Kendini “Aktivist Mühendis” olarak tanımlayan ve inşaat malzemeleri sektörünün en sıra dışı yöneticilerinden biri olan Özgür Kaan Alioğlu, ODTÜ Makine Fakültesi’nden Vaillant’taki günlerine, TTMD, URSA ve Austrotherm Yalıtım’la yollarının kesişmesinden “Müdür Yollarda” projesinin ayrıntılarına, eylül ayında yapılması planlanan Zero Build Forum (Uluslararası Sıfır Enerji Binalar Forumu)’dan “Tecrübe Konuşuyor, Tasarruf Büyüyor” isimli radyo programına kadar birçok konuyu Şantiye okurlarıyla paylaşıyor...
Röportajı "Temmuz-Ağustos 2020" sayımızın e-dergi versiyonundan da okuyabilirsiniz
“1974 yılında Ankara’da doğmuşum... Anne ve babamın memuriyetleri dolayısıyla küçüklüğümü Trabzon’da, gençliğim ve hayatımın çok büyük bir kısmını ise Ankara’da geçirdim. İnşaat mühendisi olan babam, şimdilerde kapanmış olan Köy Hizmetleri’nin son genel müdürüydü. Annemse Sümerbank’ta çalışıyordu. Araklı (Trabzon)’ya hala sık sık giderim. Hem anne hem baba tarafından fındık ve çay tarlalarımız var. Hele ki çocuklarım olduktan sonra onların o topraklarla bağlarının güçlü olmasını arzu ettiğimden gitmeye daha bir özen gösteriyorum. Ankara ise benim için çok anlamlı ve sevdiğim bir şehir... Orta, lise ve üniversite eğitimimi de Ankara’da aldığımdan çok köklü dostluklarım var. Hemen hemen tüm sevdiğim dostlarım Ankara’da. Dolayısıyla Ankara da hem ailemi hem de dostlarımı görmek amacıyla sık gittiğim şehirlerden biridir...”
Ulusal çapta derecelerim var
“Ortaokul ve liseyi TED Ankara Koleji’nde okudum. Vasat bir öğrenciydim. Bunun bir nedeni de ilkokul üçüncü sınıftan itibaren aktif spor yapmamdı. Okul takımlarında ve Kolejliler Spor Kulübü’nde voleybol oynadım. Fakat ortaokul son sınıftayken çarpışma sonucu geçirdiğim kafa travmasının ardından voleybolu bırakmak zorunda kalmıştım. Ardından atletizme başlamıştım. Bu dönüş zannediyorum daha hayırlı oldu. Çünkü atletizmde Yıldız ve Genç kategorilerinde birçok şampiyonluk ve Türkiye Rekoru sahibi oldum. 100, 200 ve 4x100 metrede derecelerim var. Dolayısıyla orta öğrenim dönemim tamamıyla spor ve antrenmanlarla geçti. Spor yapılıyorsa antrenman da hayatta çok ciddi bir yer alır. Spor ile okulu birlikte götürmek kolay değildir. Genelde bir şeylerden vazgeçmek gerekir; vazgeçilen de çoğunlukla sosyalleşme olur. Arkadaşlarınızla vakit geçiremezsiniz, hafta sonu herkes sinemaya giderken siz antrenman yapmak zorunda kalırsınız. Diğer taraftan üniversite eğitimi için bir şekilde bütün bu başarıları bir kenara bırakıp üniversiteye yoğunlaşman gerekir. Ki benim de öyle oldu ve aktif spor yaşamımı o dönemde bitirmek zorunda kaldım. Halbuki bence gençlerin hem spor hayatlarını devam ettirip hem üniversite eğitimi almalarını sağlayacak bir sistem oluşturulması gerekir...”
Hem bireysel hem de takım sporları yaptım
“Sporun insan hayatına çok büyük bir etkisi var... Ben atletizmle hem bireysel spor hem de voleybol gibi bir takım sporu yaptım. İkisi de insana farklı özellikler kazandırıyor. Mesela takım sporu yapmış birini şirketinizde istihdam ederseniz, ona bir daha takımı anlatmanıza gerek yoktur, bilir zaten. Takım demek yanındakinin eksikliğini kapatmak demektir. Senin takım içinde bir görev tanımın olabilir ama gerektiğinde arkadaşının görevini de yapman gerekir. Takım sporu yapan insanlar takım oyununa çok yatkındırlar. Şirketlerde de kolay adapte olurlar. Bireysel spor yapanların ise bireysel motivasyonları çok yüksektir. Takım oyununda birbirini motive edersin, ama bireysel sporda sabah kalkar, aynaya bakar ve kendini motive edersin. Kolay değildir bazen yataktan çıkmak. Bireysel spor da insana böyle bir özellik katar. Doğal olarak benim de spor hayatımın iş hayatıma büyük katkıları olmuştur. Bütün gençlere de bunu önerim. Mesela üniversitede yüksek ortalama getirmek ama spor yapmamaktansa, daha düşük bir ortalamayla spor yapmak, insana bence çok daha önemli katkılar sağlar. Üniversitede kritik olan aslında alınan teknik bilgiden çok, öğrenmeyi öğrenmektir. Çünkü üniversite eğitimi bize hayatta karşılaşacağımızın üçte birini verebilir. Diğerini zaten hayattan alırız. Ama üniversite zamanında kendine ekleyemediğin meziyetleri ondan sonra iş hayatına girdikten sonra çok zor eklersin...”
Birçok riskli durum yaşadım
“Üniversitede de serbest dalış, tüplü dalış, dağcılık, yamaç paraşütü, kaya tırmanışı gibi outdoor sporlarla uğraştım. Outdoor sporlarla uğraşanlar da farklı bir özellik kazanırlar. Büyük olasılıkla ekstrem olaylarla karşılaşmış ve bu zor durumları bir şekilde atlatmışlardır. Muhakkak bir iş geçmiştir başlarından. Yara almış, vurgun tehlikesi geçirmiş, ayakları donmuş ya da arkadaşları gözlerinin önünde bir zarar görmüştür. Dolayısıyla doğada cidden zor durumlarla karşılaştıklarından gündelik veya iş hayatının sıradan sıkıntıları onları pek etkilemez. Çoğu kez gerçek tehlikeyi görmüşler, hayatta kalma mücadelesi vermişlerdir. Yani birçok şeyi dert edinmeyebilirler kendilerine. Ben de doğal olarak birçok durum yaşadım... Dünya Uluslararası Dalış Federasyonu’na kayıtlı bir dalış hocası olduğumdan özellikle su altında bu gibi durumlarla karşılaştım. Dolayısıyla hayati tehlikelerle mücadele eden bu tarz sporcuların iş ve sosyal hayatlarında yaşadıkları zorluklara bakış açıları da farklı olur. Çünkü hayatın kendisinden daha gerçek, önemli ve anlamlı bir şey yok. Doğa sporlarının bir avantajı da, kurallara adapte olmayı öğretmesidir. Bu tarz sporlarda tüm kurallar, yaşanmış ve ciddi zararla sonlanmış olaylar nedeniyle oluşturulduklarından kurallara çok önem verilir ve uyulur. Yani disiplin içinde takımla hareket etme alışkanlığı da öğrenilir...”
Ailem potansiyelimin farkındaydı
“İlk ve orta öğrenimimde kendi akademik potansiyelimin farkında değildim ama ailem farkındaydı. Vasat bir öğrenci olmama rağmen derslere biraz yoğunlaştığımda başarılı olacağımı biliyorlardı ve herhalde bu nedenle spor yapmama karışmıyorlar, serbest bırakıyorlardı. Fakat hem ilkokul sonrası kolej hem de lise biterken üniversite sınavı öncesinde bir dürtükleme ve yönlendirmeleri oluyordu. Bu yöntem başarılı da oluyordu ki hem TED Ankara Koleji hem de ODTÜ Makine Mühendisliği Bölümü’nü kazanabilmişim. Sporcu olmamın ve başarma motivasyonuna sahip olmamın bunda etkisi vardı kuşkusuz...”
İnşaat ve Makine mühendisliğine odaklanıyordum
“Babam, uzmanlığı köprüler olan bir inşaat mühendisi olduğundan ben de mühendislik eğitimi almak istiyordum. Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünde, Genel Müdürlüğü öncesi uzun yıllar Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Daire Başkanlığı yapmıştı. Dolayısıyla benim de hayatımda araştırma, planlama ve koordinasyon kelimelerinin anlamı büyüktür. Bir planlamanın, bir planlama yapmak için araştırmanın ve planlamadan sonra da koordinasyonun önemini bizzat yaşıyor, kulak misafiri olduğum konuşmalarından öğreniyordum. Benim de odaklandığım inşaat ve makine mühendisliğiydi. Üniversite sınavına girerken Boğaziçi Makine ve İnşaat ile ODTÜ Makine ve İnşaat bölümleri dışında bir tercihim olmamıştı. Kısmet ODTÜ Makineymiş...”
ODTÜ’nün tüm nimetlerinden faydalanıyordum
“ODTÜ Makine Mühendisliği Bölümü’nde de yine vasat bir öğrenciydim. Ailem Ankara’da olduğundan oldukça rahat bir öğrencilik dönemi geçiriyordum. Parlak bir öğrenci olmadım ama üniversitenin bana sunduğu tüm nimetlerden faydalandığımı söyleyebilirim. Sualtı Topluluğu, Dağcılık Sporları Kulübü, davul dersleri, eşli danslar, yamaç paraşütü vs. yani akla gelecek her türlü etkinliği yaptım. Okulu 1998’de, bir yıl geç bitirdim ama iyi ki de tüm bunları yapmışım... Diğer taraftan vasattım ama alınması gereken bilgiyi de almak benim için önemliydi. Hiç kopya çekmedim. Onun yerine dersi tekrar almayı tercih ettim. Statiği 4 kere aldım mesela. Akışkanlar mekaniğinde normal bir ödev yaparak sınıfı geçebilecekken proje olarak rüzgar tüneli içinde bir Formula 1 aracındaki hava akışını modellemiştim. Ayrıca son sınıftayken, ODTÜ ile Amerika Union College’dan Makine ve Elektronik Mühendisliği bölümlerinden 1’er öğrenci ile toplam 4 kişilik bir ekibin internet üzerinden yürüttüğü, -sene 98 dikkatinizi çekerim-, o zamanlar akademik camiada bile yeni yeni zikredilmeye başlanan bir mekatronik projesine dahil olmuştum. İnternetin şu anki imkanlarıyla, bugünkü teknolojiyle bile yürütülmesi zor bir projeydi...”
Serbest dalış yapmak isteyen kız...
“Üniversite yıllarımda ilgi alanlarımdan en önemlisi serbest dalıştı ve o zamanlar pek bilinmezdi. Serbest Dalış Grubu’nda dünyadaki literatürü takip eder, antrenmanlar yapar, vakit geçirirdik. O zamanlar erkeksi ve zor bir spor gibi göründüğünden bir gün serbest dalış yapmak istediğini söyleyerek ısrarla aramıza katılmak isteyen kıza küçümseyerek yaklaşmış, fakat kısa bir süre sonra haksız olduğumuzu anlamıştık. O kız, sonradan dünya rekorları kıran Yasemin Dalkılıç’tı. Bu hikayenin parçası olmak da beni hep mutlu eder...”
3 bin pound...
“Okul bittikten sonra ilk iş görüşmem, dünyaca ünlü bir iş makinesi firmasının Ankara Bölge Müdürüyle olmuştu. O görüşmeyi hiç unutmam. Çünkü hiçbir deneyimim olmadan gittiğim o iş görüşmesinde ücret beklentimin 3 bin pound olduğunu söylemiş ve ardından müdürün içten(!) gülümsemesiyle karşılaşmıştım. Haklıydı tabii. Pound neydi ki? Hele ki 3 bin pound... Bir de tabii 3 bin poundluk ne katacaktım ki firmaya. Fakat diğer taraftan ben de haklıydım; tecrübesizdim ve okuduğum bir makalede İngiltere’deki yeni bir mühendisin 3 bin poundla işe başladığını görmüştüm. Hesap etmediğim şey, buranın İngiltere değil Türkiye olduğuydu...”
TTMD şampiyonlar ligi gibiydi
“İş arayış sürecinde Dağcılık Kulübü’nde antrenman esnasında bir arkadaşım, çalıştığı şirketin sahibinin Türk Tesisat Mühendisleri Derneği (TTMD)’nin başkanı olacağını ve dernekte bir genel sekretere ihtiyaç duyulduğu bilgisini paylaşmıştı. O an için yapacak başka bir şey de olmadığından, üç beş kuruş para kazanırım diye kabul etmiş, görüşmeye gitmiştim. İş görüşmesini, derneğin başkanı olacak olan Ömer Kantaroğlu ile yapmıştım. İlk görüşmede ısınmıştık birbirimize. İkinci babam gibidir, çok değerlidir benim için... 1998’de TTMD’de dernek müdürü olarak işe başladım. Açıkçası tesisat mühendisliği hakkında hiçbir bilgim olmamasına rağmen yönetim kurulundaki masanın şampiyonlar ligi olduğunu anlamak hiç de zor olmamıştı benim için. Kurulda Ömer Kantaroğlu’ndan Orhan Turan’a, Celal Okutan’dan Numan Şahin’e, İhsan Öne’den Rüknettin Küçükçalı’ya kadar ismini sayamadıklarım beni bağışlasın, birçok önemli isim bulunuyordu. O insanlarla bir arada olmak, mühendisliğin ne olduğunu görmek çok heyecanlandırmıştı beni. ASHRAE’nin teknik verileri bile şiir gibi anlatılırdı toplantılarda. Ağzım açık dinlerdim. TTMD, benim meslek enerjimin filizlendiği çok önemli bir yerdir...”
Dergi, sempozyum ve uluslararası organizasyonlar...
“İki buçuk sene yürüttüğüm o görevde TTMD’nin ilk dergi projesini hayata geçirmek de bana nasip olmuştu. Kağıtları kesip kesip yaptığım maketi Ömer Bey’e götürüşümü hiç unutmam. 25 yaşında genç bir mühendis iken Bratislava’da katıldığım REHVA Genel Kurulu, yine o dönemde görev aldığım Uluslararası Tesisat Mühendisliği Sempozyumu da çok çok önemli bir organizasyon ve benim için ciddi bir tecrübeydi. Ayrıca 2000 yılında REHVA’nın İstanbul’da gerçekleştirilen genel kurulu gibi çok önemli organizasyonlarda görev almıştım. Bunlar dünyanın önemli, kıdemli mühendislerinin toplandığı, tecrübelerini birbirlerine aktardıkları organizasyonlardı. Mesleki anlamda muazzam bir ufuk açıyordu bana bu tecrübeler. Benim için hareketli, heyecanlı yıllardı. Bir taraftan ASHRAE dokümanları, diğer bir taraftan Recnagel kitabı tercüme ediliyor, meslek insanlarının bilgisine sunuluyordu. Büyük emekler vardı o dönem. Sektörün en önemli fuarı ISK Sodex’in işbirliği anlaşmasının sektör dernekleri tarafından imzalandığı günü bile hatırlıyorum...”
ASHRAE kitabını tercüme etmiştim
“Aynı dönemde ODE’nin kurucusu Orhan Ağabey’in (Turan) öncülük etmesiyle ASHRAE dokümanlarından biri olan ‘Mekanik Tesisat Sistemlerinde Ses ve Titreşim Kontrolü’ kitabının tercümesini yapmıştım. ODE sponsorluğunda yayınlanan kitap, konuyla ilgili Türkiye’deki ilk kitap olma özelliğine sahipti. İki buçuk senenin ardından 2000’de askerlik görevim sebebiyle Dernek’ten ayrıldım. Kısa dönem yaptığım askerliğim Deniz Harp Okulu’nda geçti. O dönem de elinde kovayla voltaj almaya gelen erlerden denizi dengelemek için güvertenin bir tarafından kovayla suyu çekip diğer taraftan boşaltan erlere kadar birçok ilginç resme şahit olmuştum. Rutin askerlik günleriydi...”
Vaillant...
“Askerliğimin ardından Ankara o dönem iş açısından çok daha kısıtlı imkanlara sahip olduğundan İstanbul’a yoğunlaşmıştım. İstanbul’da Vaillant firmasında genel müdür Chris Bey’e makine mühendisi bir asistan arandığı bilgisini almış, başvurmuş ve görüşmeye gitmiştim. Görüşmeyi yaptığım genel müdür yardımcısı Aykut Babila, ki çok sevdiğim bir ağabeyimdir, bir hafta sonra beni aramış ve söz konusu pozisyon değil de farklı bir pozisyonda değerlendirilebileceğimi bildirmişti. O dönem, şehir merkezleri doygunluğa ulaşmış ve şehirlerin varoşlarına doğru yayılan doğalgaz sebebiyle Vaillant kombiler o bölgelerde pahalı kalmaya başlamıştı. Vaillant da ikinci bir marka olarak Protherm’i pazara sunacaktı. Projenin başında da sektörün sevilen isimlerinden Erdem Ertuna vardı. Bense toplu satışlardan sorumlu olacaktım. İlk sene 900, sonra 3 bin ve bir sonraki sene on bin kombi satmıştık. İki buçuk senede bence çok güzel işlere imza atmıştık...”
Dönüm noktası Kiptaş Başakşehir konutlarıydı
“Marka için dönüm noktalarından birisi de bence Kiptaş’ın Başakşehir konutları olmuştu. 5. etabındaki 4.500 konutun kombileri için bütün firmalar kıyasıya bir rekabet içindeydi. O günler sadece Türkiye’nin değil, Avrupa’nın da en büyük işlerinden biriydi. İşi almak için genel müdürümüz Chris Bey’den aldığım geniş yetkiyi biraz esneterek Protherm markalı kombilerin tercih edilmesini sağlayabilmiştim. Gerçi tek eşanjörlü yerine henüz Türkiye’ye getirilmemiş olan, Protherm’in çift eşanjörlü kombisi için anlaşma yapmış, Chris Bey’den de zılgıtı yemiştim ama yine de büyük bir başarıydı. Çünkü hem bütün firmaların peşinde olduğu Avrupa çapında bir işti, hem de Kiptaş, 4 ana yüklenici ve 6 mekanik tesisat taşeronu toplam 11 firmanın ve her firmada en az iki kişi desek, en az 22 kişinin ikna edilmesi gereken bir projeydi. Ve insanlar henüz bizim markanın adını bile söyleyemiyorlardı. Bu işin ardından o zamanki Genel Müdür Yardımcımız Levent Taşkın’ın liderliğiyle Vaillant’ın tüm markalarının toplu satışından sorumlu proje müdürlüğüne terfi etmiştim. Son yılımda bir de 15 ilin olduğu doğu bölgelerinin bölge müdürlüğünü üstlenmiştim. 2009 yılına gelindiğinde ise Vaillant’taki misyonumun tamamlandığına inandım. Bir adım daha öteye ilerlemek istiyordum...”
Röportajı "Temmuz-Ağustos 2020" sayımızın e-dergi versiyonundan da okuyabilirsiniz
URSA
“Vaillant’tan ayrılmamın ardından, uluslararası camyünü üreticisi İspanyol URSA firmasında genel müdür pozisyonunda işe başladım. URSA, Polatlı’da kurulu olan bir tesisi satın almıştı. Fakat alınan tesis yeteri kadar kontrol edilmeden devralınmıştı, kağıt üzerindeki veriler ve fabrika performansı bir türlü örtüşmüyordu ve yatırım öncesi yapılan pazar analizleri oldukça sıkıntılıydı. Mesela pazar analizinde o anda Türkiye’de tek bir üreticinin olduğu ve camyünü fiyatlarının bu sebeple yüksek olabileceğine değinilmemişti bile. Bütün hesaplar da o pazar koşullarına göre yapılmıştı. Fakat o periyotta Türkiye’de bir camyünü tesisi daha açılmış, bizim de tesisi faaliyete geçirmemizle birlikte ülkede kapasite nerdeyse üç katına çıkmıştı. Klasik arz-talep dengesizliği sorunu ve rekabetten dolayı camyünü fiyatları yarı yarıya düşmüştü. Ve URSA’nın yatırım geri dönüş hesabı da doğal olarak şaşmıştı. Bu tabii merkez İspanya’nın hiç hoşuna gitmedi. Tesiste teknik sıkıntılar da baş gösterince, bu memnuniyetsizlik hepten su yüzüne çıktı. Ben katabileceğim çok şey olmadığını fark edip firmadan ayrıldıktan sonra tesis başka bir firmaya satılıp URSA Türkiye piyasasından tamamen çekildi...”
Austrotherm...
2013 yılının sonunda Austrotherm firmasında Genel Müdür pozisyonunda işe başladım. Türkiye’de büyümeyi hedefliyorlardı. Ülkenin de inşaat sektörünün en faal zamanları olduğundan, mevcut Dilovası’ndaki fabrikanın haricinde fabrika açılması gerekiyordu. Her EPS üreticisinin, büyümek istiyorsa yapması gereken budur. Çünkü EPS yalıtım levhaları nakliyesi pahalı ürünlerdir. Austrotherm de fabrika aça aça büyümeyi planlıyordu. Ben göreve gelmeden de ön hazırlıklar yapılmıştı. Kayseri’de bir tesis kurulması düşünülüyordu. Fakat işe başladıktan sonra yaptığım pazar analizinde memlekette talebin üç katı kadar bir makine parkı ve arz fazlası olduğunu fark etmiştim. Yani aslında sektör sıkıntılı bir durumdaydı. Arz-talep dengesizliğinden kar marjları çok düşüktü. Böyle bir ortamda ülkeye yeni bir makine parkı sokmak, tesis kurmak tam bir çılgınlık olurdu...”
İki sene içinde altı tesisimiz olmuştu
“Ben de bu durumu patrona anlatmıştım. Teklifim ise fabrika kurmayı erteleyip, sektördeki diğer oyuncularla işbirliği yapmaktı. Kapasite kiralayacaktık. Birkaç firma dışında tüm tesisler tek vardiya çalışıyorlardı. Yani 2 vardiyalık kapasite boş yatıyordu. Anlaşabildiğimiz firmaların tesislerinin boş vardiyalarını kullanabilirdik. Bu kapsamda ‘Diamond Collective’ ismiyle bir sistem kurduk. Fabrika açmak istediğimiz yere gidiyor, uygun firmalara anlaşıyorduk. Bu şekilde ilk defa Kayseri’de, ardından Ankara, Trabzon ve Diyarbakır’da anlaşmalar yaparak projeyi hayata geçirdik. Ayrıca bir de kimseyle anlaşamadığımız Turgutlu’da kendimiz bir fabrika yatırımına girdik. İki sene içinde, iki tesis kendimizin olmak üzere dört tane de Diamond Collective sistemiyle çalışan altı tesisimiz olmuş ve tüm Türkiye’ye ürün sunabilir hale gelmiştik. Bir süre sonra uygun kapasiteye geldiğimiz Ankara’da da 2018’de kendi 3. fabrikamızı kurmuştuk. Bence bu sistem sadece yalıtım sektörü için değil, genel olarak arz-talep sıkıntısı yaşayan tüm inşaat malzemesi ürün grupları için kooperatif çözüm üreten önemli bir model olabilir...”
Kalınlıkların artırılması ve Geoblok
“Yalıtım sektöründe kar marjları çok düşük. Özellikle yurtdışı menşeli firma yöneticileri, yaşanan olumsuzlukları yurtdışı merkezlerine anlatmakta zorluk çekiyorlar. Artık yalıtım sektöründe yöneticilerin şapkalarından tavşan çıkarması lazım. Üstüne ülke ekonomisinin de büyümesi durduysa vay yurtdışı menşeli firma yöneticilerinin haline. Merkez, doğal olarak yatırımların sonucu bekler. Ve Almanya’daki birim işin karlılığıyla kıyaslar Türkiye’deki işleri. Kıyaslayınca da Türkiye’deki yapılanların karsız, hamallık olduğu kanaatine varır ve herkesin motivasyonu düşer. Biz de bunları görüyorduk ancak bu durumla firma olarak tek başımıza mücadele etmemizin imkansız olduğunu da biliyorduk. Mutlaka pazarı artırıp arza yaklaştırmamız ve sektöre yeni kapasite girişini engelleyecek teknik bariyerleri olan ürünleri piyasaya sokmamız gerekiyordu. Birinci amaç için yalıtım kalınlıklarının artırılmasına, ikinci amaç için ise EPS’nin geoblock olarak altyapı sistemlerinde kullanımının sağlanmasına odaklandık. Bu iki konu EPS sektörünü üç kat büyütebilecek potansiyellerdi...”
Geoblokla çözülen ilk proje...
“Bu konular üzerine kafa yorarken bir gün Prof. Dr. Tolga Özer’den geoblock kongresi yapacaklarına ve sponsor olup olamayacağımıza dair bir mail almıştım. Heyecanlanmıştım... Atlayıp hocanın yanına gittim. Adam lebi deryaydı... Oldukça verimli geçen görüşmede, kendisinin akademik destek vermesi ve firmamızda bu konu üzerine çalışacak birini önermesi kaydıyla beraber çalışabileceğimizi söylemiştim. O da sağ olsun kabul etmiş ve Dr. Emre Akınay’ı bize yönlendirmişti. Hoca akademik destek veriyor, Emre Bey tekniğini kotarıyor, biz de şirket olarak pazarlamasını yürütüyorduk. Emre Bey iki sene sadece karayolları, belediyeler, inşaat firmalarını gezip geobloku anlatmıştı. Fakat herkes gayet olumlu karşılamasına rağmen konu dönüp dolanıp, Türkiye’de bir uygulaması olup olmadığında kilitleniyordu. Sonunda böyle bir referansımız da oldu. İlk uygulamamız, Akasya AVM’nin önündeki, altından belediyenin isale hattı geçen yolun geoblok dolguyla tekrar yapılmasıydı. Bu noktada bu ilk uygulamanın yüklenicisi HDS Mühendislik ve Buğra Ük Bey’e de çok teşekkür etmek isterim. Toprak dolguyla yeniden yapımı çok maliyetli olan bir projeyi hem kısa sürede hem de çok çok daha az bir maliyetle çözebilmiştik. Yolun dolgusuna yerleştirilen enstümantasyonla da performansı devamlı izleniyor. Bu Türkiye’de yapılan ilk EPS Geoblock yol dolgusu projesidir...”
Karayolları verileri izliyor
“Sonrasında da irili ufaklı birçok proje gerçekleştirdik. Fakat tabii öncelikle böyle inovatif bir sistemin Karayolları Genel Müdürlüğünde tanınması, onaylanması şarttı. Bunun için de Kayseri İncesu’da Pastırmacılar Kavşağı’ndaki köprüdeki uygulamamızın dataları iki sene boyunca incelenecek. O proje oldukça ilginçtir. Sık kullanılan köprünün yaklaşım rampası çöküyor ve zemin çok kötü olduğundan çözülemiyordu. Biz talip olduk ve iki sene projelendirmesi ve yetkililerin ikna edilmesiyle uğraştık. Hem Karayolları Bölge hem de Genel Müdürlükten onaylar aldık. Sonrasında köprünün giriş rampası yıkıldı ve yerine 60 bin metreküplük dev EPS dolguyla giriş rampası yapıldı. Geçtiğimiz ekim ayında açıldı. Avrupa’da son on beş yılın en büyük projesi. İçine yine izleme ve ölçme ekipmanlar konuldu. Karayolları bir iki yıl verileri okuduktan sonra artık geoblock mevzusu Türkiye’de gerçekten ciddi anlamda resmi bir alternatif haline gelecek ve EPS sektöründe en az yalıtım sektörü kadar muazzam bir pazar yaratacak. Geoblok uygulaması maliyeti ve süreyi üçte bire indiren bir çözüm. Hala altyapı yatırımı yapan ve bazı bölgelerinde zemini ciddi sorunlu olan Türkiye için çok önemli. Bu konu bir EPS üretim ya da satışı konusu değil, bir inşaat mühendisliği konusu. Austrotherm bünyesinde konuyla alakalı iki doktoralı personelin çalıştığı bir İnşaat Mühendisliği Uygulamaları departmanı kurduk. Herhangi bir teklif verebilmek için bile projenin öncelikle çözülmesi şart...”
Müdür Yollarda
“Çok popüler bir kelime var; ‘Sürdürülebilirlik’... Ancak sürdürülebilirlik çok geniş bir kavram. Hatta bina özeline indirdiğinizde dahi hala çok geniş bir kapsama alanı var. Sıfır Enerji Binalar Gönüllüler Hareketi ‘Müdür Yollarda Hareketi’nde biz, bu kapsama alanlarından sadece bir tanesine, yani binalarda enerji tüketimine ve bu tüketimin dünyanın kaynaklarına etkisinin minimuma indirilmesine odaklanıyoruz. Dolayısıyla “sürdürülebilirlik” kavramının yüzlerce alt kırılımından sadece bir tanesiyle ilgili olarak kamuoyu farkındalığını artırmaya çalışıyoruz. Hem sürdürülebilirlik, hem de enerji verimliliği ile ilgili ülkemizde birçok kamu ve sivil toplum kuruluşu var. Ancak ne yazık bu sivil toplum kuruluşlarımızda da yük sınırlı sayıda gönüllü arkadaşımızın omuzlarında kalıyor. Doğal olarak da sivil toplum kuruluşlarımızın hem maddi hem de iş gücü anlamında bu kıt kaynakları, konuların ancak teknik boyutlarına eğilinebilinmesine el veriyor. Daha açık söylemek gerekirse standartlar, teknik prosedürler, yönetmelikler, eğitimler ve mevzuat ile ilgili çalışmalardan kafayı kaldırıp, mevzuyu kamuoyuna anlatacak vakit ve kaynak kalmıyor. İşte ‘Müdür Yollarda’ da bu ihtiyaçtan ortaya çıkan bir hareket. Bilirsiniz, bizde bir şeyi bilen ya da iyi yapan kişiler için sık kullanılan bir kavramdır ‘Müdür’. Yani, mahalle arasındaki bir büfenin sahibine bile sabah gazete alırken ‘Müdür Günaydın’ deriz. Yani ‘Müdür Yollarda’nın ‘müdür’ü kurumsal bir unvan olarak ‘müdür’ü değil, bir işi bilen anlamında ‘müdür’ü ifade ediyor. Doğal olarak ‘Müdür Yollarda’ da aslında işi bilenlerin yollara düşüp bu teknik mevzuları herkesin anlayabileceği bir dille anlatmalarını sağlamaya, bunu yapmak isteyenleri motive ve teşvik etmeye ve mümkün olduğu kadar da desteklemeye çalışan bir hareket. Toplam kaç kişiye ulaştığımızdan ziyade ‘Bir büyüktür Sıfır’ felsefesiyle, hep bir fazla kişiye ulaşmayı hedefleyen bir hareket. Amacımız kamuda, özel sektörde ve STK’larda bu konuyla ilgili muazzam bir özveri ile çalışan arkadaşlarımıza, meslektaşlarımıza olabildiğince kamuoyu desteği sağlamak, işlerini kolaylaştırabilmek ve onlara elimizden geldiğince moral desteği sağlayabilmek...”
Yüzlerce milyarlık araçla gitseydik bu kadar ilgi görmezdi
“2018’de ‘30 gün, 30 şehir, 30 bin kişi’, 2019’da ‘40 gün, 40 şehir, 40 üniversite’ sloganıyla yürüttüğümüz projemizde bugüne kadar hem birebir, hem de konvansiyonel, dijital ve sosyal medya kanalları vasıtasıyla yüzbinlerce kişiye ulaştık. ‘Müdür Yollarda’ projesinin yaratıcısı, şu anda ZeroBuild, Uluslararası Sıfır Enerji Binalar Forumu’nu da birlikte yürüttüğümüz ‘ETİ İletişim’. İlk sene beni motorla gezdirmeleri oldukça ilgi çekti. Yüzlerce milyarlık araçla gitseydik bu kadar ilgi görmezdi. 2020’de de ‘50 gün, 50 şehir 50 STK’ sloganıyla sivil toplum kuruluşlarına ulaşmayı planlamıştık ancak Covid’19 süreciyle bu seneki projeyi askıya almak durumunda kaldık. Sağ olsun bu süreçte ST Endüstri Radyo bizlere kapısını açtı.Başta radyonun kurucusu Recep (Akbayrak) Bey ve Genel Müdürü Haydar (İlk) Bey ve program partnerim İsa (Satıcı) kardeşim olmak üzere tüm çalışanlarına bizlere verdikleri destekten ötürü sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Bu vesileyle herkesi de ST Endüstri Radyo’yu takip etmeye davet ediyorum. İnşallah, Covid’19 sonrası kaldığımız yerden devam edeceğiz. Memleket kalaba, ülke büyük, iş çok. Devam...”
ZeroBuild Sıfır Enerji Binalar Forumu
“Sadece binalarda kullanmak için her sene yaklaşık 15 milyar dolar enerji ithal ediyoruz. Ülkemizin birçok sorununa, konutlarda ve hizmet binalarında enerji verimliliğinin artırılması, fosil yakıt kullanımının düşürülmesi ve aynı zamanda yenilenebilir enerji kaynaklarına odaklanılması ile büyük ölçüde katkı sağlayacak. Bizce bu noktada artık çalışmaları bir adım öteye taşıyarak, kamuoyunu dünya örnekleriyle tanıştırmamız gerekiyor. Bu yüzden ZeroBuild Uluslararası Sıfır Enerji Binalar Forumu’nu düzenliyoruz. Kamuoyumuzun artık ‘Sıfır Enerji Bina’ ya da ‘Pasif Bina’ denildiğinde gözünde bir şey canlanıyor. Yani ‘Almanya’da bir mumla ısınan evler varmış’ ya da ‘Norveç’te ev halkının vücutlarından yayılan ısı ile ısıtılan evler varmış’ gibi cümleleri sık duymaya başladık. Fakat bununla birlikte kamuoyu algısı, bu tür binaların çok ütopik örnekler olduğu ya da yapılsa yapılsa ancak ‘Nasa Teknolojisi’ ile yapılabileceği ve sadece müstakil evlerde veya villalarda uygulanabileceği yönünde. Daha da kötüsü, bu ‘ütopiklik’ önyargısı sebebiyle Türkiye’de sahip olduğumuz mühendislik, müşavirlik ve mimarlık bilgisi ya da ürün, üretim ve sanayi altyapısının bu tür binaların ülkemizde hayata geçirilmesine yeterli olmadığı veya olamayacağı yönünde...”
Sıfır Enerji Binalara ulaşmak hiç de zor değil
“Avrupa Birliği’nde yeni inşa edilecek resmi binalarda 1 Ocak 2019’dan ve tüm binalarda 1 Ocak 2021’den itibaren zorunlu hale getirilen ve birçok ülkenin de eylem planlarında yer alan bu Sıfır Enerji Binalara dönüşüm konusunu, ZeroBuild Forum’20’de her açıdan ve dünyanın dört bir köşesinden konunun uzmanları ile ele alacağız. Etkinlik sanal ortamda 5 gün sürecek. Herkes istediği yerden online ve ücretsiz olarak oturumları takip edebilecek, sorularını konunun uzmanlarına iletebilecek. Amacımız, dünya örneklerinin paylaşımı ile kamuoyuna bu işin ‘Kutup Yıldızı’nı göstermenin ötesinde ülkemizin sahip olduğu mimarlık-mühendislik bilgisi ve üretim-sanayi kabiliyetleri ile Sıfır Enerji Binalara ulaşmanın aslında hiç de zor olmadığını ortaya koymak. Katılımcılar ZeroBuild Forum’20 içerisinde, 23-27 Eylül 2020 tarihleri arasında 5 gün süreyle sürecek online sanal oturumlar ve sunumların yanı sıra Forum web sayfasında (www.zerobuild.org) bir portal niteliğinde tüm yıl boyunca 7/24, ülkemizin ve dünyanın önde gelen ve konusunda öncü, malzeme üreticisi, mimar, mühendis ve müşavirlik firmaları tarafından hazırlanan, Sıfır Enerji Binaların dünyanın sorunlarına nasıl ve ne denli katkı sağladığını ve Sıfır Enerji Binalara ulaşmada ilgili alt disiplinlerin rollerini ve önemini anlatan poster bildiriler bulacaklar. Bunun yanında, sektörel istihdama katkı sağlamak ve konuyla ilgili çalışan, çalışmak ya da staj yapmak isteyen öğrenciler ve profesyoneller ile iş verenlerin buluşmasını sağlamak amacıyla, forum ile aynı periyotta, 23-27 Eylül 2020 tarihleri arasında düzenlenecek olan sanal Enerji Kariyer Fuarı’na da yine Forum web sayfasından erişebilecekler. Ayrıca, Covid’19 süreci izin verirse, Türkiye’nin ilk ve tek pasif binası olan Gaziantep Büyükşehir Belediyesi Ekolojik Binasına da teknik bir gezi düzenlemek istiyoruz...”
Yapamazsam ben bittim abi...
“Hobi olarak başladığım işlerden biri de ‘Performans Koçluğu’... Kendi iş arkadaşlarıma da uygulama fırsatı bulduğum bu uğraşta kişinin gerçek performansını ortaya çıkarabilmesi için insanlara yardımcı olmaya çalışıyorum. Kısa bir dönem Beşiktaş’ın U18 takımına da performans koçluğu yapmıştım. Orada odaklandığım şey ise, ailelerinin büyük umutlar bağlayarak futbolcu olmasını istedikleri o çocuklara ikinci bir alternatifleri olması gerektiğini anlatmaya çalışmaktı. Birçok aile, kendi geleceklerini de o çocuğun başarısına bağladığından çocuklar stres altında top oynuyorlardı. Futbolda başarısız olurlarsa meslek olarak farklı bir alternatifleri olduğunu bilmek bile sahada streslerini azaltmaya yetiyordu. Futbol tekniği değildi yani performans koçluğunda konuşulanlar. Onların hayatlarında bir alternatif olduğunu hissettirmek, asıl A planındaki performansı muazzam derecede artırıyor. Bazı çocuklar stresten topa vuramıyordu, beyni başka bir yerde çünkü. Performans koçluğu kabaca bu. Kişinin performansı önündeki kilidi bulup açmasına yardımcı olmak. Bu çocuklardaki kilit nokta B planın olmamasıydı. En büyük stresi bu yaratıyordu. ‘Yapamazsam ben bittim abi’ psikolojisiyle sahaya çıkılır mı?..”
Benzinlikte üstümü değiştirir bisiklete binerim
“Amatörce bisiklete biniyorum. Şile’nin bir köyünde yaşadığımdan bu konuda avantajlıyım. Sıkça binme fırsatım oluyor. Ayrıca arabamda genelde bisikletimi taşırım. Gündelik koşturmaca içinde hava da güzel ve ufak bir de vaktim varsa hemen bir benzinlikte üstümü değiştirir, bisiklete binerim. Artık neresi denk gelirse; yokuş olmasın yeter, çok terletiyor... Bu benim için büyük bir rehabilitasyon aracı. Gidip bir yerlerde oturmaktansa bisikleti tercih ediyorum. En sevdiğim rotalardan birisi de Eminönü-Sarıyer. Muazzam bir rota. Hem İstanbul’un tarihi yerlerinden hem de modern yerlerinden geçersiniz. Bir de dümdüz tabi. Yelkenli kullanmasını da sever ve bilirim. Amatör denizci ehliyetim de var ama bu konuda çocukların biraz daha büyümesini bekliyorum. Onlarla birlikte yelken yapmayı hayal ediyorum...”
Dünyevi mevzulara çok takıldığımı hissedersem Aşk’ı okurum
“Okumayı severim... Ama kendimi zorlamam. Evde çok kitap vardır ama yarısını okumamışımdır. Çünkü son yıllarda o kadar çok kitap çıktı ki, bir kitapçıya girdiğinizde neye bakacağınızı şaşırıyorsunuz. Mağazalarda her taraftan pazarlanmaya çalışılan kitaplar çıkıyor karşınıza. Dolayısıyla bazen gereğinden çok kitap alabiliyorum ama bir prensip edindim artık; kitap ilk otuz sayfasında sarmadıysa bırakıyorum. Burada suçu hiç de üstüme almıyorum. Yazarın da ilk otuz sayfada okuru kitaba bağlama, güzel yazma yükümlülüğü var. Ne kadar önemli bir şey anlatırsan anlat, senin o ağdalı keyifsiz dilini okumak zorunda değilim ben kardeşim... İz bırakan kitapların başında Elif Şafak’ın Aşk adlı romanını sayabilirim. Sanırım 2009’da yayınlanmıştı ilk baskısı. Hatta 2016’da bir bayram öncesi tüm bayilerime de göndermiştim o kitabı. Dünyevi mevzulara çok takıldığımı hissedersem, okurum ara sıra tekrar...”
Uzay mekiği yapmıyoruz
“Çalışma hayatımda iş arkadaşlarımdan öncelikle şeffaflık beklemişimdir. Günün sonunda emin olun ki biz en azından uzay mekiği yapmıyor veya sıfırdan bir şey yaratmıyoruz. Çok çok büyük bir kısmımız dünyada daha önce milyonlarca kez yapılmış bir şeyi bir daha yapıyor. İşi doğru yapmamız ve şeffaf olmamız gerekiyor. Bütün hatalar çözülebilir, yeter ki şeffaf bir iletişim kurulsun. Ayrıca değer verilmemesi de üzer beni işe, kuruma, yanındaki arkadaşa. Kimsenin tek alternatifi şu anda çalıştığı kurum değil, o kurumda mutlu değilsen başka bir arayışa girmelisin. Çünkü performans ancak mutluluktan gelir. Mutluluk sağlanırsa zaten gerisi bir şekilde kendiliğinden hallolur...”
Takdir ettiklerim...
“Sektörde hem iş anlamında hem de sivil toplum kuruluşlarındaki etkinlikleri sebebiyle birçok kişi var takdir ettiğim. Hepsinin farklı farklı özelliklerine dikkat ediyorum. Genelde hem kendisi hem sektör, hem de memleket için çılgınlar gibi çalışan insanlar bunlar. Şimdi burada teker teker isim vermeyeyim ama baktığınız zaman mahalle kahvesinden devlet bürokrasisine kadar inanılmaz bir yelpazede ilişkileri layıkıyla yönetebilmeleri ortak özellikleri...”
Sahada bizden birileri var...
“Trabzonspor’u tutuyorum. Fanatiğim ama benim fanatiklik anlayışım klasik anlayış değil sanırım. Trabzonspor ile o kadar eğleniyorum ki çocuklarımı hiç yönlendirmesem de onlar da Trabzonspor’lu oldu. Mevzu topun kaleye girmesi değil; önemli olan eğlence... Yani sahada memleketimin ekibi, bizden birileri var. Bizi temsilen yeşil zeminde o renklerin olmasıdır benim sevdiğim. O aidiyeti hissetmek önemli. Bence herkes kendi memleketinin takımını tutmalı. Bir Trabzonlu’nun, bir Bursalı’nın kendi şehrinin takımından başka bir takım tutmasını anlayamıyorum gerçekten. Orada oynanan topun, alınan şampiyonluğun, dönen milyonların sana ne hayrı var? Bursa’yı tut ve maçına git, Antepliysen Antep’i tut ve stadına git maçını izle, eğlen. Kayseri’de oturuyorsun Fener’i, Galatasaray’ı tutuyorsun maça mı gidebiliyorsun? Bu arada, bu üç takım da benim için ayrı ayrı çok değerli. Fenerbahçeli sporcuların Kurtuluş Savaşı’nda İstanbul’dan Anadolu’ya silah kaçırmaları, Galatasaray’ın Avrupa’da hepimize ilk defa ‘biz de yapabiliyormuşuz kardeşim’ dedirtmesi, Beşiktaş taraftarının dünya çapındaki örgütlülüğü gibi birçok gurur verici yönlerini sayabilirim. Ama Avrupa’da en ufak takım bile dolu stada oynuyor. Oyun böyle keyifli. Kazandığın zaman değil, üzüntüde, mutlulukta bir şeyin parçası olduğun zaman keyifli. Yoksa yarımız Real Madrid’i tutsun, diğer yarımız Barcelona’yı, bir sene siz şampiyon olun bir sene biz... E peki bunun kime, ne hayrı var? Ben de böyle bir Trabzonsporluyum. Allahtan takım da fena gitmiyor bu sene...”
Röportajı "Temmuz-Ağustos 2020" sayımızın e-dergi versiyonundan da okuyabilirsiniz
14 Ağustos 2020
İnşaat sektörünün buluşma noktası Şantiye, “Güven”i temsil eden “Basılı bir Yayın” olma özelliğinin yanı sıra yenilenen web sitesi, Turkcell Dergilik ve Türk Telekom E-Dergi gibi mobil uygulamalardaki varlığı, 35 bin e-bülten abonesi, 15 bini aşkın takipçiye sahip facebook ile 2 bin takipçiye sahip instagram sayfaları ve 16 bin linkedin bağlantısıyla inşaat sektöründe hedef kitleye erişimin en verimli ve hızlı çözümü olmaya dijital ortamlarda da devam ediyor... 1988'den bu yana basılı yayıncılıkta olduğu gibi...