Santral İstanbul, Shell Genel Müdürlük binası, Petrol Ofisi Genel Müdürlük binası, Doğuş Holding merkezi, Doğan Holding merkezi, Lapis Han, Umur Matbaa Gebze ve Dudullu tesisleri, Balparmak üretim ve yönetim merkezi, Narcity-Narlife ve Evidea gibi önemli projelerde imzası bulunan ve sadece binaları ile değil, inşaat sektörü ve mimarlık camiasına sunduğu entelektüel katkıyla da özel bir isim olan Mimar Nevzat Sayın (NSMH)’ı Kuzguncuk’taki ofisinde ziyaret ettik... Röportajı bir saatte bitirdik ama aklımızda birçok cümlesi kaldı... Burada bazılarını tekrar etmek isteriz:
“... Tuhaf bir biçimde teknolojik olan değil de, daha az teknolojik olana dönüşün yaşandığı bir dönem içindeyiz. Pandemide doğal, kolay ve kendiliğindenlik hatırlandı...”, “... Ülkemizde iyi mimarlık eserleri bir başına kalıyor ve sanki galaksinin içinde kendi yalnızlıklarını yaşıyorlar...”, “... Türkiye’de maalesef tasarlanan binalar imalat aşamasında bambaşka haller alıyor. Dolayısıyla sık sık şantiyelere giderim...”, “... Gün geçtikçe işveren daha ‘dediğim dedikçi’, buyurgan, kararsız ama her seferinde daha kararlıymış gibi yüksek perdeden ses çıkaran insanlar olmaya başladı...”, “... Her konuda olduğu gibi mimarlık da Türkiye’de tuhaf bir ‘başa çıkma’ meselesi...”, “... Bence inşaat sektörü krizden çıkamasa, bu vartayı atlatamasa çok daha iyi olacak. Çünkü diğeri zaten gerçek değildi. Durup düşünülmesi lazım...”, “... Kentsel dönüşüm adına yapılanların yapı güvenliğiyle bir ilgisi yok. Fikirtepe’de yapılanları güvenli mi zannediyorsunuz?..”, “... Eski hiçbir şey korunmuyor. Şu an koruma kararı kaldırılsa Kuzguncuk diye bir mahalle kalmazdı...”, “... Şehrin neye benzeyeceğini konuşmak için masaya sadece yatırımcı ve müteahhidi oturtursanız o masadan iyi bir sonuçla kalkamazsınız....” Keyifle okuyacağınızı tahmin ediyoruz.
RÖPORTAJA NİSAN 2021 (386.) SAYIMIZIN E-DERGİ VERSİYONUNDAN DA ULAŞABİLİRSİNİZ
Şantiye: Bugünlerde hangi projelere yoğunlaşıyorsunuz?
Nevzat Sayın: Şu anda Aydın Doğan Güzel Sanatlar Lisesi’ne 350 kişilik bir konser salonu ve Bilsem için Gebze’de üstün zekalı çocuklara yönelik bir okul projesi üzerine çalışıyoruz. Ege’de de irili ufaklı üç işimiz sürüyor. Birisi 240 dönümlük arazide büyük bir köy geliştirme projesi, bir diğeri 65 dönümlük bir arazide zeytincilikle ilgili çalışmalar yapan kuruluşların birlikte çalışma alanları olacak bir proje, sonuncusu ise Alaçatı’daki iki ev. Bunların dışında şu anda Gebze Organize Sanayi Bölgesi’nde bir conta fabrikası projesinin son demlerindeyiz, yönetim yapısını yakında teslim edeceğiz. Daha önce yaptığımız bir endüstri yapısını da Ar-Ge binasına dönüştürüyoruz.
Şantiye: Eskişehir Anadolu Üniversitesi ve Santral İstanbul’da da bazı çalışmalarınız vardı sanki...
Nevzat Sayın: Doğru, Eskişehir’de Mimarlık ve Güzel Sanatlar Fakültesi için çalışmalarımız vardı ama üniversite ikiye bölündüğü için idari nedenlerle biz de beklemek zorunda kaldık. Aslında üniversite idaresi onay verdiği anda inşaata başlanabilir aşamada. Santral İstanbul’da ise Mimarlık Fakültesi olarak kullandığımız 4 ve 6 numaralı kazan dairesi yapılarındaki eğitim sürüyor. Biliyorsunuz o yapılar 1910 yılında yapılmış, iki eski kazan dairesinden dönüştürülmüştü. Pandemi başlamadan önce, projede onların arasına gelmesi planlanan oditoryum yapısı üzerine çalışılıyordu fakat ne yazık ki pandemiyle birlikte beklemeye alındı.
Santral İstanbul
"İNŞAATTA TEKNOLOJİK GELİŞMELERE AYAK UYDURMAYA ÇALIŞMAKLA BİRLİKTE, GERİYE DOĞRU DÜŞÜNMENİN ASLINDA DAHA ANLAMLI OLDUĞUNA İNANIYORUM..."
Şantiye: Her şeyin hızla değiştiği, mesleklerin ve iş yapış şekillerinin dönüştüğü, teknoloji kullanımın arttığı, belirsizliklerle dolu bir dönemde yapı sektörü ve mimarlık sizce neye evriliyor?
Nevzat Sayın: İnşaat, bence bütün bu değişimin içinde en az değişen sektör... Yapı sektöründe otomotiv sektöründeki hızlı gelişme yaşanmıyor. Mimari ofislerin çalışma şekillerinde de köklü bir değişim yok. Fakat teknolojik gelişmeler, dijital dünyanın baskıları, salgının açtığı mesafe, bir arada çalışmanın seyrekleşmesi gibi unsurlar yeniden düşünmeyi gerektiren şeyler...
Diğer taraftan yavaş da olsa bir şeylerin değiştiği de aşikar... “Akıllı Bina” denilen, camları sımsıkı kapalı, havalandırması tamamen mekanik cihazlarla gerçekleştirilen yapılar artık ciddi ciddi sorgulanmaya başladı. Özellikle salgın döneminde, bizim gibi Akdeniz coğrafyasında bulunan bir ülkede binaların balkon, teras, veranda, avlu gibi unsurları yeniden ön plana çıktı. Bir yapının pencere ve kapılarını açarak havalandırabileceğimizi tekrar hatırladık. Tuhaf bir biçimde teknolojik olan değil de daha az teknolojik olana, eskiye dönüşün yaşandığı bir dönemin içindeyiz. Doğal, kolay ve kendiliğindenlik hatırlandı ve değer kazandı. Diğer taraftan “yoğunlukları” tekrar düşünmemiz gerektiğine inanıyorum. Bu hem kentsel anlamda hem de tek bina anlamında bence çok önemli.
Dolayısıyla mimarlık veya inşaatta teknolojik gelişmelere ayak uydurmaya çalışmakla birlikte “geriye doğru düşünmenin” aslında daha anlamlı olduğuna inanıyorum. Mesela balkonlar... Yakın bir geçmişte Türkiye’de bütün balkonlar kapatılmaya başlandı ve halâ kapatılıyor. Ama bu salgında fark edildi ki balkonlar önemli. Neden kapatıldığını ise çok da net bilmiyoruz aslında. İki koltuk koymak için mi, elektrik süpürgesini tıkmak için mi? Bence birilerinin bunun üzerine çalışması lazım. Bu kapatma meselesi şöyle çalışıyor; nasıl olsa kapatılıyor diye müteahhit onları da kapalı alan hesabıyla satıyor. Belediye de nasıl olsa iş böyle yürüyor diye onları emsale sokuyor. Alın başınıza belayı... Aynı iklim kuşağında olduğumuz Atina’da hiçbir balkon kapatılmamış, İzmir’de ise bütün balkonlar kapalı. Balkonlar, evlerin dışarısıyla içerisi arasındaki arayüzdür. Kullanmayınca toplumsallaşmayı da öğrenemiyoruz.
Şantiye: Deneyim ve bilgilerinizi paylaşmayı seviyorsunuz... Eğitimci kimliğiniz de var. Öğrenciler ve eğitim kurumlarıyla iletişim halinde olan bir meslek adamısınız ve bu alanı gözlemleyebiliyorsunuz. Mimarlık fakültelerindeki eğitim-öğretimle ilgili yorumlarınız nelerdir?
Nevzat Sayın: Ülkemizde maalesef mimarlık fakültelerinin sayısı çok fazla. Bildiğim ve takip edebildiğim kadarıyla 140 civarında mimarlık fakültesinde eğitim verilmeye çalışılıyor. Bu kadar mekan, bu kadar hoca var mı, emin olamıyorum. Bu mimarlık fakülteleri gerçekten fakülte mi, bilemiyorum. Bırakın kalifiye öğretim görevlilerini, bu okullarda bir öğrencinin, istemediği sürece terk etmeyeceği bir masasının bile olmadığını biliyoruz. Stüdyonun, mimarlık eğitiminin odağı olduğunu düşünen biri olarak bu eksikliklerin hayati olduğu kanaatindeyim.
Diğer taraftan problemli, eksikliklerle dolu mimarlık fakültelerinde eğitim gören öğrencilerin küresel salgın nedeniyle sayıları artan ve eskiye kıyasla çok daha ulaşılabilir olan dijital dersler, seminerler ve konferanslar nedeniyle ufuklarının açıldığını düşünüyorum. Mesela ODTÜ Mimarlık Fakültesi’ndeki bir etkinliği Anadolu’nun başka bir şehrindeki öğrencinin web üzerinden takip edebilmesi oldukça iyi bir gelişme. Fakat bire bir eğitimin, karşılıklı etkileşimin, yaratılan kültürel ortamın, aynı havayı solumanın yerini tutmaz tabii ki. Ve tabii bu uzaktan dijital aktarımın bilgiye mi, malumata mı dönüştüğü de ayrıca tartışılır...
RÖPORTAJA NİSAN 2021 (386.) SAYIMIZIN E-DERGİ VERSİYONUNDAN DA ULAŞABİLİRSİNİZ
Şantiye: Son yıllarda yapım süreci bu zamana kadar olmadığı kadar akustik, su, trafik vs. danışmanların da dahil olduğu “multidisipliner” bir hale geldi. Bu kapsamda mimarın rolü ve pozisyonu değişiyor mu sizce?
Nevzat Sayın: İyi mimarlık zaten hep multidisiplinerdi. Yani bir mimar masaya kapanıp tek başına bir yapı projesini üretemez, üretmemeli. Yapı üretme süreci çok katılımlı, başka disiplinlerin de işin içinde olduğu, yasaları bilen danışmanların, yapı fiziği veya iklim gibi birçok konuya hakim insanların katıldığı bir şey. İyi mimarlık hep böyle bir şeydi zaten. Uzmanları bir arada tutan bir öğretiydi. Bu yeni bir şeymiş gibi algılanıyor ama iyi mimarlık zaten öyleydi.
Fakat diğer taraftan, son yıllarda bu süreci yöneten, çekip çeviren mimarın da başkaları tarafından çekip çevrilen bir şeyin parçası olduğunu da görmek gerek. Ama biliyoruz ki son söz yine mimardadır. Yani yapı üretimi herkesin katıldığı bir çalışma, yapı herkesin yapısı; ama en çok da “mimarın yapısı” diye düşünüyorum açıkçası.
Şantiye: Yapısal çevre ve mimari açıdan çok da hoş bir ortamda yaşamıyoruz... Temel sıkıntı ne sizce?
Nevzat Sayın: Hangi açıdan hoş bir ortamda yaşıyoruz ki... Mimari iyi değil de şu iyi diyebiliyor muyuz?.. Eksik kültürel donanım, ekonomik sorunlar, kentlerin kimin olduğu ve mülkiyet meseleleri, kazancın günden güne daha da dengesiz dağılımı, yoksulluğun artması, geleceğin belirsizliği, şehirlerin neye benzeyeceğine dair planlamanın olmaması, kent topraklarının rantı, tek yükselen sektörün çok kırılgan olan inşaat sektörü olması ve bu sektörün ilk darbede darmadağın olması... Tüm bunlar yüzünden mimarlık üzerine konuşulabilecek şeylerin sayısı çok az. Çevremizde iyi mimarlık eseri yok mu, tabii ki var... Fakat bunlar tekil, bir başına kalıyorlar. Bütün bu galaksinin içinde, böyle bir çevrede kendi yalnızlıklarını yaşıyorlar gibi geliyor bana.
Şantiye: Sizin son dönemde, ülkede inşa edilen ve iyi mimarlık eseri olarak tanımladığınız yapılar var mı?
Nevzat Sayın: Tabii ki... Mesela Emre Arolat’ın Sancaklar Camii önemli ve güzel bir yapıdır. So’nun Beylikdüzü’nde mevcut bir yapıyı dönüştürerek yaptığı sosyal merkez ve Han Tümertekin’in bir çelik fabrikasının yönetim yapısı da başarılı çalışmalardır. Hakan Demirel’in havaalanı yolu üzerinde üçgen planlı kuleleri ve Ömer Selçuk Baz’ın Zonguldak’taki ziyaretçi merkezi projesini de önemli buluyorum.
“ŞANTİYELER SEVDİĞİM YERLERDİR... YAPI İŞLETMEYE ALINANA KADAR İLİŞKİM SÜRER...”
Şantiye: Şantiyelere gider misiniz? En sık gittiğiniz hangisiydi?
Nevzat Sayın: Çok giderim... Çok da sevdiğim yerlerdir. Yapımı yönetmeyi severim ve önemserim. Ofisimizde şantiyelerden sorumlu kişi benim. Çünkü Türkiye’de bir şeyi yapıyorsanız, çizdiğiniz gibi yapılmadığını da öğrenmişsinizdir. Maalesef tasarlanan binalar imalat aşamasında bambaşka haller alıyor. Dolayısıyla şantiyede, yapılması gerektiği halde yapılmamış ya da başka türlü yapılmış şeyler yüzünden başınıza çoraplar örülmemesi için sık sık gitmeye çalışırım. Sonradan onu yık, bunu yap diyeceğime baştan işin içinde olmayı tercih ederim. Tabii daha iyi örgütlenmiş, bir proje yönetim firmasının işin başında olduğu şantiyelerimiz de var. Onlarda daha az mesai harcayabiliyoruz ama geneli takip gerektiren şantiyeler oluyor. Kısaca, yapı işletmeye alınana kadar ilişkim sürer. En sık gittiğim şantiye ise Santral İstanbul projemizin şantiyesiydi.
Şantiye: Bu kadar takip gerektiren temel sıkıntı nedir peki bina üretiminde? Neden yapılmıyor, yapılamıyor tasarlandığı gibi?
Nevzat Sayın: Bunun birkaç nedeni var. Bir kere Proje Yönetimi maalesef Türkiye’de çok oturmuş ve kullanılan bir yöntem değil. Yapım yönetiminin de olması lazım ama o da olmuyor. Dolayısıyla mimar başlangıçta tasarım yönetimi, sonra proje yönetimi ve daha sonra da inşaat yönetimi yapmak durumunda kalıyor. Bu da çok büyük bir enerji gerektiriyor. Ve olması gerektiği gibi de olamıyor. Elli bin metrekarelik bir fabrika inşaatında şantiyede yirmi kişilik bir kadro olması gerekirken gerçek hayatta tek bir adamla karşılaşıyorsunuz. Çünkü istihdam mal sahibine maliyet getiriyor ve kimse bu hizmetin karşılığını ödemek istemiyor.
İkincisi, imalat detaylarını müteahhidin hazırlayacağına dair sözleşme imzalasanız da çoğu firmanın öyle bir altyapısı olmadığı için o detaylar tümüyle ve zaman baskısı altında mimara kalıyor.
Diğer taraftan ihale ile yapılan işlerde belli kaliteyi yakalamak da zor oluyor. İhale, en düşük fiyatı verende kaldığı için ve en düşük fiyatı verenle kaliteli işlerin yapılmasına imkan olmadığı için şantiye ve yapım süreçlerine aşina bir ofis bile olsanız çaresiz kaldığınız zamanlar oluyor.
“HER KONUDA OLDUĞU GİBİ MİMARLIK DA TÜRKİYE’DE TUHAF BİR ‘BAŞA ÇIKMA’ MESELESİ...”
Şantiye: Türkiye’de mimar olmak... Zor ve iyi tarafları...
Nevzat Sayın: Türkiye’de anlamlı bir biçimde neyle uğraşırsanız uğraşın zordur. Sabırlı, kuvvetli, esnek ve bilgili olmanız lazım. Olmadık insanlarla bilek güreşine tutuşup bileklerini bükebilmeniz gerekiyor. Donanımınızı, dünyanın başka yerlerindeki meslektaşlarınızdan farklı hazırlamanız gerekiyor, ki bütün o etrafınızdaki tuhaflıklarla baş edebilin. Asıl işiniz için yapmanız gereken şeyler de o kadar çok ki, bu şekilde donatılmamış kişi bunlara dayanamayabilir. Her konuda olduğu gibi mimarlık da Türkiye’de tuhaf bir başa çıkma meselesi... Dolayısıyla mimar olmak da çok özel bir yere sahip değil. İnsanlar mimarın kim olduğuna ve nasıl bir konumu, görevi, yetki ve sorumluluğu olduğuna dair bir fikre sahip olmadıkları için zorluklar yaşanıyor ama dediğim gibi bir şekilde hallediyor, baş ediyoruz.
Şantiye: Bir mimar olarak uğraştığınız, muhatap olduğunuz bir de kamu yönetimi ve mevzuat var. Kamu yönetimi ve düzenlemeleriyle ilgili görüşleriniz nelerdir?
Nevzat Sayın: Evet tabii ki yolumuz kamu yönetimiyle de kesişiyor. Konu önümüze geldiği zaman öncelikle onunla ilgili yasa ve yönetmelikler gibi bizi sınırlayan şeylerin neler olduğunu bilmemiz gerekiyor. Bunları öğrendikten ve sonra da işimiz bitmiyor. Çünkü ülkede yönetmelikler sık sık değiştiğinden, başladığımız bir projeyi tasarım ve imalat sürecinde de farklı hale getirmek zorunda kalıyoruz. Dolayısıyla bir proje başladığı halden çok daha farklı bir şekilde tamamlanabiliyor. Ayrıca yetki ve sorumluluklarımız da sürekli değişiyor.
Yasa ve yönetmeliklerle sınırlandırılmamıza rağmen ben hala Türkiye’de kurumlar değil de kurumlardaki kişilerin etkili olduğuna inanıyorum. Aynı konuda bir kurumda sizin önünüzü açan birisiyle karşılaşabilirken başka bir yerde karşılaşamadığınızda sonuç alamayabiliyorsunuz. Sorunlarınızın çözümü, o an muhatap olduğunuz kişinin haline ve tavrına çok bağlı. Doğru kişilerle, doğru zamanda karşılaşıp karşılaşmadığınız önem kazanıyor; ki bence bu pek de iyi bir durum değil. Büyük bir sorun...
Lapis Han
“TÜRKİYE’DE İŞVEREN DAHA DEDİĞİM DEDİKCİ, BUYURGAN, DAHA KARARSIZ AMA HER SEFERİNDE DAHA KARARLIYMIŞ GİBİ YÜKSEK PERDEDEN SES ÇIKARAN İNSANLAR OLMAYA BAŞLADI...”
Şantiye: İş-mal sahibi veya tüketicilerde bir değişim gözlemleyebiliyor musunuz, talepler de değişiyor mu?
Nevzat Sayın: İşveren karakterinde bir değişiklik olduğunu söyleyebilirim. Gün geçtikçe Türkiye’de işveren daha “dediğim dedikçi”, buyurgan, daha kararsız ama her seferinde daha kararlıymış gibi yüksek perdeden ses çıkaran insanlar olmaya başladı. Bir konunun daha iyi halini bulmak için mimarla birlikte tartışan değil, size dediklerini yaptırmaya çalışan biri oluyor karşımızda. Bu önemli ve bir o kadar da işin canına okuyan bir değişiklik ne yazık ki.
Şantiye: Genç mimar ve mimar adaylarına önerileriniz neler olur? Siz mezuniyetinizden sonra seyahatler yapmış ve usta-çırak ilişkisiyle meslekte ilerleme yöntemini izlemişsiniz... Bugünler için ne önerirsiniz?
Nevzat Sayın: Genç nesil tam olarak nerede olduğunu ve nasıl bir koşulda yaşadığını bilmiyor. Bu da onlara bulundukları yerle baş edebilme gücünü vermiyor. Oysa biraz daha bulundukları yerin coğrafyasıyla, tarihiyle ve geçmişiyle ilgili olsalar bence farklı bir mekanizma geliştirebilirler. Bu, meraklarını artıran bir şey de olabilir.
İkincisi, istedikleri herhangi bir konuya internetten çok hızlı bir şekilde ulaşabiliyorlar ama bu kadar hızla ulaşılan bilgi o kadar da hızlı unutuluyor. Dolayısıyla bunlar “bilgi” olmaktan çok “malumat” olmaya daha yakın duruyor. Malumat da aslında “bilmişlik” taslamaktan başka bir işe yaramıyor. Mimarlıkta farkındalık, merak ve merakı öğrenmeye dönüştürme çok önemli. Bunlar birbirlerine dönüştükçe gözle görülebilir bir gelişme oluyor.
Usta-çırak ilişkisinin de önemli olduğunu düşünüyorum ama ben “eski bir adamım” sonuçta... Ve hala böyle imkanlar ve ilişkiler var mı ondan da çok emin değilim. Usta-çırak ilişkisine inanan küçük ölçekli mimarlık ofislerinin varlıklarını böyle bir ortamda sürdürmeleri de çok kolay değil artık. Dolayısıyla benim için bir gerçekliği, anlamı olsa da genç arkadaşların karşıt görüşlerinin de günümüzde bir anlamı olduğunu düşünüyorum.
Şantiye: Yönetimsel açıdan nasıl bir ofissiniz?
Nevzat Sayın: Demokratik, sürdürülebilir, hiyerarşinin olabildiğince az olduğu bir ofis yaratmaya çalışmışımdır. Bizde herkes mimardır. Herkes tasarıma katılır, sözleşmesini yapar, ödemelerini takip eder, şantiyeye gider... Her pazartesi toplantıda tüm meseleler aktarılır. Tasarımda ise tabii ki ağırlığım fazladır ama geri almaya, dönüştürmeye ve geliştirmeye de çok açığımdır. Tartışa tartışa yapma alışkanlığımızı sürdürüyoruz.
“İNŞAAT SEKTÖRÜ KRİZDEN ÇIKMASA, BU VARTAYI ATLATAMASA ÇOK DAHA İYİ OLACAK...”
Şantiye: Pandemiden önce de sıkıntıda olan inşaat sektörü küresel salgınla birlikte biraz daha ağır bir durgunluğun içine girdi... Sektörün krizden çıkabilmesi için sizin önerileriniz ne olurdu?
Nevzat Sayın: Bence inşaat sektörü krizden çıkmasa, bu vartayı atlatamasa çok daha iyi olacak! Çünkü diğeri, yani yüksek bir noktada olması zaten gerçek değildi. Bir ülkenin en hızlı büyüyen sektörünün inşaat olması bence acıklı bir şey. Düşünün, hiçbir şey üretmiyorsunuz, ürettiğiniz tek şey inşaat. Böyle bir ülke olabilir mi? Biliyorsunuz milyon metrekare yapı stoğu yarısı bitmiş bir şekilde duruyor ama hiç kimse de evsiz, ofissiz değil. Demek ki öyle bir gereksinim de yoktu. Yapılanların yapı güvenliğiyle de bir ilgisi yok. Fikirtepe’de yapılanlar güvenli mi zannediyorsunuz?.. Tabii ki güvenli yapılarla güvenli bir kente dönüştürülebilir İstanbul. Fakat İstanbul’da rant çok ön plana çıktı. Bir ülkenin gelişiminin inşaata dayalı olması olacak iş değil. İnşaat sektörünü yönlendiren kamu kurumları ve devlet, inşa etme meselesini yeniden düşünse bence çok iyi olur...
Diğer taraftan eski hiçbir şey de korunmuyor. Bu ilginç değil mi? Mesela şu an itibariyle koruma kararı kaldırılsa ertesi gün Kuzguncuk diye bir mahalle kalmazdı. Aslında şimdi de derinden derine, hissettirmeden bu böyle oluyor. Bence acıklı olan bu. Şehrin neye benzeyeceğini konuşmak için o masaya davet etmeniz gereken grupları davet etmez, tartışmaz, görüş alışverişinde bulunmazsanız, kendinize sadece yatırımcı ve müteahhidi muhatap alırsanız, o masadan iyi bir sonuçla kalkamazsınız. Dolayısıyla inşaat sektörü umarım bu durumdan çıkamaz ve bir süre daha bunun nedenlerini düşünmek için fırsat bulur. Çünkü bir sorundan çabuk çıkılınca sorun da çarçabuk unutulur.
RÖPORTAJA NİSAN 2021 (386.) SAYIMIZIN E-DERGİ VERSİYONUNDAN DA ULAŞABİLİRSİNİZ
24 Mart 2021
Türkiye'nin en ESKİ ve en çok ZİYARET EDİLEN şantiyesi: ŞANTİYE®...
İnşaata dair "KAYDADEĞER" ne varsa... 1988'den bu yana...
Şantiye®nin ürettiği, derlediği ve yayınladığı içeriklerde öncelik “KAMUSAL YARAR”dır...
Ve yayınlanan içeriğin “ÖZEL” olmasına özen gösterilir...
BASILI DERGİ + E-DERGİ + SANTİYE.COM.TR + SOSYAL MEDYA + DİJİTAL PLATFORMLAR...
İnşaat sektörünün buluşma noktası Şantiye®, “Güven”i temsil eden “Basılı bir Yayın” olma özelliğinin yanı sıra yenilenen web sitesi, Turkcell Dergilik ve Türk Telekom E-Dergi gibi mobil uygulamalardaki varlığı, 42 bin E-Bülten abonesi ve 85 bin sosyal medya takipçisi-bağlantısıyla inşaat sektörünün en önemli iletişim platformlarından biri olmaya her ortamda devam ediyor... 1988'den bu yana...
Şantiye® ayrıca yapı sektörüne "Şantiye'nin Yıldızı Ödülü", "Yılın Yeşil Yapı Malzemesi / Teknolojisi Ödülü" ve "Şantiyeden Kareler Fotoğraf Yarışması" gibi farklı organizasyonlarla da katkı sunuyor.
Şantiye®nin son sayısı da dahil 1988 yılından bugüne kadar yayınlanan TÜM SAYILARINA E-Dergi olarak göz atmak için lütfen tıklayın...
Şantiye®, başta ABONELERİ olmak üzere 2020-2024 yıllarında ilan veren firmalar ABS Yapı, Akyapı, Alumil, Anadolu Motor (Honda), Alkur, Ak-İzo, Altensis, Arbiogaz, Aremas, Arfen, Assan Panel, Asteknik, Atos, Batıçim, Baumit, Betek, Betonblock, Borusan CAT, Bosch Termoteknik, Bostik, BTM, Buderus, Bureau Veritas, Chryso, Çimsa, Çuhadaroğlu, Çukurova Isı, Duyar Vana, DYO, Efectis ERA, Ekomaxi, Elkon, Emülzer, Eryap, Filli Boya, Fixa, Fullboard, Form Endüstri Ürünleri, Form Endüstri Tesisleri, Form MHI (Mitsubishi Heavy Industries) Klima, Garanti Leasing, GF Hakan Plastik, Gökçe Brülör, Grundfos, Hilti, IQ Alüminyum (by Deceuninck), İNKA, İntek, İpragaz, İstanbul Teknik, İzocam, İzoser, Kalekim, Knauf, Knauf Insulation, Komatsu, Köster, Kuzu Grup, LG, Marubeni, Masdaf, Master Builders Solutions, MBI Braas, Meiller Kipper (Doğuş Otomotiv), Messe Frankfurt, Messe München/Agora Tur., Mekon, Mitsubishi Chemical, Nalburdayim.com, NETCAD, ODE, Ökotek, Özler Kalıp, Özpor, Panasonic, PERI, Pimakina, Polyfibers, Polyfin, Prometeon, Ravago, Rehau, Saint Gobain Türkiye, Saray Alüminyum, Schüco, Selena (Tytan), Sentez Mekanik, Serge Ferrari, Shell, Siemens, Sistem İnşaat, Soudal, Sika, Şişecam, Temsa, TMS, Tekno Yapı, Türk Ytong, Tremco illbruck, Vaillant, Vekon, Wermut, Wilo ve Xylem’in değerli katkılarıyla hazırlanmaktadır.
ABONE OLMAK İÇİN
Bir yıllık abonelik bedelimiz olan 1200 TL (6 Sayı, KDV Dahil)'yi TR70 0001 0008 5291 9602 1550 01 IBAN no’lu hesabımıza (Ekosistem Medya) yatırıp; ardından dekontu, açık adresinizi ve fatura bilgilerinizi (şahıs ise TC kimlik no; firma ise vergi dairesi-numarası) santiye@santiye.com.tr adresine e-posta veya 0532 516 03 29 no’lu telefona WhatsApp / SMS aracılığıyla ulaştırabilirsiniz.