Yaşanan depremle ilgili görüşlerini aldığımız İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Fusun Sümer, “İnşaat mühendisi olarak ne dediysek, hangi uyarılarda bulunduysak ve hangi tehlikelere işaret ettiysek hemen hemen hepsinin 6 Şubat Kahramanmaraş depremlerinde gerçekleştiğini gördük. On yılların ihmali, bilimin ve mühendisliğin yok sayılması bizleri derin bir trajediyle karşı karşıya bıraktı” diyor ve uyarıyor: “Yapı stokumuz güvenli değil ve kayda değer kısmı mühendislik hizmeti almadan kaçak, ruhsatsız üretilmiş ya da proje dışı müdahalelerde bulunulmuş yapılardan oluşuyor. Bu tür yapıların deprem sırasında nasıl bir tepki vermesi bekleniyor ki...”
Şantiye®: Tüm bu yaşananlardan sonra bir meslek erbabı değil de bir insan olarak hisleriniz neler?
Fusun Sümer: Bütün bu sürecin en zor kısmı buydu aslında... Deprem sonrası pek çok basın yayın organına demeç verdim, canlı yayınlara katıldım. Tabii ki kamuoyu mesleki değerlendirmeleri merak ediyordu, sohbetler ağırlıkla bu çerçevede sürdü. Lakin bir de insan olarak, yurttaş olarak, bir kadın olarak neler yaşadık? Nasıl etkilendik? Söylemeliyim ki yakınlarımıza, ailelerimize, sevdiklerimize, işin doğrusu hayata bakışımız değişti. Bir anda bütün bir kent, bütün bir toplumsal hayat neredeyse yok oldu. Bu durum, gündelik üzüntüleri, gerginlikleri, hatta kırgınlıkları bile anlamsızlaştırdı. Aileler parçalandı, çocuklar anne ve babasız, anneler ve babalar da evlatsız kaldı. Her bir acıda empati yapmaya çalıştık. Ancak olmuyor tabii, nafile. En fazla “hissetmeye” çalışıyorsunuz, o noktayı aşamıyorsunuz. Sadece kayıplar üzerinden de değil. Deprem sonrası bölgede temel insani ihtiyaçların yoksunluğu yaşandı. Hâlâ da yaşanıyor. Televizyon ekranlarından tanık olduğumuz zorlukları milyonlarca insan bizzat yaşadı. Yaşamaya da devam ediyor. Yüz binlerce insan kentlerini, mahallelerini terk etmek, kendi ülkelerinde sürgün yaşamak zorunda bırakıldılar. Bu çok acı. Evler, işyerleri yok oldu, nasıl telafi edilecek bu? Hem duygusal hem de ekonomik açıdan telafi edilemez bir tablo. Baş sağlığı ve sabır dilemek dışında insanın elinden bir şey gelmiyor. Bu zaman zarfında deprem mağdurlarıyla geliştirilen toplumsal dayanışma ilişkisinin bir parçası olmaya çalışarak, işin doğrusu bu acı tanıklığın yükünü bir parça azaltabiliyoruz. Odamızın ve gönüllü meslektaşlarımızın bölgedeki mesleki desteği önemliydi.
Bütün bunlara ilaveten, insan ve inşaat mühendisi olarak duygularımız iç içe geçti diyebilirim. Şöyle ki, inşaat mühendisi olarak ne dediysek, hangi konularda uyardıysak, hangi tehlikelere işaret ettiysek hemen hepsinin, 6 Şubat Kahramanmaraş depremlerinde yaşanan yıkımla beraber gerçekleştiğini gördük. İşte bu haklı çıkma hali, bizleri bir başka acıyla, bir başka hüzünle, bir başka ağırlıkla karşı karşıya bıraktı. Depremden bu yana kendime sorduğum tüm soruların odak noktasında bu duygu yer alıyor. Acaba yetersiz mi kaldık, eksik mi bıraktık, ihmal mi ettik? Merkezi ve yerel düzeyde iktidar sahiplerini harekete geçirebilir miydik?
Yapılması gerekenler konusunda her zaman fazlasıyla çaba harcadığımızı kamuoyu bilmektedir. Deprem konusunda on yıllardır, sayısız etkinlik düzenledik, bilimsel toplantılar yaptık. Ulusal/uluslararası bilim insanlarını bir araya getirdik. Önemli tartışmalar gerçekleştirdik. Sorunun çözümüne dair uygulanabilir öneriler geliştirdik. En önemlisi de bunları sadece kamuoyuyla değil, iktidarlarla da paylaştık. Ne yazık ki harekete geçiremedik. Hatta suçlandık. Önerdik, eleştirdik, bırakalım harekete geçilmesini, sert karşılıklar aldık, politika yapmakla suçlandık, yapı üretim sürecinin dışına itildik. Bunlar kamuoyunun da malumu; ancak yine de haklı çıkmanın ağırlığı çöktü üzerimize. Keşke biz yanılmış olsaydık, keşke elimizde tılsımlı bir değnek olsaydı da sonucu değiştirebilseydik.
Sarf ettiğim son cümle sohbetimiz başka noktaya taşınacak gibi duruyor aslında; çünkü 20 yıldır merkezi iktidarda bulunan, belki de 40 yıldır bölgedeki kentleri yöneten mevcut siyasi erkin harekete geçmesi, sorumluluğunu yerine getirmesi ancak ve ancak tılsımlı bir mucize olurdu. Ne yazık ki bu olmadı ve on binlerce yurttaşımız hayatını kaybetti. On yılların ihmali, bilimin ve mühendisliğin yok sayılması bizleri derin bir trajedi ile karşı karşıya bıraktı.
“Yapı stokumuzun kayda değer kısmı mühendislik hizmeti almadan kaçak, ruhsatsız üretilmiş ya da proje dışı ekleme ve çıkarma yapılmış yapılardan oluşuyor. Bu tür yapıların deprem sırasında nasıl bir tepki vermesi bekleniyor ki?”
Şantiye®: Nedir ana sorun? Neden bu trajediyi yaşadık?
Fusun Sümer: Öncelikle karşı karşıya kaldığımız trajedi asla şaşırtıcı değil. Yaşadığımız “asrın felaketi” de değil. Böyle ifade etmek, sorumluluğu doğaya yıkma gayretinden başka bir şey olmaz.
Trajedi tanımı şu nedenle önemli... 1509 İstanbul depremi tarihçiler tarafından “küçük kıyamet” olarak tanımlanmıştır. Uluslararası bilim çevreleri tarafından olası bir Marmara depreminin ülkemiz için “büyük trajedi” olacağı ifade edilmiştir. Bu nedenle bizler pek çok yayınımızda “trajedi” metaforunu kullandık. Metinlerde metafor olarak yer alan trajediyi ne yazık ki gerçek anlamda yaşadık. İstanbul için öngörülmüştü, Kahramanmaraş depreminde gerçekleşti. Marmara’da deprem olsaydı “trajedi” öngörüsü yine dayanaklı çıkacaktı. Çünkü İstanbul, Hatay, Kahramanmaraş, Adıyaman ya da herhangi başka bir il depreme maruz kalırsa mevcut durum trajediyi hazırlayacak potansiyel taşıyor. Çünkü yapı stokumuz güvenli değil. Kayda değer kısmı mühendislik hizmeti almadan kaçak, ruhsatsız üretilmiş ya da proje dışı ekleme ve çıkarma yapılmış yapılardan oluşuyor. Bu tür yapıların deprem sırasında nasıl bir tepki vermesi bekleniyor ki?
Uzun yıllardır buna dikkat çekiyor ve önlem alınmasını istiyoruz. Sadece yapı stokuna dikkat çekmiyoruz. Bir bütün olarak yapı üretim sürecine, yapı denetimine, kentlerin deprem güvenliğine, kentleşmeye, kentsel dönüşüm projelerine, afet yönetimine, arama-kurtarma çalışmalarına, deprem toplanma alanlarına, inşaat mühendislerinin yapı üretim sürecindeki pozisyonuna, yani şantiye şefliğine, meslek odalarının etkisizleştirilmesine, denetim mekanizmasının dışına itilmesine... O kadar çok ki bizi trajediye götüren nedenler.
Şantiye®: Bu kadar zararın, yıkımın teknik ve hukuki anlamda sorumlusu sizce kim/kimler?
Fusun Sümer: Başta merkezi hükümet olmak üzere belediyeler, belediyelerin ve bakanlıkların bürokratları, imar ve kentleşme politikalarını belirleyenler, yani uygun olmayan zeminleri yapılaşmaya açanlar; önemli deprem kuşağı üzerinde bulunan kentleri deprem tehlikesine göre düzenlemeyenler, deprem toplanma alanlarını yok edenler; barınma gibi temel bir ihtiyacı zenginleşme aracı olarak tanımlayanlar; müteahhitler, müteahhitlik mevzuatını hazırlayanlar; imar barışı, imar affı adı altında kaçak ve güvenli olmayan yapıları koruma altına alanlar ve bununla övünenler; yapı denetim mevzuatını “ben yaptım oldu” anlayışıyla düzenleyenler, gelen eleştirilere kulaklarını kapatanlar...
Sonuç olarak, yapı stokumuzun durumunu ve bir deprem ülkesi olduğumuz gerçeğini bilen yöneticiler bu yıkımın sorumlusudur. İşin hukuki yönü başka bir tartışma konusudur ancak insani ve vicdani açıdan sorumluluktan kurtulmaları mümkün değildir.
“Müteahhit firmanın mühendis ve mimar sahipliğinde kurulma şartı olmaması, her şey bir tarafa asgari düzeyde meslek etiği beklentisini boşa çıkartmaktadır...”
Şantiye®: Müteahhit bu işin neresinde?
Fusun Sümer: Bu dönemde sık sık duyduk. İşte Avrupa kıtasında şu kadar müteahhit olmasına karşın ülkemizde şu kadar müteahhit var. Benzetme yerindeyse, cebinde parası olan, az çok girişimci, iş bitirici biri hangi meslek mensubu olursa olsun ya da hiçbir eğitimi, mesleği de olmayabilir müteahhitlik yapabilir. Firmanın mühendis ve mimar sahipliğinde kurulma şartı olmaması, her şey bir tarafa asgari düzeyde meslek etiği beklentisini boşa çıkartmaktadır. Buradaki kritik konu, eğer siz yapı üretim sürecini sağlıklı ve işlevsel kılmamışsanız, ülke şartlarını ve iş görme alışkanlıkları gözeten bir yerden bir mekanizma sağlayamamışsanız, müteahhittin “iyi” ya da “kötü” olmasıyla sonucun değişebildiği bir tablonun ortaya çıkmasına yol açarsınız. Hatta neredeyse hiçbir şekilde denetlemediğiniz müteahhidin binası çöker ve can kaybı yaşanırsa, birkaç müteahhidi hapse atar ve rahatlarsınız. Evet bazı müteahhitler olumsuz tablonun asli faillerindendir ve sistemsizliğin açığını bularak iş görmektedirler.
“Deyim yerindeyse 'baş günahkâr' işlevsiz ve sağlıksız yapı denetim sistemidir...”
Şantiye®: Yapı denetim mekanizması bu işin neresinde?
Fusun Sümer: Hiç şüphe yok ki yapı denetimi kilit önemdedir. Bizlerin değerlendirmesine göre deyim yerindeyse “baş günahkâr” işlevsiz ve sağlıksız yapı denetim sistemidir. Hatırlanacaktır, 99 depremini takiben Yapı Denetimi Hakkında Kanun yürürlüğe girdi. 2001 yılında başlayan uygulama 19 ili kapsıyordu. 2010’da tüm ülkeye yayıldı. Uygulamaya alındığı günden bu yana bizler kanunun özünü eleştirdik. Yapı denetiminin kamu hizmeti olması gerektiğini ya da kamunun doğrudan denetimine açık yürütülmesini savunduk. Yapı denetiminin piyasa ilişkilerinin, ticaretin konusu olmasına şiddetle karşı çıktık. İşveren müteahhitle iş alan yapı denetim kuruluşu arasındaki ücret ilişkisinin, denetimin ruhuna aykırı olacağını savunduk. Ancak neredeyse 18 yıl sistem bu şekilde yürüdü. İşveren müteahhit, çalışacağı yapı denetim kuruluşunu kendisi belirledi. İşverene sorun çıkartmayan yapı denetim kuruluşları piyasada tercih edilir oldu. Bunun ne gibi sonuçlara yol açtığını 6 Şubat depreminde gördük.
Tabii bu arada yapı denetim kuruluşlarında çalışan mühendislerin çalışma koşulları, ücreti, güvencesi ayrı bir tartışma konusu gibi görünse de işin niteliğini doğrudan etkilemektedir. Aslında yapı denetiminin felsefi yönü geleceği kazanma iradesidir. Bu nedenle mutlaka ve mutlaka eleştiriler ve öneriler doğrultusunda gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. Yapı denetim hizmeti sadece serbest piyasa koşullarına bırakılmak yerine kamusal bir anlayışla düzenlemelidir.
Ayrıca kamu binaları 4708 sayılı yapı denetim kanunundan muaf tutulmuştur. Bu muafiyet denetleme hizmetinin kamu binalarında yapılmayacağı anlamına gelmez. Aksine kamu binalarında örnek teşkil edecek düzeyde yapı denetimi olmalıdır. Ancak son depremler göstermiştir ki çok sayıda kamu binası da ciddi hasarlar almıştır.
“Bütün belediyeler için iddia edilemez belki ancak olumsuzlukların görüldüğü her kentte bu işin altında belediyenin seçilmişleri ve bürokratları vardır...”
Şantiye®: Yerel otoritenin sorumluluğu?
Fusun Sümer: Evet, zincirin halkalarından biri de yerel yönetimlerdir. Değerlendirmeye göre kamu adına yapılan denetimin en zayıf halkası yerel bürokrasidir. Çünkü inşaatı tamamlanan bir binanın projeye uygun şekilde yapıldığını ve kullanılabilirliğini onaylayan kurum belediyelerdir. Yani belediyeler bir binaya oturulabilir iznini verir. İskân belgesidir bu. Siz de vatandaş olarak belediyeden iskân belgesi alan bir binanın güvenli olduğuna kanaat getirirsiniz. Ne yazık ki bunu test etmek ancak depremle mümkün olmakta, haliyle de istenmeyen durumla karşı karşıya kalınmaktadır. İskân kararı güvenli değilse binanızın da güvenli olmama ihtimali hayli yüksektir.
Belediyelerin arsa üretmek gibi bir sorumluluğu da vardır. Bu çerçevede imar planlarının hazırlanması, kat yoğunluğunun belirlenmesi yerel yönetimlerin uhdesindedir. Depremlerden ya da su taşkınlarından sonraki günlerde sık sık tarım arazilerinin, dere yataklarının, yeşil alanların imara açılması, hatta buralara yüksek kat izni verilmesi, inşaat yoğunluğu gibi konuları tartışırız. İşte bu tartışmaların muhatabı yerel yönetimler, belediye meclisleridir. Tanık olunduğu üzere yerel yönetimler kenti rant beklentisine göre düzenlemiş, imar değişiklikleri ile çıkar çevrelerinin haksız kazanç elde etmesini sağlamıştır. Tabii bütün belediyeler için iddia edilemez; ancak olumsuzlukların görüldüğü her kentte bu işin altında belediyenin seçilmişleri ve bürokratları vardır.
Bir kenti deprem tehlikesine göre planlama sorumluluğu da belediyelerin omuzundadır. Belediyelerin deprem toplanma ve konteyner kurulacak alanların belirlenmesi, bu alanların altyapı hazırlığının tamamlanması, ulaşım güzergâhlarının belirlenmesi, alt yapı projelerinin deprem güvenli olması gibi işleri yapması gerekir.
Şantiye®: Yasa koyucu bu zincirin neresinde?
Fusun Sümer: Hatalar zincirinin en önemli halkası sizin ifadenizle “yasa koyucu”dur. “Yasa koyucu” denilen yıllardır meclis çoğunluğunu da elinde bulunduran siyasi iktidardır, merkezi hükümettir. Bu konunun iki yönü vardır. Birincisi ilgili mevzuattaki yanlışlar ve eksikliklerdir. İkincisi doğru ve eksiksiz mevzuatı hayata geçirecek iradedir, işleyiştir. Ülkemizde her ikisi de vardır, yer yer iç içe geçmiştir. İmar mevzuatından belediyeler mevzuatına, yapı denetim mevzuatından müteahhitlik mevzuatına, meslek odalarının görev ve sorumluluklarının belirlenmesinden mühendislerin çalışma esaslarına kadar bütün temel düzenlemeler iktidar tarafından yapılmaktadır.
“Yasa koyucu” tanımının parlamenter demokrasiyi çağrıştırdığı açıktır. Ancak mevcut durumda parlamenter demokratik işleyiş tek elde toplanmıştır. Bu durum, mevzuatta ve uygulamada karşı karşıya kalınan olumsuzlukların sorumlusudur. Örneğin, İmar Barışı adını taşıyan son imar affı yetkililer tarafından savunulmuş, illerde sayı verilerek, “şu kadar vatandaşın sorununun çözüldüğü” ifade edilmiştir. 6 Şubat yıkımının imar barışıyla doğrudan ilgisi kuruluyorsa ki buna şüphe yok, “yasa koyucunun” taşıdığı sorumluluğun altını çizmeliyiz.
Bu tartışmalar işin teknik-mesleki tarafıyla ilgilidir biraz da. Ancak asıl önemli olan mevcut iktidarın kente, barınma hakkına yaklaşımıdır. Tartışılması gereken budur. Çünkü kentsel dönüşüm projelerinden Kanal İstanbul projesine, kentlerin insan değil rantiye için düzenlenmesinden barınma hakkının yok sayılarak konutun yatırım ve zenginleşme aracı olarak görülmesine, kıyı ve yeşil alanların talanından yoksulların kent merkezlerinden uzaklaştırılmasına kadar hemen her konuda atılan adımların, hazırlanan mevzuatın, hayata geçirilen uygulamanın iktidarın politik tercihleriyle doğrudan ilgili olduğunu tespit etmeliyiz. Bakınız, 6 Şubat depremlerinin vurduğu kentlerin hem depremselliği hem de yapı stokunun mevcut durumu ile ilgili bütün olumsuzluklara dair tüm detayları bilinmesine rağmen yıllardır kayda değer bir adım atılmamıştır.
Bu konudaki son sözüm şudur: Kentleri betona teslim ettiler; kötüsü betonları da nitelikli değildi. Sonucunda büyük, telafi edilmesi mümkün olmayan bir yıkımla, acıyla karşı karşıya kaldık.
“Bu sistemsizlikle, bu vurdumduymazlıkla, bu denetimsizlikle ev değil, adeta tabut yapılıyor...”
Şantiye®: Meslek erbabı, işçi, kalfa, teknisyen, mühendis bu sorumluluğun neresinde?
Fusun Sümer: İnşa sürecinin paydaşlarını sistemden bağımsız değerlendirmek çok adil olmaz. Elbette deprem bölgesinde çöken binalarda yapılan ilk gözlemde işçiliğin de sıkıntılı olduğu belirtildi. Ancak burada denetim mekanizmasının önemine bir kez daha vurgu yapmak gerekmektedir. Bu tartışmanın önemli kısmı meslek odamızın uzun zamandır üzerinde durduğu “her şantiyeye bir şantiye şefi” talebidir. Bu talebin özünde, sorunuzda sıraladığınız paydaşların yaptığı işlerin de bir mühendis tarafından denetlenmesi yer almaktadır. Bu talep doğrudan güvenli yapı üretiminin sağlanmasıyla ilgilidir ve hayati önem taşımaktadır. Şantiye şefi sadece bir inşaattan sorumlu olacak ve tam zamanlı çalışacak, projenin uygulanmasından işçiliğe, işin organizasyonundan iş güvenliğine kadar sorumluluk üstlenecek. Mühendisin varlığı kâğıt üzerinde ya da imzayla sınırlı olmayacak. Bunu istiyoruz.
Düşünebiliyor musunuz, bu öneri bile tam karşılığını bulmadı merkezi hükümet nezdinde. Artık kelimeler gerçekten de yetersiz kalıyor. Güvenli yapı üretimi için bir şeyler öneriyorsunuz ve kabul görmüyor. Olan da o binalarda yaşayan yurttaşlarımıza oluyor ne yazık ki. Bu sistemsizlikle, bu vurdumduymazlıkla, bu denetimsizlikle ev değil, adeta tabut yapılıyor. Bunu ifade etmek bile şu an canımı acıtıyor.
Şantiye®: Sektör tarafından bilinen ama halk nezdinde de son günlerde gündeme gelen teknolojiler (sismik izolasyon, güçlendirme vs.) hakkındaki yorumlarınız neler?
Fusun Sümer: İnşaat teknolojisinin geldiği seviye, her koşulda güvenli yapı üretilebileceğini ve doğru üretim gerçekleştirilirse deprem zararlarının asgari seviyelere indirilebileceğini göstermektedir. Tek tek binaların taşıyıcı sistemleri, zemini, yüksekliği, yaşı ve benzeri özellikleri dikkate alınarak güçlendirme çalışması yapılabilir, farklı yöntemler kullanılabilir. Burada önemli olan bu işlerin uzmanlar tarafından yapılması ve denetlenmesidir.
“İnsan hayatının kutsallığı ve niteliği artık kentleşme politikasının odağına alınmalıdır...”
Şantiye®: Zarar gören şehirlerin dönüşümü, binaların yapımı ve şehir planlaması sizce nasıl olmalı?
Fusun Sümer: 6 Şubat, deprem gerçeğini bir kez daha hatırlattı. Artık kentlerin deprem, çoklu afet tehlikesine göre planlanması ve yapıların deprem güvenliğinin sağlanmasının bir gün bile ertelenmemesi gerekir. Afet öncesi yapılacak hazırlıklar, depremin yaratacağı maddi ve manevi zararları önemli derecede azaltacaktır. İnsan hayatının kutsallığı ve niteliği artık kentleşme politikasının odağına alınmalıdır. Genel yaklaşımımız bu çerçevededir. Ancak dönüşüm, planlama gibi konular uzmanlık alanıdır. Şehir plancılarının bu konuda görüşleri önemlidir. Artık bilimin, mühendisliğin gereği yerine getirilmelidir.
5 Nisan 2023
Türkiye'nin en ESKİ ve en çok ZİYARET EDİLEN şantiyesi: ŞANTİYE®...
İnşaata dair "KAYDADEĞER" ne varsa... 1988'den bu yana...
Şantiye®nin ürettiği, derlediği ve yayınladığı içeriklerde öncelik “KAMUSAL YARAR”dır...
Ve yayınlanan içeriğin “ÖZEL” olmasına özen gösterilir...
BASILI DERGİ + E-DERGİ + SANTİYE.COM.TR + SOSYAL MEDYA + DİJİTAL PLATFORMLAR...
İnşaat sektörünün buluşma noktası Şantiye®, “Güven”i temsil eden “Basılı bir Yayın” olma özelliğinin yanı sıra yenilenen web sitesi, Turkcell Dergilik ve Türk Telekom E-Dergi gibi mobil uygulamalardaki varlığı, 42 bin E-Bülten abonesi ve 85 bin sosyal medya takipçisi-bağlantısıyla inşaat sektörünün en önemli iletişim platformlarından biri olmaya her ortamda devam ediyor... 1988'den bu yana...
Şantiye® ayrıca yapı sektörüne "Şantiye'nin Yıldızı Ödülü", "Yılın Yeşil Yapı Malzemesi / Teknolojisi Ödülü" ve "Şantiyeden Kareler Fotoğraf Yarışması" gibi farklı organizasyonlarla da katkı sunuyor.
Şantiye®nin son sayısı da dahil 1988 yılından bugüne kadar yayınlanan TÜM SAYILARINA E-Dergi olarak göz atmak için lütfen tıklayın...
Şantiye®, başta ABONELERİ olmak üzere 2020-2024 yıllarında ilan veren firmalar ABS Yapı, Akyapı, Alumil, Anadolu Motor (Honda), Alkur, Ak-İzo, Altensis, Arbiogaz, Aremas, Arfen, Assan Panel, Asteknik, Atos, Batıçim, Baumit, Betek, Betonblock, Borusan CAT, Bosch Termoteknik, Bostik, BTM, Buderus, Bureau Veritas, Çimsa, Çuhadaroğlu, Çukurova Isı, Duyar Vana, DYO, Efectis ERA, Ekomaxi, Elkon, Emülzer, Eryap, Filli Boya, Fixa, Fullboard, Form Endüstri Ürünleri, Form Endüstri Tesisleri, Form MHI (Mitsubishi Heavy Industries) Klima, Garanti Leasing, GF Hakan Plastik, Gökçe Brülör, Grundfos, Hilti, IQ Alüminyum (by Deceuninck), İNKA, İntek, İpragaz, İstanbul Teknik, İzocam, İzoser, Kalekim, Knauf, Knauf Insulation, Komatsu, Köster, Kuzu Grup, LG, Marubeni, Masdaf, Master Builders Solutions, MBI Braas, Meiller Kipper (Doğuş Otomotiv), Messe Frankfurt, Messe München/Agora Tur., Mekon, Mitsubishi Chemical, Nalburdayim.com, NETCAD, ODE, Ökotek, Özler Kalıp, Özpor, Panasonic, PERI, Pimakina, Polyfibers, Polyfin, Prometeon, Ravago, Rehau, Saint Gobain Türkiye, Saray Alüminyum, Schüco, Selena (Tytan), Sentez Mekanik, Serge Ferrari, Shell, Siemens, Sistem İnşaat, Soudal, Sika, Şişecam, Temsa, TMS, Tekno Yapı, Türk Ytong, Tremco illbruck, Vaillant, Vekon, Wermut, Wilo ve Xylem’in değerli katkılarıyla hazırlanmaktadır.
ABONE OLMAK İÇİN
Bir yıllık abonelik bedelimiz olan 1200 TL (6 Sayı, KDV Dahil)'yi TR70 0001 0008 5291 9602 1550 01 IBAN no’lu hesabımıza (Ekosistem Medya) yatırıp; ardından dekontu, açık adresinizi ve fatura bilgilerinizi (şahıs ise TC kimlik no; firma ise vergi dairesi-numarası) santiye@santiye.com.tr adresine e-posta veya 0532 516 03 29 no’lu telefona WhatsApp / SMS aracılığıyla ulaştırabilirsiniz.