Yurtiçi ve yurtdışında birçok nitelikli projenin yanında Garanti Bankası BBVA Teknoloji Kampüsü, UNIQ Istanbul, Doğuş Otomotiv Teknoloji Merkezi, Forum alışveriş merkezleri, Türkiye’deki ilk Carrefoursa kompleksleri ve yüzlerce Shell istasyonu gibi yapıları hayata geçiren ERA Mimarlık’ın Kurucusu, MSGSÜ Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi (E) Prof. Dr. ERTUN HIZIROĞLU ve ofisin Yönetici Ortağı, aynı zamanda İstanbul Serbest Mimarlar Derneği (İSMD) Başkanı ALİ HIZIROĞLU ile ERA’nın kurulduğu 70’li yıllardan bugüne kadarki olan kilometre taşlarını, mimarlık ortamını, depremi, inşaat sektörünü ve tabii ki şantiyeleri konuştuk...
Şantiye: ERA Mimarlık hakkında genel bir bilgi alabilir miyiz? Ne zaman kuruldu?..
Prof. Dr. Ertun Hızıroğlu: ERA 1972’de kurulmuş bir mimarlık ofisi. Yarışmalarla başladık ve hatta senede 13 yarışmaya girdiğimiz bile oldu. 12’sinden derece almıştık. İzmit sahil bandı projemizleyse birinciliği kazanmıştık. Hayata geçirilmesi planlanan o proje için üç dört defa müsteşarla görüşmek için Ankara’ya davet edildiğimi hatırlıyorum. Oldukça itibarlı bir şekilde ağırlanmamıza rağmen bir türlü müsteşarın yoğunluğundan dolayı kendisiyle görüşme fırsatı bulamamamız ise beni oldukça hırpalamıştı. Defalarda Ankara’ya otobüsle gidip, makam odasının girişinde beklemek sinirlerimi germişti. Ardından projenin tüm haklarını, projesini beraber çizdiğimiz Fatih Gorbon’a devretmiştim. Noterden çıktığımda ise gerçekten kendimi rahatlamış hissetmiştim. Fakat enteresandır, on sene sonra Kocaeli Valisi beni arayıp projeye başlanacağını, bu kapsamda görüşmek istediğini söylemişti fakat benim açımdan o iş kapanmıştı. Sonuçta yapılamadan kalan projelerden biri oldu...
“126 metrekarelik işi önemsememiz, ona gösterdiğimiz hassasiyet ve titizlik bambaşka işleri doğurmuştu. Tam 19 sene, 30 kişilik ayrı bir ekip ve bürolarla Shell’e hizmet verdik...”
Şantiye: ERA bu zamana kadar neler yaptı? Her projeyi anlatmak tabii ki mümkün olmaz ama en azından kilometre taşları nelerdi?
Prof. Dr. Ertun Hızıroğlu: 80’li yılların sonunda, Suudi Arabistan’a gidip gelen arkadaşım Kudret Akın vasıtasıyla şantiye baraka çizimleri yapıp, içinde yatak ve tuvalet olarak kullanılacak konteyneri Diyarbakır’da bir kaynak makinesi, bir taşlama aleti ile dört kişiye ürettirip göndermiştik. Ardından bu konteyner işi iyice gelişti. Modüler olarak, içinde mutfağı, tuvaleti, oturma grubu olan planlar hazırlamaya başladık. Bunlar parça parça imal edilip, daha önce yapılan temeller üzerine monte edilip, tesisatları döşeniyordu. Aslında çok kolay da bir iş değildi. Yapının nasıl parçalanacağı, nasıl bölüm bölüm taşınacağının, öncesinde ciddi düşünülmesi ve planlanması gerekiyordu. Bu işlerle uğraşırken bir gün Shell firması yetkilileri aradılar. Mecidiyeköy’deki merkezlerinde yaptığımız görüşme esnasında, istedikleri işin paftasına bakarken, bir taraftan da kaç metrekare olduğunu kestirmeye çalışıyordum. Öncesinde 40 bin metrekarelik John Deere traktör fabrikası ve Çukurova İplik tesisleri gibi nispeten büyük projelere imza attığımızdan, bunun da benzer hacimde bir iş olduğunu düşünüyordum...
Fakat anlaşıldı ki, iş aslında bir “kanopi”, yani Feneryolu’ndaki istasyonun pompaları üzerindeki 126 metrekarelik bir sundurmaydı... “Şartlarınız neyse kabul ediyoruz, bunu siz yapın” deyip bizi yolcu etmişlerdi. Tabii büyük bir hayal kırıklığı yaşamamıza rağmen uğraştık ve çizdik. Fakat gördük ki aslında metraj ve iş olarak küçümsediğimiz işi İngilizler öyle bir ciddiye alıyorlardı ki, imalat sürerken İngiltere’den denetlemeye yetkililer gelip, tavsiyelerde bulunuyorlardı.
Bu işimizin beğenilmesinin ardından Shell bu sefer de benzer kanopilerden 150 adet, Türkiye çapında faaliyet gösteren bayileri için proje yapım işini verdi. İş bir anda farklılaşmıştı. Çünkü bu istasyonların bir kısmı Ankara çevresinde, bir kısmı Adana çevresinde, yani neredeyse tüm Anadolu’ydu söz konusu olan. Her birinin ölçüleri alındıktan sonra imalat içinse sadece İstanbul değil, istasyona yakın yerlerde imal edilmesini planlamıştık. Tabii bunun için de öncelikle bölgelerde gözümüze kestirdiğimiz demir atölyelerine ufak ufak eğitimler verdik. Bu süreçte ekibimiz genişledi, çelikten ve farklı imalatlardan anlayan profesyoneller ekibimize dahil oldu. Ardından Shell yetkilileri modüler binalar da yapmamızı talep etti. Tüm istasyonlar yenilenecekti. Dolayısıyla ilk başladığımız o 126 metrekarelik işi önemsememiz, ona gösterdiğimiz hassasiyet ve titizlik bambaşka işleri doğurmuştu. Tam 19 sene, 30 kişilik ayrı bir ekip ve bürolarla Shell’e hizmet verdik. Shell’in tahsis ettiği araçlarla 800 istasyonu değiştirdik. Ayrıca Shell’in Letonya, Estonya ve Bulgaristan’daki işlerini de yaptık. Dünyaya bakışımız değişiyordu. İngiltere merkezlerine yaptığımız ziyaretler ufkumuzu genişletmişti. Çalışma mekanları ve ofisler bambaşkaydı. Yurda döndüğümüzde kendi ofisimizi, iş yapış şekillerimizi ve bilgisayar altyapımızı değiştirmeye karar vermiştim. Yıl 1983’tü. Yeni işler bizleri değiştirmişti.
Prof. Dr. Ertun Hızıroğlu ve Ali Hızıroğlu
Yine o yıllarda faksla, Carrefour firmasından Fransızca yazılmış, bizimle görüşmek istediklerine dair bir mesaj gelmişti. Fransa’ya çok gidip gelmeme rağmen bu firmayı açıkçası tanımıyordum. Neyse randevulaştık ve hiç unutmuyorum yağmurlu bir gün Fransız bir bayan, Carrefour’u temsilen ofisimize ziyarete geldi. Bir taraftan, Türkiye’de yatırım yapmaya karar veren firmayı anlatıyor bir taraftan da gözucuyla ofisin altyapısını ve ekipmanını inceliyordu. İngilizce başlayan sohbetin ilerleyen aşamalarında Fransızca konuşabildiğimi söyleyince bayan oldukça memnun kalmıştı. Karşınızdakinin dilinden konuşmanın önemini anladığım görüşmelerden biriydi. Hele ki bir Fransız ile Fransızca konuşuyorsanız bunun katkısı oldukça fazladır. Ki öyle de olmuş, üç ay sonra Fransa’dan gelen bir heyetle Hilton Otel’deki görüşmemiz esnasında bizimle çalışmaya karar verdiklerini bildirmişlerdi. Anlaşma ise proje bedeli ve şantiye takip bedelinin içinde belirtildiği gayet basit, 2 sayfalık bir dokümandı. Hem Shell gibi dünya çapında bir firmayla çalışmış olmamız hem de Fransızca konuşabilmemizin etkisi oldukça büyüktü. Böylelikle Carrefour işi başladı. Carrefour’un, ilki Kozyatağı’ndaki olmak üzere 14 yatırımı için imza attık. Carrefour’la işlerimiz devam ederken doğal olarak farklı işlerimiz de yürüyordu. 100 kişinin üzerine çıktığımız dönemler oldu. Pandemi olmadan üç sene önce de ofis içinde farklı bir yapıya evrildik ve ekibimizi nispeten gençleştirdik.
Ali Hızıroğlu: Carrefour’la çalışmaya başlandığında ben lisedeydim. Hipermarket konseptiyle başlayan Carrefour’lar zamanla alışveriş merkezlerine dönüştüler. Tabii Shell ve McDonalds binalarının ardından Carrefour projeleriyle ofisimiz multidisipliner ve mühendislik ile mimarinin beraber yürüdüğü sistematik bir yapıya dönüştü. 100 kişilik bir ekibimiz vardı. Ardından Hollanda merkezli Multi’nin, Turkmall ile ortaklık yaparak Türkiye’ye gelmesinin ardından biz de Forum alışveriş merkezlerini projelendirmeye başladık. Saha yönetimi ve mühendislik hizmeti de veriyorduk. Benim de ofis içinde asıl etkin olmaya başladığım dönemdi. Çocukluğumdan beri bir bakıma mesleğe oldukça yakın sayılırım ama mezuniyetimden sonra işe hakimiyetim bu dönemlere denk gelir.
Şantiye: En hoşunuza giden projeleriniz hangileri?
Prof. Dr. Ertun Hızıroğlu: En çok konuşulan projelerimizden biri Garanti Bankası BBVA Teknoloji Kampüsü oldu biliyorsunuz... Tabii bunun birçok nedeni var. Bir bankanın, şubeleri dışında böylesine bir teknoloji merkezi kurması, başlı başına dikkat çekici bir unsurdu. Bizim de beğendiğimiz binalardan biridir. Uzmanlık ve belirli bir süreç gerektiren bir projeydi. Ve iyi yönlendirilmesi gerekiyordu. Bizim uluslararası firma tecrübelerimiz ve kültürümüz olmasaydı bu kadar başarılı olmayabilirdi. Çünkü projedeki konsept tasarım, statik hesaplar, mimari proje bizimdi ve bütün ihaleleri de biz yaptık. Ayrıca şantiyede, 38 kişilik bir ekibimiz vardı. İşinizi, metrekaresine bakmadan şantiyede de takip etmeniz gerekir. Yoksa iyi sonuç alamazsınız. Bu emeği vermezseniz, bu gayreti göstermezseniz, çalışanlar da göstermez. Ben çoğu sabah erkenden projenin şantiyesinde olurdum. Ayrıca arkadaşlarla oturur günlerce o cepheleri, iç bağlantıları etüt eder, bunların hepsinin maliyeti üzerine kafa yorardık. Paket hizmet verdiğimizden sorumluluğumuz yüksekti. Garanti yetkilileriyle de hafta iki kere şantiyede ayrıntılı toplantılar yapılırdı. Binanın tasarımının yanında herkesin bir araya gelerek sonuç odaklı çalışması da projeyi ayrıcalıklı kılan özelliklerden biriydi.
“Binanın bazı brüt beton işlerinde istediğimiz kalitede imalat yaptıramamıştık. Sorunu çözmek amacıyla Zaha Hadid binalarının beton kalıp uzmanını Türkiye’ye davet ettik. Uzman aslında oldukça basit sayılabilecek yöntemlerle sorunun nasıl çözülebileceğini anlattı. Tabii bunlar hep tecrübe ve bilgi, görgü işi...”
Fotoğraf: Garanti BBVA
İnşaat sektöründe kültür ve görgü çok önemlidir. Bir mimar, tasarımcı veya inşaat mühendisi olarak ne kadar çırpınırsan çırpın, malzemeyi monte edecek adamın görgüsü ve kültürü yeterli değilse, malzeme de ne kadar kaliteli ve estetik olursa olsun bir işe yaramıyor. Onun için depremde binalarımız yıkılıyor. Yıkılma nedenlerinin en önemlisi işçilik. Binanın her milimetresinin, imalatın her saniyesinin kontrol edilme şansı yok. Betonu döken adam yarısını toprak dolduruyorsa bunu takip edemezsin. Ekiplerin bilgisi, görgüsü, kültürü yeterli olmalı. Türkiye’de maalesef bu iş böyle yürüyor. Mesela bu binanın bazı brüt beton işlerinde istediğimiz kalitede imalat yaptıramamıştık. Sorunu çözmek amacıyla Zaha Hadid binalarının beton kalıp uzmanını Türkiye’ye davet ettik. Uzman aslında oldukça basit sayılabilecek yöntemlerle sorunun nasıl çözülebileceğini anlattı. Tabii bunlar hep tecrübe ve bilgi, görgü işi. Türkiye’de bu tip işleri yapabilen usta veya uzman sayısı pek yok.
Şantiye: Sizin farklı ülkelerde de ofisleriniz var... Oralarda ne kadar faalsiniz?
Prof. Dr. Ertun Hızıroğlu: Zaman içinde Çin, Fransa ve Rusya’da ofisler açtık. Pandemiden sonra şimdilerde pek faal değiller ama bayağı iş yaptığımızı söyleyebilirim. Çin’de 4-5 sene boyunca 325 bin metrekarelik bir işi takip ettik konseptinden açılışına kadar. Pekin’de bir ofis kurduk ve 10 seneden fazla o iş devam etti. Genelde Türkiye’den konsept projeler yaptık. 6-7 kişilik ofisimiz vardı Pekin’de. 2018-19 gibi de Rusya’da çalışmaya başladık. Yeniden hareketlendirdik son dönemde ve irili ufaklı işler yapıyoruz. Yakın olduğu için daha avantajlı bir ülke. Pandemi birçok iş yapış şeklini, modelini değiştirdi. Dolayısıyla bundan sonra yapılacak işler için oturup farklı bir yöntem geliştirilmesi gerekiyor.
Şantiye: Üniversitedeki eğitimciliğinizle ilgili bilgileri paylaşabilir misiniz? Neden ve nasıl akademisyen oldunuz? Bu durum meslek pratiğinde size ne kattı?
Prof. Dr. Ertun Hızıroğlu: Aslında akademik bir kariyer yapmak çok düşündüğüm bir durum değildi. Fakat mezuniyetimin ardından değerli hocalarımdan bazıları Akademi’de asistan olarak kalmamı arzu etmişlerdi. Öğrencileri yakından tanıdıkları için ciddi bir imtihan da yapmadan iki soruyla kendilerine asistan alırlardı. Bu teklifleri düşünürken, bir taraftan da, o değerli hocaların, bizleri okula başladığımız halimizle en başından beri tanıdıkları için biraz getir-götür işlerinde kullanacaklarını da düşünürken, o günlerde yeni mezun mimarlar arasında popüler olan Almanya alternatifi üzerine yoğunlaşmıştım. Birçok arkadaşım ve tanıdığım Almanya’da, Türkiye şartlarına göre çok iyi işlerde çalışıyorlardı. Fakat karar verdikten ve hatta Hannover’de iyi bir ücretle iş bulduktan sonra, gidecek olduğum günün gecesi vazgeçmiştim. Ardında da Saint Joseph Lisesi ve Akademi’den yakın arkadaşım Işık Aydemir’in vasıtasıyla Yıldız Teknik Üniversitesi’nde asistan olarak göreve başlamıştım.
Fotoğraf: Doğuş Teknoloji
Emin Necip Uzman profesör, Faruk Sırmalı doçent, Işık Aydemir, Alpay Aşgun kıdemli asistandı. Benimle birlikte beş kişi olmuştuk. Sınıflar ise yaklaşık 170 kişilikti; yani hiç bizim Akademi’deki öğrenciliğimizdeki gibi değildi. Fakat kalabalık da olsa yine de parlak sayılabilecek öğrencilerle daha yakın ilişki kurabiliyorduk. Bunlardan biri Bünyamin Derman’dı; ki sonradan asistanlığımı da yapmıştı. Yavuz Selim Sepin de aynı şekilde bu öğrencilerden biriydi. Böyle öğrencilere ders anlatmak hocaları da diri tutar. İlgilerine, sorabilecekleri sorulara karşı mahcup olmamak için hocalar da derslerine çalışırlar. Ayrıca tabii bazı öğrencilerle özel ilişkiler de kurmak gerekebilir. Mesela, okuldan çok müzikle ilgilenen fakat bir o kadar da aslında akıllı bir öğrencimle yakınlık kurabilmek amacıyla oğlum Ali’nin o zamanlar hayranı olduğu Eric Clapton’ın kasetlerini okula giderken arabada dinlerdim. Hatta yine aynı amaçla Ali ile Açıkhava Tiyatro’sundaki Santana’nın konserine gitmişliğim ve Fenerbahçe’de kafelerde öğrencilerle dersler yapmışlığım bile vardır. Yani hocaların sadece ders anlatmaktan öte, öğrencilerle iletişimlerini geliştirmek için farklı deneyimler yaşaması gerektiğine de inanırım. Her ne kadar bu yaptıklarım yüzünden şikayetlere muhatap olmuşluğum olsa da...
Akademik hayatımda hem idari hem özel anlamda oldukça tecrübe kazandım. Ayrıca devlet mekanizmasını anlama imkanı buldum. Devlet mekanizması, çok eleştirilmesine rağmen belirli bir düzen ve disipline sahiptir. Devlet yöneticileri ve bir başbakanla görüşmek insana farklı deneyimler kazandırıyor. Bir prosedürün içinden geçmek, durmayı-kalkmayı öğrenmek sizi eğitiyor. Tüm bunları akademik yaşamımda öğrendiğimi söyleyebilirim.
Güzel Sanatlar Akademisi’ne girdiğimde sınıf 40 kişiydi. Öylesine seçkin bir sınıfa girdiğinizde hiçbir şey yapmasanız, sadece oturup konuşulanları, anlatılan dersleri dinleseniz bile çok farklı şeyler öğrenirdiniz. Fakat yıllar ilerledikçe sınıflardaki öğrenci sayısı giderek arttı. Öğretim üyeliği yaptığım yıllarda 180 kişiye ders anlattığımı hatırlarım; sadece yuvarlak yuvarlak gözler görünüyordu. Tabii böylesine kalabalık sınıflarda hocalar da öğrenciyle gerektiği gibi diyaloğa giremiyor ve eğitim kalitesi düşüyordu. Bugün ise daha farklı bir ortam mevcut. Bir kere, sınav sisteminden dolayı çoğu öğrenci eğitim aldığı bölüme isteyerek girmiyor. Sonuç olarak öğrenci ile hoca ve eğitim kurumu arasındaki bağın koptuğunu düşünüyorum. Bunun sonuçları da maalesef iyi olmuyor... Eğitimin iyi olduğu bir dönemde işi öğrenmiş ve iyi bir mesleki hayat yaşamışız. Teleksten mobil telefonlara ve ileri bilgisayar sistemlerine kadar tüm teknolojik gelişmelere bire bir şahit olduk. 80’li yıllarda üniversiteye kurulan bilgisayar sistemini hatırlıyorum da, koca bir odayı kaplıyordu. Kendi ofisimizi kurduktan sonra, Türkiye’ye IBM’in getirdiği kişisel bilgisayarlardan iki tane almıştım. Ofiste kullanacak adam yoktu; akşam giderken de üstü örtülüyordu. Niye örtülüyorsa... Dolayısıyla tüm bu süreçleri görmüş olmayı bir şans olarak addediyorum.
“Mimarlık mesleğinin bir müddet sonra işlevini yitireceğini düşünüyorum. Bitecek bu meslek. Mimarlıkla uğraşanlar düğmeleri baştan yanlış iliklediler... Artık mimarlığın, sermaye ile siyasetin kısmen ‘oyuncağı haline’ geldiği bile söylenebilir...”
Şantiye: Mimarlığın bugünkü durumuyla ilgili yorumlarınız nelerdir?
Prof. Dr. Ertun Hızıroğlu: Çok da yanlış anlaşılmak istemem ama mimarlık mesleğinin bir müddet sonra işlevini yitireceğini düşünüyorum. Bitecek bu meslek maalesef. Mimarlık mesleğiyle uğraşanlar düğmeleri baştan yanlış iliklediler. Türkiye’de de dünya genelinde de bu böyle. Vizyoner mimarlar veya başka bir mimarlar grubu diye ayrımlar yapıldı. Mimarlık üzerine çok oynandı; çünkü herkes biraz mimar. O nedenle zaten artık mimarlık fakültelerine başarılı öğrenci pek gelmiyor. Eğer bir mimar teknik anlamda bir virtüöz olursa, o zaman belki başarı elde edilebilir ama o da çok çaba gerektirir. Mimarlık yalnızca bina yapmak değildir; kafa yapısını da geliştirmek şart.
2005’ten sonra Türkiye’ye yabancıların merakı başladı ve ülkeye ciddi bir sermaye girişi oldu. İnşaat yatırımları arttı. Bu kapsamda sermaye açısından mimarlık dünyası da gelişti. Fakat sonra işler yavaşlayıp, durunca maddi açıdan oldukça zor günler geçirilmeye başlandı. Belki artık mimarlığın, sermaye ile siyasetin kısmen “oyuncağı haline” geldiği bile söylenebilir.
Türk milleti olarak bina yapmaya bayılıyoruz. Mimarın yanına oturan mal sahibi, iki odanın yukarıda, üç odanın aşağıda ve merdivenin de sağa dayalı olması gibi o kadar çok taleple geliyor ki, mimarların çoğu da bu taleplere karşı koyamadığından hoş olmayan yapılar ortaya çıkıyor. Bu anlamda, biraz amiyane olacak ama mimarların kendi ayaklarına sıktıkları bile söylenebilir. Mimarlar kısa ve öz bir biçimde kendilerini acilen ifade etmeliler.
Mimarlıkta aynı kültüre, aynı dünya görüşüne, benzer anlayış ve beklentilere sahip insanlarla çalışmak her zaman büyük bir avantaj. O zaman başarı daha kolay geliyor; fakat tersi olduğunda iyi iş çıkarmak o kadar zor ki... Bir keresinde, mevcut bir kimya fabrikasının yerine yeni fabrika inşaatına başlamadan önce eski makine, ekipman, tank ve yalıtım malzemelerinin olması gerektiği gibi bertaraf edilmesi ve geri dönüştürülmesi için yapılması gerekenleri, yatırımcının da bu işlere yatkınlığı sayesinde kolayca yürütebilmiştik. Yatırımcı ile benzer bir anlayışa sahip olunmasaydı iş çok zorlaşacaktı.
Fotoğraf: Starmal Plaza
Şantiye: Deprem Türkiye için büyük bir risk... Niye bu kadar acı deneyimler yaşıyoruz sizce? Temel problem ne?
Prof. Dr. Ertun Hızıroğlu: Suç tek başına mimarın, mühendisin, belediye başkanının ya da belediyedeki teknik heyetin suçu değil; bu tümüyle toplumun kabahati. Çabuk unutan, konsantrasyonu çabuk bozulan bir milletiz. Deprem olduktan hemen sonra herkes bir arayışa giriyor, çözüm yolları arıyor fakat kısa bir süre sonra herkes yine unutup normal hayatına devam ediyor. Devamlılığımız yok.
Ali Hızıroğlu: Yapılan hataların bir karşılığı, sorumluluğu da olmadığı için problem daha da büyüyor. Suçun gerçek bir karşılığı yok. Birileri günah keçisi ilan ediliyor, göstermelik olarak cezalandırılıyor, geri kalana ise pek de bir şey olmuyor. Hataların bir müeyyidesi yok.
Şantiye: Şantiyeler sizin için ne ifade eder? Sık bulunur musunuz, gezer misiniz şantiyelerde?
Prof. Dr. Ertun Hızıroğlu: Gezmeyi bırakın, ben şantiyelerde yoğun olarak çalışırım... Şantiyelerde genellikle bir temizlik ekibim vardır. Yakınlarım da gülerler bana. Ama o kadar önemlidir ki şantiyelerdeki temizlik... Mesela Garanti Bankası şantiyesinde 16 sarı elbiseli işçi bir traktörle şantiyeyi gezer, temizlik yaparlardı. Özellikle taşeronlar, pis bir ortamda çalışmaya başlamışlarsa, daha da kirli bir şekilde teslim ederler. Mesela otoparktaki beton temiz olacak ki üzerine atılan epokside leke olmasın. Halbuki memlekette epoksi üzerinde leke var diye bir kat daha epoksi atılır ve leke daha da bariz hale gelir. Bunlar tecrübeyle öğrenilmiş şeyler. Ya da bir alüminyum doğrama takılırken doğramaların üzerini korumaz, bir bant takmaz ve o güzelim malzeme çizilir, boyası dökülür...
Bir tasarımcının tasarımını gerçekleştirmesi için şantiyeye ve bunları yapacak insanlara ihtiyaç var. Başka türlü işlerin yapılmasına imkan yok. Sahaya burun kıvırıp, uzaktan online toplantılarla olacak şeyler değil. Güncelleşsek de modernleşsek de olmuyor. İşi yerinde göreceksin, insanlarla göz göze geleceksin. İnşaatlarda birçok şey otomatize olsa da hala el emeği yoğunlukta. Yani muhakkak şantiyede olunması gerekiyor. Projelerin başında olunması şart.
Fotoğraf: Intertech
Ali Hızıroğlu: Ama şantiyeyle de bitmiyor tabii iş. Şantiye öncesi sürecin de buna benzer ama kendi çerçevesinde iyi yürütülüyor olması lazım. Her şeyi bilmemiz gerekiyor gibi bir kültürel anlayışımız var. Her şeyi yaptığını veya bildiğini iddia etmek makbul. Böyle bir ortamda zaten doğru bir iş çıkması mümkün değil. Her işte hata olması çok normal. Hata yaptığını söylemek ise bizim ülkede ayıp kabul ediliyor. Şantiyede de yanlışlar oluyor doğal olarak. Fakat bunu değiştirmek için öncelikle hata yaptığını kabul etmek gerekiyor. Çoğu zaman hataların üstü örtülmeye çalışılıyor. Böyle olunca depremdeki sonuçlar çıkıyor ortaya. Projelendirme kısmının aslında bir düşünce işi olduğunu, birikim, bilgi, aynı zamanda da farklı uzmanlıklara sahip insanları bir araya getirerek üretmek olduğunu, ve tabii ki bunun da bir bedeli olması gerektiğini anlatmakta zorlanıyoruz. Anlatabildiğimiz zaman Garanti Teknoloji Binası gibi başarılı işler ortaya çıkıyor. Düzgün bir toplumsal, mesleki iklim ve ortam temin edilebildiğinde başka şeyler yeşeriyor. O zaman x metrelik konsolu da yapar hale geliyorsunuz, kompozit sistemler de tasarlıyorsunuz, havada 30 metre açıklık geçen incecik cepheler de tasarlayabiliyor ve sürdürülebilirliği bunun içine dahil edebiliyorsunuz. Bir düşünmek ve farklı insanları organize edip, beraber çalışıp ortaya bir ekip çalışması koymak mümkün oluyor. Bu aşamalardan sağlıklı geçmeden şantiye süreci de düzgün ilerlemiyor. İş bir bütün aslında. Tasarımından son imalatına, kullanıcısına, binanın yaşamına kadar bir bütün.
Şantiye: Şu andaki mevcutta neler yapıyorsunuz, hangi projelere yoğunlaşıyorsunuz?
Ali Hızıroğlu: Bugünlerde biraz Türkiye biraz da Rusya’da çalışıyoruz. Geçmişte çok fazla büyük projede yer aldık ama artık dönem değişiyor. Birtakım belirsizlikler var. Sadece bizim ülkemizde değil, genel olarak dünyada da bir belirsizlik söz konusu. Dolayısıyla daha orta ölçekli projeler ağırlıklı. Son dönemde ofis yapıları ve konutlara yoğunlaştık. İç mekân tasarımları ve mevcut yapıların dönüşüm ve yeniden işlevlendirilmesine dair projeler de var.
Fotoğraf: UNIQ Istanbul
Şantiye: İSMD de bayağı başarılı ilerliyor... Neler yapıyor ve neler planlıyorsunuz?
Ali Hızıroğlu: Ne üretmek istersek isteyelim, bu bir ekip işi. Tabii ölçeğine bağlı, ölçek büyüdükçe ekibin de genişlemesi gerekiyor. Bence dernek işi de çok farklı değil. Herhangi bir kurumda sürdürülebilir, tekrar edilebilir işler yapabilmek için bilgi birikimi olan, deneyimi olan, konusuna hakim insanlarla beraber çalışmak gerekiyor. Bence bu mimarlıkta da aynı, şantiyede de aynı, tıpta da aynı. Ekibi iyi olan bir doktora gittiğinizde oradaki ameliyatın derinliği, inceliği farklılaşıyor. Ürettiğiniz değeri yayabilir hale geliyorsunuz.
“Sürdürülebilirliği daha derinlikli ve gerçek bir zemin üzerinde konuşturmak ve tecrübesi olan, tutkulu insanları bir araya getirmeyi arzu ediyoruz...”
Bir süredir çalıştığımız, gerçekleşmesi için gayret ettiğimiz bir proje var. Fahri üyemiz de olan, Mina Hasman’ın RIBA’dan sürdürülebilirlik üzerine yayınlanmış Climate Guide isimli kitabını Türkçe’ye kazandırmak için bir girişimimiz oldu. Paralelinde birtakım etkinlikler, söyleşiler ve bu konuyu gündeme taşımayı planlıyoruz. Sürdürülebilirlik konusunda sadece bir sertifika alıp, binayı puanlandırmak değil, bu mevzunun arka planına dair konuşabilmek için de bir fırsat olarak görüyoruz bu kitabı. Bu çerçevede biraz daha derinlikli ve gerçek bir zemin üzerinde bu işleri konuşturmak ve tecrübesi olan, tutkulu insanları bir araya getirip işleri paylaştırmak gibi bir arzumuz var.
Aynı yaklaşımı “Mimarlık Ne İşe Yarar” etkinliğinin devamı için de düşünüyoruz. Güncel sorunlara tartışma zemini oluşturmak, bir iklim ve ortam yaratmak anlamında önemsediğimiz bir etkinlik. İlk etkinliğe 600 kişinin katılmış olması bizi bu konuda oldukça cesaretlendiriyor. Gündemdeki konuları konuşup, sürekli tekil beyanatlar vermektense bir tartışma platformu temin edip, ortaya kolektif bir çıktı sağlamayı amaçlıyoruz aslında.
Bunlara paralel yakında duyurularını da göreceğiniz SOS isimli geçmişte derneğimiz tarafından 10’dan fazla kez gerçekleştirilmiş bir öğrenci yarışmasını da hayata geçirmeyi planlıyoruz. Geçtiğimiz sene depremden etkilenmiş bölge ve İstanbul’daki üniversitelerdeki mimarlık öğrencilerine yönelik düzenlenen staj programını bu sene Türkiye genelindeki tüm mimarlık fakülteleriyle iletişime geçerek genişletip, 100 öğrenci ve üye ofislerimizle gerçekleştiriyoruz. Ayrıca hem özel sektörden hem de kamudan paydaşlar ile etkinlik, geziler, konaklama gibi farklı konularda işbirlikleri yapıyor olacağız. Gelecek senelerde de bu programın gelişerek devam etmesini arzu ediyoruz.
12 Haziran 2024
Türkiye'nin en ESKİ ve en çok ZİYARET EDİLEN şantiyesi: ŞANTİYE®...
İnşaata dair "KAYDADEĞER" ne varsa... 1988'den bu yana...
Şantiye®nin ürettiği, derlediği ve yayınladığı içeriklerde öncelik “KAMUSAL YARAR”dır...
Ve yayınlanan içeriğin “ÖZEL” olmasına özen gösterilir...
BASILI DERGİ + E-DERGİ + SANTİYE.COM.TR + SOSYAL MEDYA + DİJİTAL PLATFORMLAR...
İnşaat sektörünün buluşma noktası Şantiye®, “Güven”i temsil eden “Basılı bir Yayın” olma özelliğinin yanı sıra yenilenen web sitesi, Turkcell Dergilik ve Türk Telekom E-Dergi gibi mobil uygulamalardaki varlığı, 42 bin E-Bülten abonesi ve 85 bin sosyal medya takipçisi-bağlantısıyla inşaat sektörünün en önemli iletişim platformlarından biri olmaya her ortamda devam ediyor... 1988'den bu yana...
Şantiye® ayrıca yapı sektörüne "Şantiye'nin Yıldızı Ödülü", "Yılın Yeşil Yapı Malzemesi / Teknolojisi Ödülü" ve "Şantiyeden Kareler Fotoğraf Yarışması" gibi farklı organizasyonlarla da katkı sunuyor.
Şantiye®nin son sayısı da dahil 1988 yılından bugüne kadar yayınlanan TÜM SAYILARINA E-Dergi olarak göz atmak için lütfen tıklayın...
Şantiye®, başta ABONELERİ olmak üzere 2020-2024 yıllarında ilan veren firmalar ABS Yapı, Akyapı, Alumil, Anadolu Motor (Honda), Alkur, Ak-İzo, Altensis, Arbiogaz, Aremas, Arfen, Assan Panel, Asteknik, Atos, Batıçim, Baumit, Betek, Betonblock, Borusan CAT, Bosch Termoteknik, Bostik, BTM, Buderus, Bureau Veritas, Çimsa, Çuhadaroğlu, Çukurova Isı, Duyar Vana, DYO, Efectis ERA, Ekomaxi, Elkon, Emülzer, Eryap, Filli Boya, Fixa, Fullboard, Form Endüstri Ürünleri, Form Endüstri Tesisleri, Form MHI (Mitsubishi Heavy Industries) Klima, Garanti Leasing, GF Hakan Plastik, Gökçe Brülör, Grundfos, Hilti, IQ Alüminyum (by Deceuninck), İNKA, İntek, İpragaz, İstanbul Teknik, İzocam, İzoser, Kalekim, Knauf, Knauf Insulation, Komatsu, Köster, Kuzu Grup, LG, Marubeni, Masdaf, Master Builders Solutions, MBI Braas, Meiller Kipper (Doğuş Otomotiv), Messe Frankfurt, Messe München/Agora Tur., Mekon, Mitsubishi Chemical, Nalburdayim.com, NETCAD, ODE, Ökotek, Özler Kalıp, Özpor, Panasonic, PERI, Pimakina, Polyfibers, Polyfin, Prometeon, Ravago, Rehau, Saint Gobain Türkiye, Saray Alüminyum, Schüco, Selena (Tytan), Sentez Mekanik, Serge Ferrari, Shell, Siemens, Sistem İnşaat, Soudal, Sika, Şişecam, Temsa, TMS, Tekno Yapı, Türk Ytong, Tremco illbruck, Vaillant, Vekon, Wermut, Wilo ve Xylem’in değerli katkılarıyla hazırlanmaktadır.
ABONE OLMAK İÇİN
Bir yıllık abonelik bedelimiz olan 1200 TL (6 Sayı, KDV Dahil)'yi TR70 0001 0008 5291 9602 1550 01 IBAN no’lu hesabımıza (Ekosistem Medya) yatırıp; ardından dekontu, açık adresinizi ve fatura bilgilerinizi (şahıs ise TC kimlik no; firma ise vergi dairesi-numarası) santiye@santiye.com.tr adresine e-posta veya 0532 516 03 29 no’lu telefona WhatsApp / SMS aracılığıyla ulaştırabilirsiniz.