi, Özel Tüketim Vergisi gibi pek çok isim altında 36 milyar dolar para toplandı, kentsel dönüşüm veya şehirleri depreme dayanıklı hale getirmek için. Fakat bu paraların maalesef deprem için kullanılmadığını görüyoruz.
Yani ülkede kağıt üzerinde düzenleme açısından her şey var ama uygulama tıkanıyor ve denetim sıfır. Eskiden denetime 10 üzerinden 1 veriyordum ama şimdi sıfır veriyorum. Çünkü Yargı, Sayıştay, TBMM’deki komisyonlar devre dışı. Yani yönetenleri denetleyecek bir örgüt, bir kurumsal yapı maalesef kalmadı. Zaten eğer ülkedeki cumhuriyetten beri gelen kurumsal yapılar çökmüş ise ve yöneticiler bir ülkede hesap vermiyorsa, denetlenmiyorsa, o ülkenin başarılı olması, o yönetimin başarılı olması mümkün değil.
8) Umudunuz var mı?..
Var tabii, olmaz mı?.. Dünyada hem sosyo-politik hem politik-ekonomik tarihe baktığınız zaman kriz dönemlerinin sonunda hep büyük dönüşümler görürsünüz. Yani kriz dönemlerinden çıkışın yolu yapısal reformlardır. Ve bu yapısal reformları da var olan iktidarlar değil, ortaya çıkan yeni liderler ve organizasyonlar yapıyor. Cumhuriyetin kuruluşunda kurucu bir nesil çıktığı gibi ve çoğu 40 yaş altı gencecik insanlar bütün problemleri çözdükleri gibi, bu dönemde de yeni olanaklar ve kişiler çıkacaktır. Şimdi düşünün 2000’li yıllardayız, 2000 yılında başlayan büyük bilgi ve teknoloji devrimi çok hızlı yol almış durumda. Buna bağlı olarak insanlar arasındaki iletişim ve örgütlenme sosyal medya aracılığıyla en üst seviyeye ulaştı. O yüzden bu dönemde pek çok fikir ve bu fikirleri uygulayabilecek liderler ortaya çıkacak. Ve bunlar işi klasik iktidarlardan alacaklar ve yapısal reformlarla yeni ülke yönetimleri oluşturacaklar. Devlet bakidir ama devleti yönetenler ya da hükümetler başarı ya da başarısızlıklarına göre değiştirilirler. O yüzden de neticede Allah hiçbir zaman devletimize zeval vermez ama başarısız olan iktidarlar ve insanlar gider, yerlerine vizyon sahibi, dünya ile bütünleşmiş, teknolojiyi kullanan, katma değerli üretimler yapabilen, ülkenin problemlerini doğru öncelik sıralarına göre çözebilen yönetimler gelir.
9) Teorik olarak inşaat sektöründe, şehirleşmede, bina imalatında bir değişim yaşanacağı anlaşılıyor...Elinizde bir sihirli değnek olsa ilk ne yapardınız?
İlk yapacağım şey, depremde başarısız olan yöneticilerin hepsini görevden alıp yerlerine hem eğitimleri buna uygun hem de uygulamada deneyimleriyle başarılar elde etmiş kişileri bulup onların yerine atardım.
10) Hocam teşekkürler, eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?
Depremde yakınlarını kaybeden kardeşlerimize başsağlığı, yaralılarımıza şifa, maddi kayıpları olanlara sabırlar diliyorum. Hiçbir zaman umudu kaybetmemiz gerekiyor. Neticede millet olarak el eleyiz, bir ve beraberiz. Başarısız yöneticiler gider, yerlerine 85 milyonluk bir ülkede dünya ülkeleriyle rekabet ederek milli servetimizi artırma ve bunu adaletli olarak dağıtma konusunda başarılı olacak, kendini yaptıkları işlerle kanıtlamış binlerce yöneticimiz var, onların kamu yönetimine dahil olmasıyla sorunların hepsini çözeriz. Acılarımızı kalbimize gömer, tekrar mutlu ve huzurlu olarak yaşamaya devam ederiz.
5 Nisan 2023
Türkiye'nin en ESKİ ve en çok ZİYARET EDİLEN şantiyesi: ŞANTİYE®...
İnşaata dair "KAYDADEĞER" ne varsa... 1988'den bu yana...
Şantiye®nin ürettiği, derlediği ve yayınladığı içeriklerde öncelik “KAMUSAL YARAR”dır...
Ve yayınlanan içeriğin “ÖZEL” olmasına özen gösterilir...
BASILI DERGİ + E-DERGİ + SANTİYE.COM.TR + SOSYAL MEDYA + DİJİTAL PLATFORMLAR...
İnşaat sektörünün buluşma noktası Şantiye®, “Güven”i temsil eden “Basılı bir Yayın” olma özelliğinin yanı sıra yenilenen web sitesi, Turkcell Dergilik ve Türk Telekom E-Dergi gibi mobil uygulamalardaki varlığı, 42 bin E-Bülten abonesi ve 85 bin sosyal medya takipçisi-bağlantısıyla inşaat sektörünün en önemli iletişim platformlarından biri olmaya her ortamda devam ediyor... 1988'den bu yana...
Şantiye® ayrıca yapı sektörüne "Şantiye'nin Yıldızı Ödülü", "Yılın Yeşil Yapı Malzemesi / Teknolojisi Ödülü" ve "Şantiyeden Kareler Fotoğraf Yarışması" gibi farklı organizasyonlarla da katkı sunuyor.
Şantiye®nin son sayısı da dahil 1988 yılından bugüne kadar yayınlanan TÜM SAYILARINA E-Dergi olarak göz atmak için lütfen tıklayın...
Şantiye®, başta ABONELERİ olmak üzere 2020-2024 yıllarında ilan veren firmalar ABS Yapı, Akyapı, Alumil, Anadolu Motor (Honda), Alkur, Ak-İzo, Altensis, Arbiogaz, Aremas, Arfen, Assan Panel, Asteknik, Atos, Batıçim, Baumit, Betek, Betonblock, Borusan CAT, Bosch Termoteknik, Bostik, BTM, Buderus, Bureau Veritas, Çimsa, Çuhadaroğlu, Çukurova Isı, Duyar Vana, DYO, Efectis ERA, Ekomaxi, Elkon, Emülzer, Eryap, Filli Boya, Fixa, Fullboard, Form Endüstri Ürünleri, Form Endüstri Tesisleri, Form MHI (Mitsubishi Heavy Industries) Klima, Garanti Leasing, GF Hakan Plastik, Gökçe Brülör, Grundfos, Hilti, IQ Alüminyum (by Deceuninck), İNKA, İntek, İpragaz, İstanbul Teknik, İzocam, İzoser, Kalekim, Knauf, Knauf Insulation, Komatsu, Köster, Kuzu Grup, LG, Marubeni, Masdaf, Master Builders Solutions, MBI Braas, Meiller Kipper (Doğuş Otomotiv), Messe Frankfurt, Messe München/Agora Tur., Mekon, Mitsubishi Chemical, Nalburdayim.com, NETCAD, ODE, Ökotek, Özler Kalıp, Özpor, Panasonic, PERI, Pimakina, Polyfibers, Polyfin, Prometeon, Ravago, Rehau, Saint Gobain Türkiye, Saray Alüminyum, Schüco, Selena (Tytan), Sentez Mekanik, Serge Ferrari, Shell, Siemens, Sistem İnşaat, Soudal, Sika, Şişecam, Temsa, TMS, Tekno Yapı, Türk Ytong, Tremco illbruck, Vaillant, Vekon, Wermut, Wilo ve Xylem’in değerli katkılarıyla hazırlanmaktadır.
ABONE OLMAK İÇİN
Bir yıllık abonelik bedelimiz olan 1200 TL (6 Sayı, KDV Dahil)'yi TR70 0001 0008 5291 9602 1550 01 IBAN no’lu hesabımıza (Ekosistem Medya) yatırıp; ardından dekontu, açık adresinizi ve fatura bilgilerinizi (şahıs ise TC kimlik no; firma ise vergi dairesi-numarası) santiye@santiye.com.tr adresine e-posta veya 0532 516 03 29 no’lu telefona WhatsApp / SMS aracılığıyla ulaştırabilirsiniz.