Bu sayımızla birlikte, uzun yıllar sürdürmeyi planladığımız “Portre” isimli bir yazı dizisine başlıyoruz... İnşaat ve yapı sektörlerininönemli isimlerini, sektörün gelişimine paralel bir izlekle tanımaya çalışıp, sektörün de yakın tarihine ışık tutacak bilgilerin edinilebileceği bu çalışmamızın ilk konuğu, inşaat sektörünün lider firmalarındanELKON’un Yönetim Kurulu BaşkanıMustafa Alpagutoldu... Mustafa Alpagut Perşembe Pazarı’nda babasına yardım ettiği yıllardaneğitim gördüğü Işık Lisesi ve İTÜ Makine Fakültesi günlerine, Alarko’da Baş Mühendis olarak görev yaptığı yıllardan Atatürk Barajı inşaatındaki tecrübelerine, bir atölyede temellerini attığı ELKON’un ilk senelerinden Türkiye’nin en büyük ihracatçıları arasına girdiği yıllara kadar tüm hayatını Şantiye okurlarıyla paylaşıyor...
Selçuk Ural’dan Ayla Dikmen’e, Ferdi Özbeğen’den Gönül Yazar ve Haluk Levent’e kadar onlarca sanatçının seslendirdiği “Dertlerimi Zincir Yaptım”, “Aşkın Mapushane”, “Alma Alma Yanakları Al Gibi”, “Vefasız” gibi şarkılara imza atan başarılı bir besteci de olan Alpagut, “Aşırılıklara kaçmadan ve ağır pişmanlıklar duymadan yaşadım. Şükretmesini de bilen bir adamım...” diyor.
RÖPORTAJI E-DERGİDE OKUMAK İÇİN: https://edergi.santiye.com.tr/381/60/
“Nispeten varlıklı bir ailenin çocuğu olarak Erzurum’da doğmuşum... Anne ve baba tarafından aslen Erzurumluyuz. Annemin babası ciddi anlamda gayrimenkul sahibiydi ve tarımla uğraşırdı; babamın babasıysa hakimdi... İkisi benden büyük, ikisi küçük olmak üzere dört kız kardeşle büyüdüm. Babam, beş çocuğunun iyi eğitim almasını planladığından ben 6 yaşımdayken Nişantaşı’na yerleşmeye karar vermişti. Bu kararında da başarılı olduğunu ve hedefine ulaştığını söyleyebilirim. Kız kardeşlerim Nişantaşı Kız Lisesi’ndeki eğitimlerinin ardından üçü eczacılık, biri de iktisat eğitimi aldı. Bense Nişantaşı Işık Lisesi’nin ardından İTÜ Makine Fakültesi’nden yüksek mühendis olarak mezun oldum...”
Okula beş buçuk yaşımdayken başlamıştım
“Akıllı ve sempatik bir çocukmuşum... Babaannem biraz dindar olduğundan ve o yıllar neredeyse Erzurum’da büyüyen her çocuk gibi bizi de ilkokuldan önce Kuran kursuna göndermişlerdi. Ardından, evde benimle bire bir ilgilenen ablalarımın okula başlamasıyla yalnız başıma kalmam ve can sıkıntısından biraz haşarılaşmam nedeniyle 5 buçuk yaşımda okula başlamışım. Okul müdürü, uyum sağlayıp sağlayamayacağım konusunda emin olamadığından bir iki ay gitmeme müsaade etmiş fakat iki ay içinde okuma yazmayı öğrenince okula kaydımı yapmışlar. Erken kayıt olmak, İTÜ Makine Fakültesi’nden o yıl en genç mühendis olarak 21 yaşımda mezun olmama da imkan tanımıştı...”
Ticareti Perşembe Pazarı’nda öğrendim...
“Babam Perşembe Pazarı’nda ağırlıklı olarak vitrifiye ve tesisat olmak üzere inşaat malzemesi ticareti yapıyordu. Ayrıca bir dönem Nişantaşı’nda müteahhitlik de yapmıştı. İnşaatın, yap-sat’ın hareketli olduğu yıllardı. Fakat zannediyorum biraz da biz çocuklarının geleceğini düşünerek çok risk almıyor, temkinli ilerliyordu. Ben de yazları dükkanda çalışırdım. Perşembe Pazarı ticareti öğrendiğim, ticari olarak ufkumu açan önemli bir yerdir... Gelen fiyat teklif listelerini toparlardım. Mağazada olmayan ürünleri komşu mağazalardan eksiksiz bir şekilde tedarik etmeye çalışırdım. Öğlen tatilinde de iznimi kullanır, Galata Köprüsü’nde balık tutmaya giderdim. Küçük olduğum için sevilirdim de. Perşembe Pazarı’nda tüm teknik malzemeleri öğrenmemin ileriki işlerimde büyük katkısı oldu. Neyin nerede bulunabileceğini öğrenmiştim. Hayat tecrübesi ne kadar küçükken başlarsa o kadar değerli oluyor...”
Orkestramla konserlere çıkıyorduk...
“İstanbul’daki ilk evimiz Nişantaşı’nda, Teşvikiye Sağlık Yurdu’nun tam karşısındaydı. Sokakta futbol oynamayı çok severdim. İyi de oynardım; takımın göz bebeği olduğumu bile söyleyebilirim. Daha sonra babamın Amerikan Hastanesi’nin karşısında yaptığı müstakil eve taşınmıştık. Evin yanında da bir İngiliz okulu vardı. Ortaokul birinci sınıfta okurken bir akşam arkadaşlarımla o okuldaki bir konsere gitmiştik. Konserde gördüğüm orkestra ve özellikle kırmızı gitar ise hayatımın dönüm noktalarından biri olmuştu. Gönlüme gitar ve müzik sevdası düşmüştü bir anda... Ardından gitar dersleriydi, çalışmalardı derken çok kısa bir sürede gitar çalmayı öğrenmiştim. O kadar sevmiş ve o kadar hızlı ilerlemiştim ki Işık Lisesi’nde Işık 5’lisi isimli bir orkestra bile kurmuş, konserler vermeye başlamıştım. Gitar çalıyor ve şarkı söylüyordum. Anadolu Folk akımının başlarıydı. İngilizce şarkılara Türkçe sözler yazıyor, türkülerimizi enstrümantal olarak çalıyor ve çok beğeniliyorduk. İnsanların hoşlarına gidiyordu. Bir süre sonra dönemin ünlü isimlerinden Erkin Koray ve Mavi Işıklar’ın bile konserlerine uvertür olarak çıkıyorduk. Diğer taraftan beste çalışmaları da yapıyordum...”
Önce ODTÜ Makine Fakültesi’ni kazanmıştım
“Lise sonrası yüksek öğrenimime kimya mühendisliği alanında devam etmek istiyordum... Fakat son anda bir karar değişikliğiyle makine mühendisliği eğitimi cazip gelmeye başlamıştı. Tercihim İstanbul Teknik Üniversitesi’ydi. Çünkü bütün sosyal hayatım, müzik faaliyetlerim hep İstanbul’daydı. Fakat ODTÜ sonuçları İTÜ’den daha erken açıklanmış ve ODTÜ Makine Fakültesi’ni kazanmıştım. Dolayısıyla İTÜ’yü kazanamama ihtimaline karşı hemen Ankara’ya gitmiş ve okula başlamıştım. Fakat bir hafta sonra İTÜ Makine Fakültesi’ni kazandığım bilgisini alır almaz İstanbul’a dönmüştüm. Orkestra çalışmaları ve sosyal hayata kaldığı yerden devam ediyordum...”
Beş senede Uçak Bölümü’nden mezun olabilmiştim...
“Siyasi olayların tavan yaptığı bir dönemdi. Boykotlar, protesto gösterileri, silahlı çatışmalar... Fakültenin koridorunda yürürken yanımdan kurşunların geçerek arkamdaki duvara saplandığını hatırlıyorum. Bir gün laboratuvarda ödev yaparken büyük bir gürültüyle yerimizden fırlamıştık; meğerse yanımızdaki odanın penceresinde dinamit patlatılmış. Bizim odanın penceresine konulsa biz gümbürtüye gidecekmişiz. Çalkantılı yıllar olmasına rağmen siyasi olayların hiçbirine katılmıyordum. Her yıl takdir aldığım lisedeki gibi çok çalışkan da değildim, dersleri takip etmezdim fakat vize öncesi arkadaşlarımın anlattıklarını kavrar, sınavlara o bilgilerle girer, sınıfı da öyle geçerdim. İTÜ muhteşem bir okuldur. Girdiğimizde hocalarımız okulun beş sene olduğunu, altı senede bitirsek iyi, yedi senede bitirirsek de anormal olmayacağını söylerlerdi. Ama ben beş senede Uçak Bölümü’nden yüksek mühendis olarak mezun olabilmiştim...”
Şarkılarımın yer aldığı ilk plak Banu’nundu
“Fakültede de asıl ilgi alanım müzikti. Dişli Çarklar 5’lisi isimli bir orkestra daha kurmuş, yine konserler vermeye başlamıştım. Plak şirketlerine gider, şarkılarımı tanıtmaya çalışırdım. O dönem bir plak şirketinin başında olan Bülent Özveren’e dinlettirdiğim parçalar hoşuna gitmişti. Yine gittiğim bir gün, Vefasız adlı şarkımı, orada sandalyede oturan Banu Kırbağ’a söylettirmeyi teklif etmişti. Henüz yirmi yaşımdayken şarkılarımın yer aldığı ilk plak böyle bir süreçte yayınlanmıştı. O şarkı radyolarda bayağı çalınmıştı. Birbiri ardına birçok şarkı yazdım...”
Fakültede asistan oluyordum...
“Okulu bitirmeme yakın, derslere çok katılmamama rağmen notlarım iyi olduğundan hocalardan asistanlık teklifleri de alıyordum. Bu fikir bana da sempatik geliyordu. Okulda zamanım bol olabilir ve müziği de devam ettirebilirdim. Fakat tam Fabrika Organizasyonu kürsüsündeki hocalarla anlaştığım günlerde, askere gidebileceğim bilgisini almış ve asistanlıktan vazgeçerek hemen askere gitmiştim. Çünkü, o dönem askere ne zaman çağıracakları belli olmuyordu. İş hayatına başladıktan sonra zamansız bir dönemde her şeyi yarıda bırakıp askere gitmektense daha işin başında bu görevi yapmak bana daha mantıklı gelmişti...”
“Aşkın Mapushane”, “Dertlerimi Zincir Yaptım”...
“Askerliğimi, altı ay Tuzla Piyada Okulu’ndaki eğitimin ardından Ankara Hava İkmal Bakım Merkezi’nde tamamladım. Askerde de zamanım boldu, yine bir orkestra kurmuştum ve sürekli konserler veriyorduk. Aynı dönem, yine bizim gibi askerliğini yapan Selçuk Ural’ın ağabeyi de o konserlerde beni dinlemiş ve Selçuk Ural’a tavsiye etmiş. Sonrasında buluştuğumuz Selçuk Ural’la uzun yıllar çalıştık. Şarkılarımı seslendirdi ve birçok hit olmuş parçaya imza attık. Selçuk Ural’ın ‘Dertlerimi Zincir Yaptım’, ‘Aşkın Mapushane’, Ayla Dikmen’in ‘Alma Alma Yanakları Al Gibi’, Ferdi Özbeğen’in ‘Satmışım Anasını Ben Bu Dünyanın’, Nilüfer’in ‘Hatıra Defteri’ gibi şarkıları gibi onlarca şarkım Gönül Yazar’dan Ümit Besen’e, Yasemin Kumral’dan Sibel Egemen’e, Haluk Levent’ten Ayten Alpman’a kadar onlarca sanatçı tarafından seslendirildi...”
Alarko’da Baş Mühendis olmuştum
“Askerden döndükten sonra, sayıları sınırlı olan plakçılara bağlı kalacağım korkusuyla müzik değil de kendi mesleğimi, yani mühendislik yapmaya karar vermiştim. Telif hakları da bugünkü kadar düzenli değildi ama yine de mühendis olarak alabileceğim ücretten iki üç kat daha fazlaydı. Dolayısıyla meslek öğrenmek amacıyla Alarko’ya mühendis olarak başvurdum. Üretmeyi seven biriyim. Alarko da bu anlamda beni tatmin edebilirdi. Pazarlama Mühendisi olarak girmiştim ama altı ay içinde terfi almıştım. Işık Lisesi, İTÜ, yabancı dil bilgim ve üretkenliğim yöneticilerimin de dikkatini çekmişti. Kısa bir süre sonra imalatla da ilgilenmeye başlamıştım. Özel imalat baş mühendisliğine getirilmiştim. Konveyörler, elevatörler, kurutucular, boylerler, yani ne istenirse yapıyorduk. Hatta bir keresinde silika jelli kurutucu siparişi gelmişti ama ben silika jelin ne olduğunu bile bilmiyordum. Mühendislikte yok yoktu. Türkiye’nin her şeye ihtiyacı olan dönemlerdi. Mesleki açıdan kendimi geliştirme fırsatı bulduğum verimli bir dönemdi. Diğer taraftan, kendi işimi yapıp yapmama konusunda bir karar vermem gerektiğinin de farkındaydım...”
Sadece ELKON ismini aldım...
“25 yaşımdaydım ve gözüm karaydı... Alarko’da iyi de bir çevre edinmiştim. Benimle ortaklık yapmak isteyen birçok kişi vardı. Hatta bir firma sahibi, kendisiyle iş birliği yapayım diye babamdan bile ricacı olmuştu... Neticede 1975 yılında Edirnekapı’da bir atölye kurduk. Müzik dolayısıyla popüler de olduğumdan bir sürü iş almıştım. Fakat ortağımın iş yapış şeklinden ve iş disiplininden memnun olmadığım için altı ay sonra ayrılma kararı almıştım. ‘ELKON’ olan bu ilk firmamın ismi dışında her şeyi de bırakmıştım. ELKON, elevatör ve konveyör isimlerinden geliyordu. Önemliydi benim için. Çalışanlardan bazıları da benle beraber gelmişti...”
Teminat mektubu peşinde...
“Topkapı’da Başoğlu Sanayi Sitesi’nde tuttuğum yüz metrekarelik bir atölyede çalışmalara başladık. Bir iki makine aldım ve iş aramaya başladım. Güvenilir bir imajım vardı ve iş yapabilene işin çok olduğu zamanlardı. Çok da geçmeden konveyör, tank, boyler gibi ufak tefek işler üstlendik. Fakat hayatın ve ticaretin bazı gerçekleriyle de o günlerde karşılaşmıştım. Mesela avans almak için ihtiyaç duyduğum teminat mektubunu bankalar genç bir firma olduğumuz için vermiyorlardı. Kredibilitem düşüktü. Bunu tesadüf eseri duyan dayım, ertesi gün yanıma gelmemi ve beni Sirkeci İş Bankası’na gönderip işimi halledebileceğini söylemişti. Sonuç itibariyle dayımın kefil olması sayesinde 100 bin yerine 400 bin liralık teminat mektubunu alabilmiştim. Alır almaz da hemen konveyör işi yaptığım İzmit’teki SEKA fabrikasına gidip, paramı tahsil etmiştim...”
Takkeyi önüme koyup, yolumu tekrar çizdim...
“Popülerliğim işe yarıyordu. 1977’de atölye bir anda işle dolmuştu. Siparişleri teslim ettikçe piyasadaki güven ve bilinirliğim de artıyordu. Koç ve Eczacıbaşı’nın yatırımlarının bazı bölümlerini projelendirip, üretip, monte ediyorduk. 1978 yılında, o zamanlar köy olan Alemdağ’da ilk fabrikamızı kurduk. Ardından başka bir firmayla iş birliğine girerek Giresun’daki Fiskobirlik’te büyük bir iş aldık. Fakat hem fabrika kuruluşu hem bu iş biraz birbirine karışınca borçlanmıştım... Fiskobirlik’ten parayı tahsil eder etmez hemen bankaya gidip borçlarımı kapatmıştım. Bankalarda kredi faizleri çok düşük ve kredi verecek adam aradıklarından hiç unutmam, banka müdürü bile borcu neden kapattığımı öğrenmek için telefonla aramıştı. Ardından SSK ve muhtasar borcumu ödemek için vergi dairesine gitmiştim. Borcum 900 bin liraydı ve vergi memuru bile bu meblağı ödeyeceğimi öğrendiğinde şaşırmıştı. Ama tüm borcumu sıfırlayıp, neredeyim görmek istiyordum. Ofise gelip takkeyi önüme koydum ve yolumu varlıklarıma göre tekrar çizdim...”
Atatürk Barajı...
“Sonrasında Atatürk Barajı’ndaki işlerimiz başladı. Büyük bir Alman firmanın beton santralleri tercih edilmişti ama diğer taraftan bu sistemleri tamamlayıcı olarak 14 tane de 350 tonluk silo gerekiyordu. Fakat bu siloların Avrupa’dan getirilmesi çok maliyetli olacağından bir şekilde teklif bize yapılmış ve işe böylece başlamıştık. İlk işin ardından diğer işleri de bize verdiler. Atatürk Barajı’nda bayağı ciddi işler gerçekleştirdik...”
Beton santrallerine yoğunlaşmaya karar vermiştim
“Eleman sayımız 150’yi bulmuştu. Kırıcılar, elekler, kırma-eleme sistemleri gibi muhtelif makineler yapıyorduk. Ama bizim işler terzi işidir. Proje gelir, ona göre özel yapılır. Her sefer ayrı ayrı proje beklenildiği zaman elemanlar boş kalır. Dolayısıyla standart makineler bulup üretmemiz ve boş kalmamamız gerekiyordu. Sonuç itibariyle idolüm olan firmanın da yaptığı beton santraline yoğunlaşmaya karar vermiştim. O dönem beton santralleri yurtdışından geliyordu. Yerlilere pek itibar edilmiyordu. Üretimde çok zorluk çektiğimizi söyleyebilirim. Uluslararası firmaların uzun yıllar deneyimle yaptıkları santralleri altı ayda üretmeye çalışıyorduk. İlk makinemizi 1983 yılında 30 milyona mal etmiş ama referans edinmek için 15 milyona satmıştık. Zamanla aksaklıkları giderdik ve ardından bir model daha yaptık. Böyle böyle iş hacmi genişledi ve ikinci fabrikaya ihtiyaç duyar hale geldik. 1989’da Alemdağ’daki ilk fabrikamızın çevresinde yer bulamayınca Çerkezköy Organize Sanayi Bölgesi’nde karar kıldık ve yeni fabrikayı burada devreye aldık. O dönem Bulgar göçmenlerinden de bayağı yetişmiş eleman istihdam etmiştik. On yıl boyunca Alemdağ ve Çerkezköy arasında mekik dokuduğumu söyleyebilirim. Kolay geliyordu ama Alemdağ’daki fabrikayı da Çerkezköy’e taşıyınca işlerin kolaylaştığını ancak o zaman anlamıştım...”
Rusya’dan ciddi bir talep geliyordu
“Beton santrallerinde uzmanlaştıkça mobil beton santralleri yapım işine de girmeye başladık. Bu da zorlu bir süreçti bizim için. Fabrika müdürümden bu işin olamayacağını anlatan uzun bir mektup bile almıştım. Fakat benim yanıtım işin hızlandırılması yönünde olmuştu. Hayalimdi çünkü... Beton santrallerine talep artıyordu. Mobil santral kurmak amacıyla kurmaya niyetlendiğimiz ELKON 2 fabrikasının çatısı 1995’te kapandığında fabrikanın içi ağzına kadar mobil santral doluydu. Üç ayda bir tanesini yaptığımız santrali ayda 14 tane yapar hale gelmiştik. Rusya da bizim için büyük bir pazar olmaya başlamıştı. Santrallerimiz tutulunca ciddi bir taleple karşılaşmıştık. Rus temsilcimiz kaparoyu verip, tüm ay üretimini istiyordu. Rusya’nın en parlak dönemiydi. Ardından beton santrallerinin tamamlayıcısı olan çimento silolarını da, İtalyan tedarikçimiz hızımıza yetişemediği için kendimiz üretmeye karar vermiş ve bu amaçla ELKON 3 fabrikamızı faaliyete geçirmiştik. Bu operasyonumuz hareket alanımızı da oldukça genişletmişti. Ayda 36 santral ihraç eder hale gelmiştik. Siparişler de buna paralel arttığından, şu an en büyük fabrikamız olan, lojistik bölümümüzü içeren ELKON 4’ü hemen devreye aldık. Netice de daha da büyük santraller yapmaya başladık...”
Fiyat rekabetinden kaçınmak için ihracata yöneldik
“Fakat Türkiye’de kalite ve fiyat rekabeti gibi çok ciddi bir problem vardı... Ar-Ge yaptığımız, yeni ürünler geliştirdiğimiz, etik değerlerle çalıştığımız, kaliteli ürünler ürettiğimiz için fiyatımız yüksek kalıyordu. Küçük atölyelerle rekabet etmek zorundaydık. Böyle bir rekabette başarılı olamayacağımızı gördük ve 2002’de işimizi devam ettirebilmek için ihracata yönelme kararı aldık. Şirketimizi ihracata göre teşkilatlandırmaya başladık. Rusça, İngilizce, Bulgarca bilen elemanlar istihdam ettik. O dönemde tanıştığımız ve halen Rusya temsilciliğimizi yapan şahsın sadece bizim beton santrallerimizi satarak zaman içinde 4 satış ofisi, 4 yedek parça departmanı, 60 tırı, bir fabrikası ve bir showroomu oldu. Rusya’da kurulu 1100 beton santralimiz var...”
130 ülkeye ihracat yapıyoruz
“2008 krizi ise ihracatta Rusya dışında farklı ülkelere de yönelmemize fırsat verdi. O zamana kadar Rusya bizim için çok çok iyi bir pazardı ve başka pazar arayışına girmeye ihtiyaç duymuyorduk. Fakat krizle birlikte satışlarımız birden durdu. Yaptığımız pazar çeşitlemesi çalışmaları neticesinde Afrika’dan Avrupa’ya, Orta Doğu’dan Avustralya’ya kadar 130 ülkeye ihracat yapar hale geldik. Tabi bu başarıda, Rusya’da çalışan binlerce beton santralimizin referansı çok önemliydi. Biz de zaman içinde hem kalite hem iş yapış şekilleri olarak kendimizi hep geliştirdik, ürün çeşitliliğimizi artırdık...”
İhracat, standartlara sahip olmayı ve istikrarı gerektirir
“İhracat yapabilmek, uluslararası standartlara sahip olmayı ve bunu istikrarlı bir şekilde devam ettirebilmeyi gerektirir. Satış sonrası hizmetimiz de oldukça iyidir. 24 saat içinde dünyanın her yerindeki makinelerimizin sorunlarını, uzaktan da dahil olmak üzere çözebilir bir yapıya sahibiz. Dünyanın en önemli müteahhitleriyle iş yapıyoruz. Bu da sadece ürün tedariki boyutundan öte, imzaladığımız taahhütnamelerle bu uluslararası büyük firmaların etik değerlerine, ilkelerine uyduğumuzu da gösteriyoruz. Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin listesinde uzun zamandır ilk 1000 içinde yer alıyoruz. Hatta geçen sene 581. sıradaydık. Bu sene zannediyorum ilk 500’e gireriz. Bugünlerde özellikle beton parke makinelerimizi üretecek ELKON 5 fabrikamızın inşaatını sürdürüyoruz. Umarım yıl sonunda faaliyete geçmiş olacak. Diğer taraftan şirketimizin sabit gelirleri olması için gayrimenkul yatırımları da yapıyoruz. Mesela geçen senelerde Sirkeci’deki İş Bankası binasını satın aldık...”
Çalışan sirkülasyonumuz düşüktür
“350 çalışanımız var. Firmamızda çalışan sirkülasyonu oldukça düşüktür. Bu, dikkat ettiğim konulardan biri. Çalışan arkadaşlarım açısından da iyi bir iklim oluşturduğumu tahmin ediyorum. Tabii büyürken ve işleri çeşitlendirirken farklı farklı problemlerle de karşılaşıyorsunuz... Mesela çalışan problemleri bunların başında geliyor. Yeni nesil hizmet sektörü yerine sanayide, üretimde çalışmayı çok tercih etmediğinden kalifiye işçi bulmakta oldukça zorlanıyoruz. Üreticiler olarak modernizasyona gitmek zorunda kalıyoruz. Bu, diğer taraftan çağın da bir gerekliliği. Biz de kalifiye bir kaynakçı arayıp bulmak yerine kaynak robotları konusuna yöneldik ve bütün kaynak işlerimizi robotlara devredecek şekilde geliştirdik. Bu sayede hem üretim kalitemiz arttı hem tasarımlarımızı daha rahat geliştirebildik...”
Endüstri 4.0
“Gelecekte daha fazla kapasiteye ihtiyacımız olacağını, daha seri üretim yöntemlerine geçmek zorunda kalacağımızı tahmin ediyorum. Bayağı yol kat ettiğimiz Endüstri 4.0 yolunda daha yapacak çok şeyimiz var. Az çalışan, daha fazla otomasyon, daha ucuz teknoloji geleceğin fabrikalarının vazgeçilmezleri olacak bence. Ar-Ge merkezimizin de gelecek yıllarda çok daha fazla önemli olacağına inanıyorum. Dünyada en gelişmiş beton santrallerini üreten birkaç firmadan biri olmak için mücadele ediyoruz. Bunu da yavaş yavaş gerçekleştiriyoruz. Arkamızda 45 yıl var. Bir firma 45 yıl kötü işler yaparak ayakta kalamaz, büyüyemezdi. Beton parke makinelerimiz, kule tipi santrallerimiz ileride daha çok talep görecek. Ayrıca beton fabrikalarının Endüstri 4.0’a daha uyumlu olacağını tahmin ediyorum. Biz de bu süreçlere uyum sağlayacağız. Avrupa artık üretim süreçlerinde insan istemiyor, insansız makineler talep ediliyor. Bakım hizmeti bile istemeyen makineler gündemde...”
Güvenilir olmak lazım
“Farklıyız... Ama tabii ‘farklıyız’ demekle farklı olunmaz; farklılığı hissettirmek ve güvenilir olmak lazım. Ufacık bir leke ömür boyu konuşulur... Ben tüm müşterilere bu güveni vermeye çalışırım. Adil ve dürüst bir yönetici oldum. Kimsenin hakkını yemem; zaten bu özelliklerim de algılanıyor ki insanlar yıllarca benimle çalışıyorlar. Sadakate çok önem veririm, çalışma arkadaşlarımın işlerine sadık ve dürüst olmaları lazım, gözleri dışarıda olmamalı. Şirketten ayrılmak isteyen büyük bir problem yaratmamışsa hakkını alır da gider. Teknoloji çalanları ve böyle bir şeye teşebbüs edenleri ise affetmem...”
Resim koleksiyonum var
“Müzik çalışmalarım ve müzikle haşır neşirliğim Alarko’ya girip, mühendislik yapmaya başladıktan sonra zaman olarak oldukça azaldı. Çok çalışıyordum. Çünkü yaptığımız makineler okulda öğrendiğimiz şeyler değildi. Her biriyle teker teker uğraşmam, ders çalışır gibi çalışmam gerekiyordu. Müzikle de uğraşmayı bıraktıktan sonra zaman içinde resme merak sardım. Karayipler’den Rusya’ya kadar gittiğim her yerde resim galerilerini ve atölyelerini dolaşır, beğendiğim tabloları alırım. Koleksiyonumda iki yüze yakın tablo var. Antika da aynı şekilde... Antikacılardan sanat eserleri toplamayı da çok seviyorum. Ayrıca yürüyüş ve pilates yaparım. Gezmeyi çok severim. Her gün sahilde yürürüm Yazları da Bodrum’a gidiyorum. 27 yaşında olan ve şirketimizde yönetim kurulu başkan yardımcısı olan oğlumun en büyük faydası o oldu. Yöneticilerim de tecrübeli olduğu için iş bensiz de kolay yürüyor. Teknem var. Ehliyetim de var ama tatilde keyif yapmayı sevdiğimden tekneyle uğraşmıyorum, her şeyi kaptanım hallediyor...”
Üç albüm yaptım
“Beş sene önce ELKON’un 40. yılını kutlarken yazdığım şarkıları yeniden aranje ettik ve Mustafa Alpagut Şarkıları ismiyle albüm haline getirdik. Güzel bir gecede sanatçı dostlarımızla bir araya geldik, şarkıları seslendirdik. Sonrasında hızımı alamayarak ikinci ve üçüncü albümleri de yaptım. Yani işler rayına koyduktan sonra müzik tekrar hayatımın içine girdi. Şarkılarımdan hala telif de alıyorum ama bunları burs olarak veriyorum...”
İnşaat sektörü yanlış yönde gelişti
“Türkiye’de inşaat sektörü bana göre çok yanlış yönde gelişti ve yanlış yatırımlarla devam etti. Arz ve talep dengelenmediği zaman çöp üretilir. Şu anda bir milyon daire boşsa, binlerce cam kaplı bina toz toprak içinde kiracılarını bekliyorsa ciddi bir sorun var demektir. Kentsel dönüşüm çalışmalarında da birçok insan mağdur edildi. Kaynaklar israf edildi, ihtiyaç olan işler değil de genelde müteahhidin para kazanacağı modellere yönelindi. Altyapı yatırımlarının çok yüksek maliyetlerle yapıldığını duyuyoruz. Biz bir şirket olarak bir alım yapacaksak kılı kırk yarıyoruz. Ama bu yatırımlarda aynı hassasiyetin gösterildiğine inanmıyorum. Türkiye maalesef kurallar ülkesi olmaktan çıktı. Türkiye’nin kalkınması için yapılması gereken tek şey, akıllı kadrolarla üretimi güçlendirmek, üretimi yönlendirmekti. Mesela bir de 500 milyar dolar ihracat hedefi vardı ama hiç gerçekçi değildi. Akla ve matematiğe aykırı bir hedefti...”
Daha zor günler göreceğiz
“Korona hem sosyal hayati hem de iş dünyasını derinden etkiliyor. Bana göre ekonomik olarak çok daha zor günler göreceğiz. AVM’ler konusunda fazla acele ediliyor, fakat halkımız da bir tuhaf. Millet mağazaların önünde kuyrukta; ‘Ne alacaksınız’ diye soruluyor, ‘Hiiiç, öylesine bakacağım’ cevabı veriliyor. Bir sorun iyi yola girdiği zaman onu muhafaza etmek lazım. Bu gidişle salgın daha da artabilir. Türkiye’yi Almanya ile mukayese ediyorlar ama bu mukayese yanlış. Alman vatandaşın disipliniyle kendi vatandaşımızın davranış modeli çok farklı. Şirket olarak da sıkıntılarımız var tabii bu süreçte... Mesela KDV iadesi bizim için önemli bir kalem. Fakat KDV’ler ertelendiği için faturaları teslim ediyoruz ama iadeleri almakta zorlanıyoruz. İade almak için teminat mektubu isteniyor. O da mahsup edilecek. Nakit olarak talep edilirse çok daha yüksek bir teminat mektubu isteniyor...”
Sivil toplum kuruluşlarında yer alıyorum
“Sivil toplum kuruluşlarına da inanırım... Dernek ve organizasyonlarda yer alarak fayda sağlamaya çalışıyorum. İstanbul Sanayi Odası’nın Meslek Komitesinde ve Meclisi’nde, Çerkezköy Organize Sanayi Bölgesi’nin Yönetim Kurulu’nda. Kapaklı Organize Sanayi Bölgesi Yönetim Kurulu’nda, Ergene Derin Deşarj Projesi Yönetim Kurulu’nda, Okan Üniversitesi Danışma Kurulu’nda, Işık Üniversitesi Danışma Kurulu’nda ve MESAM Besteciler Birliği’nde yer alıyorum...”
O koltuğa belki kolay oturabilirsin ama...
“Başarının sırrı bence çalışmak, teknolojiyi takip etmek, dürüst ve demokrat olmaktır. Etik kurallara kesinlikle uyulmalı. ‘Ben dünya insanıyım’ diyebilmek lazım. Bir meslek sahibiysen bu işi dünyanın her tarafında yapabilmelisin. Şimdiki gençler çok sabırsız, hemen yönetici olmanın peşindeler. Diplomaları var ama henüz mühendis olmadıklarının bilincinde değiller. Gelen gençleri mühendis yapmaya çalışıyoruz. Önce mühendis olacaklar, sonra uzman mühendis olacaklar, sonra baş mühendis olacaklar, sonra olabiliyorlarsa müdür olacaklar. Fakat gençler hemen müdür koltuğuna oturmak istiyor. O koltuğa oturmak belki kolay olabilir ama üç gün sonra o masadan indirirler adamı... Bugünün gençleri biraz da üretimden kaçıyor. Ama üretimde çalışmanın keyfi bambaşkadır, bir değer yaratmak çok önemlidir. Çalışan kendini bir değer haline getirmezse, kumbarasına tecrübe atmazsa değerli hale gelemez. Dört beş sene mühendislik eğitim alıp, sonrasında beş sene mühendis olarak çalışıp hala zincir dişliyi bilmeyen mühendisler görünce hayretler içinde kalıyorum. Ve bu tip mühendisler gün geçtikçe istisna olmaktan çıkıyor... Gençlerin işi bizlerden çok daha kolay. Her türlü doküman ellerinin altında. Biz kaynak konusunda Alman Kitabevi’nde bulabildiklerimiz ve paramızın yettikleriyle yetinmek zorunda kalırdık...”
Şükretmesini bilirim
“Hayatı dolu dolu yaşamışımdır... Yaşamın keyfini çıkardığımı düşünüyorum. Şirketimiz çok çok daha büyük olabilirdi ama istemedim. Çünkü bir seviyeden sonra daha büyük olsa ne olacak? Bu konuda Steve Jobs’un ölüm döşeğinde, deliler gibi çalışmaktan kendine zaman ayıramadığını ve bundan pişmanlık duyduğunu dile getirdiği son mektubu da haklı olduğumu kanıtlıyor. O kadar başarı ve o kadar paranın kendisini karanlık bir odada damlayan ilaçlar ve cihazların ışıklarını görmekten kurtaramadığını vurguladığı mektup çok etkilemiştir beni... Ben aşırılıklara kaçmadan o pişmanlıkları hissetmeyecek gibi yaşadım. Şükretmesini de bilen bir adamım...”
İnançlı bir insanım
“Atatürk hayranıyım... Bütün ilkeleri vazgeçilmezdir. Bir fotoğraflarına bakın; yüz yıl önceki adamı bugün hangi toplantının ortasına koysanız aynı ihtişamıyla dolaşır. O dönemde yedi dil biliyor, kitap yazıyor, tercüme ediyor, bir efsane... Kıymetini bilmek lazım. İnançlı bir insanım... Mevlana’yı, Yunus Emre’yi, Hacı Bektaş’ı çok severim. Tanrı’ya inancım kuvvetlidir. Ama fanatik dincileri de üzüntüyle karşılıyorum. Kuran’ın birinci cümlesi ‘oku’dur. İçinde yazanı oku, anla diyor. Çarpıtılmaması gerekir. Ayrıca dinin ve hayatın temeli iyi insan olmaktır. Akşam yatarken yastığa kafanı koyarken ‘Allah’a çok şükür, kimseye kötülük etmedim. Kimseyle de kavgam yok’ diyebiliyorsan sorun kalmamıştır.”
İnşaat sektörünün buluşma noktası Şantiye, “Güven”i temsil eden “Basılı bir Yayın” olma özelliğinin yanı sıra yenilenen web sitesi, Turkcell Dergilik ve Türk Telekom E-Dergi gibi mobil uygulamalardaki varlığı, 35 bin e-bülten abonesi, 12 bini aşkın takipçiye sahip facebook sayfası ve 14 bin Linkedin bağlantısıyla inşaat sektöründe hedef kitleye erişimin en verimli ve hızlı çözümü olmaya dijital ortamlarda da devam ediyor...
3 Haziran 2020