10 Soruda “Türkiye’de Mimarlık” programımızın 7.’sinin konuğu Mimar, Yazar, Yönetici Dr. DOĞAN HASOL’du... 26 Ekim 2021 günü gerçekleştirdiğimiz programda Hasol, Anadolu’nun Mimar için nasıl bir atmosfere sahip olduğunu özetledi ve Türkiye’deki inşaat ortamı hakkındaki görüşlerini izleyici ve okurlarımızla paylaştı. Türkiye’nin tam anlamıyla bir mimarlıklar ülkesi olduğunun altını çizen Hasol’un, aklımızda kalan yorumlarından bazıları ise şunlardı: “Ülkemizde binaların ömrü bazen mimarlarınki kadar bile olamıyor”, “Kamu, mimarlıkla diyaloğunu müteahhit aracılığıyla sürdürüyor”, “Türkiye’nin bir Mimarlık Politikası metnine ihtiyacı var”, “Sinan yattığı yerden kalksa, ‘Ben bu çağda yaşasam bu camiyi böyle mi yapardım’ derdi”, “Gökdelenlerin çağı kapandı”, “Mesleğin en büyük sıkıntısı, mağdurken suçlanmak”, “Bence İstanbul artık bir ‘Azmankent’ oldu”, “1500 yataklı hastane olmaz”. “Bugün mimarlık formülü İşlev x Dayanıklılık x Estetik haline geldi. Bileşenlerden birinin sıfır olması, sonucu da sıfır yapıyor”, “Bizde 4 yıllık eğitimle alınan diplomanın yurtdışında hiçbir geçerliliği yok”, “AKM bence yıkılmamalıydı”, “AKM’nin Mimarı Hayati Tabanlıoğlu, ‘Günün birinde bu binayı yakacaklar’ diyordu. Ve bina yandı”...
BU ÖZEL RÖPORTAJI, ŞANTİYE®NİN KASIM-ARALIK 2021 (390.) SAYISININ E-DERGİ VERSİYONUNDAN OKUYABİLİR, AYRICA hem youtube hem de web sitemizin Şantiye TV sayfalarından izleyebilirsiniz...
1) Anadolu bir mimar için sizce nasıl bir atmosfere sahip?.. Türkiye coğrafyası kültürel anlamda mimara ne katıyor?
“Türkiye’de mimarlık var mı ki?” diyerek dudak bükenlere rastlıyorum... Çok garip bir söylem bu. Cehaletin ifadesinden başka bir şey değil bence. Çünkü Türkiye tam anlamıyla bir mimarlıklar ülkesidir. Türkiye’de mimarlık yok derseniz, dünyanın hiçbir ülkesinde mimarlık olduğunu söyleyemezsiniz. Türkiye her şeyden önce önemli bir mimarlık mirasına sahip. 13 bin yıllık Göbeklitepe, 9 bin yıllık Çatalhöyük, adı bilinen 42 uygarlık, 3 bin antik kent bu topraklarda bulunuyor. Halikarnas Mozolesi ve Artemis Tapınağı gibi dünyanın yedi harikasından ikisi de yine bu topraklarda. Ayrıca Bizans uygarlığı, Selçuklu uygarlığı,Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi eserleri var. Daha 500’lü yıllarda koskoca Ayasofya’yı bu toprağın insanları inşa etmiş. Bu kültür zincirleme olarak bizlere kadar ulaşıyor. Ayasofya’nın mimarlığımızdaki etkisi biliniyor.
Erken Cumhuriyet döneminin de çok önemli bir mimarlık geçmişi var. O tarihlerde Türk mimarların sayısı az olduğundan yabancı mimarların gelişi de yararlı oluyor. O dönemde Hitler ve Mussolini rejimlerinde barınamayan birçok Avrupalı mimarın Cumhuriyet Türkiyesine sığınması şansımız olmuştur. Örneğin o mimarlardanbiri olan Bruno Taut’a değinelim. Sanayi-i Nefise Mektebi’nde dersler veriyor. ”Mimarlık Bilgisi” adlı bir kitap yazıyor. Ankara’da Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi binasını yapıyor. Ayrıca, pek çok başarılı eseri de bulunan Taut Ortaköy sırtlarında kendi evini inşa ediyor. Son eseri ise Atatürk’ün vefatından sonra Ankara’da TBMM önünde kurulacak olan katafalk olmuştur. Taut, gece gündüz çalışarak o katafalkı yetiştiriyor. Fakat astım hastası olduğundan yaklaşık 40 gün sonra vefat ediyor. Vasiyeti üzerine Edirnekapı Şehitliği’ne gömülüyor.
Bruno Taut Evi
Türkiye, antik çağdan bu yana mimari kültüre sahip bir ülkedir. Bizans, Selçuklu, Osmanlı eserleriyle coğrafyamızda değerli pek çok mimari eser bulunmaktadır. Cumhuriyet döneminde yapılan yapıları küçümseyenlere, “20. Yüzyıl Türkiye Mimarlığı” adlı kitabıma bir göz atmalarını öneririm.
“Kamu, mimarlıkla diyaloğunu müteahhit aracılığıyla sürdürüyor”
2) Türkiye’de sizce mal sahibiyle, müteahhidiyle, malzeme üreticisiyle, kamu kurumları ve yasal düzenlemeleriyle nasıl bir inşaat sektörü / ortamı var?
Kamunun, mimarlığa bakışı çok önemlidir... Bugün Türkiye’de kamu, mimarlıkla diyaloğu maalesef müteahhit aracılığıyla sürdürüyor. Bir bina yapılacağı zaman belirli müteahhitler çağrılıyor, iş onlara ihale ediliyor; sonra müteahhit kendi çıkarına uygun bir mimar bulmaya çalışıyor. Müteahhit, işin uzmanını değil; genelde kendi sözünü dinleyecek olan mimar arıyor. Doğal ki bu hoş bir durum değil. İyi mimarlık ürünlerinin ortaya çıkması için mimarın daha özgür çalışması, kamunun da iş verme düzenini ona göre düzenlemesi gerekir. Örneğin Almanya’da hemen hemen bütün kamu yapıları, bir ilkokul dahi olsa yarışmayla yapılır. Bu yaklaşım bir süre ülkemizde de uygulandı ve çok da iyi sonuçlar alındı. Bundan vazgeçmemek lazım. Kısacası, doğru evrensel yöntemler uygulanmalı.
“Mimarlık, uygarlığın bir göstergesidir”. Bu cümle, Fransa Mimarlık Yasası’nın ilk maddesidir. Bizde de bir yasa var ama 1938 yılından kalma Mühendislik ve Mimarlık Hakkında Kanun... O kanun yalnızca yetkileri belirliyor. Buna karşılık Avrupa’da bazı ülkelerin mimarlık yasaları var. Finlandiya, “Mimarlıklar Ülkesi” diye tanıtır kendini; onların da, uyulması zorunlu birMimarlık Politikasıbelgeleri var. Çeşitli dillere de çevrilmiş, mimarlığın ilkelerini ortaya koyan çok başarılı bir metindir. Aslında Türkiye’nin de böyle bir politikaya ihtiyacı var. Bu, pek çok sorunu çözebilir. Mimarlar Odası “Mimarlık Politikası” metninin hazırlığını da yaptı, yakında çıkaracaktır diye düşünüyorum. Kısacası, iyi bir inşaat sektörü ortamı kurulamamasının ana nedenleri aşağı yukarı bunlardır diyebilirim.
3) Teoride “Orkestra Şefi” olması gereken mimar, bu inşaat sektörünün sizce neresinde?
Orkestra şefliği yapılan bazı projeler tabii ki var. Ama maalesef tümünde böyle olduğunu söylemek zor. Biz “orkestra şefi” sözcüğünü öğrenciliğimizde çok duyardık. Fakat o zamanlar inşaat için, bir mimar, bir inşaat mühendisi, bir elektrik mühendisi, bir de tesisat mühendisi olurdu. Yani orkestra değil de bir kuartet... Zamanla bu sayı ve uzmanlık konuları zamanın ihtiyaçlarına uygun olarak çok arttı... Bugün büyük projelerde peyzaj tasarımı, klimatizasyon, aydınlatma, akustik yalıtım, güvenlik vb. gibi farklı disiplinlerden uzmanlar da yer alıyor...
Günümüzde mimarlar kamu projelerinde kimi dayatmalarla da çok karşılaşabiliyor. Bugün, kamu kesiminde bazen, Selçuklu veya Osmanlı tarzı işler yapılmasını talep ediliyor. Selçuklu ve Osmanlı mimarlıkları değerlidir, ama bunlar Tarım çağının mimarlıklarıdır. Tarım çağını geçtik, Sanayi çağını geçtik, bugün Bilişim (Bilgi+İletişim) çağında yaşıyoruz. İnşaata çelik girdi, beton girdi, asansör girdi, pompalama sistemleri girdi; kısacası çağdaş teknoloji girdi, bilgisayar girdi... Bugün bilgisayar destekli çizim, tasarım, sunumu da geçtik, bilgisayar destekli yapım söz konusu. Bu çağda kamunun “Osmanlı veya Selçuklu tarzında bina yapın” demesinin anlamsızlığı açıktır. Ataşehir’deki Mimar Sinan Camisi’ni düşünün... Sinan yattığı yerden kalksa, herhalde “Ben bu çağda yaşasam bu camiyi böyle mi yapardım” derdi. Çünkü Sinan döneminde geniş açıklıklı orta mekân için tek çözüm kubbeydi. Fakat aynı kubbeyi bugün eski teknolojiyle yapmak ne kadar doğru?.. Kısaca, her dönemin kendine özgü mimarlık dili olması gerektiğine inanıyorum. Çağlara göre ihtiyaçlar da, olanaklar da değişiyor. Mimarlık da çağın olanaklarından yararlanmalı, ihtiyaçlarına yanıt vermeli. Örneğin, gökdelenlerin çağı da kapandı. Bugün Mersin Gökdeleni’nde doluluk yüzde 30 kadar. Bilişim çağının koşulları ve gereksinimleri öncekilerden çok farklı. Bilişim Çağında beyaz yakalıları, Sanayi çağındaki gibi tek bir binada toplamak gerekmiyor artık.
Ataşehir Mimar Sinan Camii / Fahri Yılmaz
Gökdelenler ve İstanbul silüeti
4) Mimarlık Türkiye’de ekonomik anlamda tatminkâr bir meslek mi?
Mimarlık sanattır... Milattan önce 1. yüzyılda yaşamış Romalı Mimar Vitruvius kitaplarında mimarlığın bir formülünü veriyor: “Mimarlık = İşlev + Dayanıklılık + Güzellik”. Daha sonraki yıllarda da bu formüle benzer formüller üretilmiş; giderek güzelliğin yerini estetik almış. Çünkü güzellik, öznel bir kavramdır, kişiye göre değişir... Yıllar önce bir Kültür Bakanıyla bir jüri toplantısı sırasında görüşmemiz olmuştu. “Şu binayı da yıkma kararı alsanız” demişti Sayın Bakan. “Niçin yıkıyorsunuz?” dediğimizde, “Çirkin” yanıtını vermişti. “Efendim, biz binaları güzel-çirkin diye ayırt etmiyoruz. Onlar tamamen sübjektif, öznel kavramlardır. Estetik değeri olan, mimarlık değeri olan yapılar vardır, mimarlık değeri olmayan yapılar vardır. Bunlar da ancak uzmanlıkla anlaşılır” karşılığını vermiştik. Ülkemizde hâlâ birçok konu bu düzeyde tartışılıyor.
Koşullar ne olursa olsun mimarın işini tam yapması lazım. Öncelikle kendisinin, yaptığı işten tatmin olması gerekir. Bunu yapan çok değerli meslektaşlarımız var. Türkiye iyi mimarlar yetiştirdi. “20. Yüzyıl Türkiye Mimarlığı” kitabıma bakılırsa Türkiye’nin 20. yüzyılı hiç de boş geçirmediği anlaşılacaktır. Özetlersek, dudak bükenler, çoğunlukla bilmedikleri için dudak büküyorlar. Bir de ne var? Biz toplum olarak değer bilmiyoruz. Erken Cumhuriyet döneminin çok değerli yapılarını bile rahatlıkla yıkabiliyoruz. Ankara’da Su Süzgeci Binası, İller Bankası Genel Müdürlük Binası, İstanbul AKM gibi… Anlaşılır gibi değil.
İller Bankası
Ünlü mimar Le Corbusier, “Mimari proje bir kişi için pahalıdır, o da mimar için” demişti. Özetle, mimar projeye çok emek verir ama buna karşılık az kazanır. Bu işten asıl kâr edecek olan müteahhittir. Çünkü onlar zaten kâr hedefli çalışıyorlar. Mimar eserini görmek ister, emeğinin karşılığını almakla yetinir.
“Mesleğin en büyük sıkıntısı, mağdurken suçlanmak”
5) Türkiye’de mimarların en büyük sıkıntısı sizce ne? Çözüm için ne önerirsiniz?
En büyük sıkıntı bence mimarların haksız yere sürekli suçlanması... İstanbul yaklaşık 20 milyon nüfuslu bir şehir haline geldi. Kente, parsel bazında verilen kimi kararlarla gökdelenler ve yoğun bir yapılaşma hâkim oldu. Bu gelişmenin suçlusu olarak mimarlar gösteriliyor. Oysa mimar bu işin mağdurudur. Kentsel planlama ve tasarıma aykırı, tepeden inme kararlar verilirken mimara danışılmıyor.
Kentsel Planlama, Kentsel Tasarım... Bunlar önemli ve gerekli uzmanlıklardır. Neyin nerede, hangi yoğunlukta yer alacağının; bir yerin nasıl gelişmesi gerektiğinin önceden planlanması şarttır. Fakat kentsel tasarım ve planlama yapmadan yoğun yapılaşmanın yolu açılıyor, işin sonunda suçlu mimar oluyor. Mimar bu işin suçlusu değil, mağdurudur. Örneğin, Mecidiyeköy’deki eski Ali Sami Yen Stadı’nın durumu... Seyrantepe’deki yeni yerinde, inşa edilirken tek başınaydı şimdi şehir oraya da uzanmış; stat yüksek binalarla çevrelenmiş. Stadın Mecidiyeköy’deki eski yeri ise bambaşka bir konu... Ne park yapıldı ne deprem sığınma alanı. Bölgede yoğunluk yaşatıyor diye taşınan stadın yerine daha fazla yoğunluk getiren gökdelenler dikildi.
Çocukluğumuzda, 1-1,5 milyon nüfusu olan şehir 20 milyona geldi. İstanbul nüfusu bugün yaklaşık iki Yunanistan nüfusu kadar. “Megakent” deniyor ama yetersiz bir tanım bu; bence İstanbul artık bir “azmankent” oldu. Başa çıkılmaz bir hal aldı ve artık bu şehrin doğru yapılaşmasının, yaşanır hale getirilmesinin çok zor olduğunu söyleyebiliriz. Çözüm önerim: Öncelikle kamu görevlileri iyi mimarlıktan yana olmalı, kentsel tasarım ve mimarlığın ne olduğunu kavramalı.
İşte mimarın bence en büyük sıkıntısı bu... Mağdurken suçlanmak...
6) Her meslekte olduğu gibi teknolojinin yaygınlaşması, iletişim olanaklarının artması gibi nedenlerle mimarlık pratiğinde de bir dönüşüm hissediliyor. Meslek nasıl bir dönüşüm geçiriyor sizce?
Doğal ki bir dönüşüm yaşanıyor... Bir örnek verelim: HAS Mimarlık olarak İzmir Büyük Efes Oteli projemizi Amerikalı bir firma ile ortak bir şekilde yürütmüştük. Biz bütün gün çalışıyorduk, akşam 6’da bürodan ayrılırken çalışmalarımızı internet aracılığıyla Amerika’ya iletiyorduk. Arada 10 saat fark vardı, biz bürodan ayrılırken onlar başlıyorlardı çalışmaya. Onlar günü bitirirken de biz devralıyorduk işi. Projeyi teslim etme günü yaklaşırken, işveren Emekli Sandığı işi gününde bitirip bitiremeyeceğimizi, ek süre isteyip istemeyeceğimizi sormuştu. Öteki oteller için çalışan ekipler ek süre talep ediyorlarmış. Bizim ek süre istemeyişimize şaşırmışlardı. Biz zaten Amerika’daki ofisle birlikte günde toplam 20 saat çalışmıştık. Bunu iletişim teknolojisi sağlamıştı. Artık bu olanaklar mimarlık alanında çok kullanılıyor ve işe yarıyor. Bugün de Berlin’de süren proje işlerimiz için benzer bir yöntemden yararlanıyoruz.
Eskiden bilgisayar sadece hesap için kullanılırdı, sonra bilgisayar destekli çizim, tasarım, sunum, son olarak da uygulama geldi. Kısaca, mimarlık mesleğinin bütün evrelerinde bilgisayarın desteğini görüyoruz. Bilgisayar desteği iş sürecimizi değiştirdi.
7) Meslek açısından iş yapış şekillerinde, ilişkilerde, aktörlerin pozisyonlarında Avrupa veya ABD ile kıyasladığınızda Türkiye’de ne gibi farklar görüyorsunuz?
Gelişmiş ülkelerde merkezi ve yerel otoritenin mimarlık konularını biraz daha ciddiye almış olması iş sürecini kolaylaştırıyor. En büyük fark bu... Türkiye’de yerel yönetimler mimarlığı yavaş yavaş benimsemeye başladılar. Ufak tefek hatalar da yapsalar, bir şekilde ilerleme söz konusu. Kamu kesiminde işveren ise işi müteahhitle yürütmeyi yeğliyor. Merkezi ve Kentsel yöneticilerin mimarlığın ne olduğunu tam olarak öğrenip benimsemeleri işleri bambaşka boyutlara getirebilir.
“1500 yataklı hastane olmaz”
8) Bina stoğumuzun sorunlu olduğu aşikâr... Binaların büyük çoğunluğu estetik, güvenli ve konforlu değil... Peki bu ortamda mimarın payı sizce ne?
Deprem güvenliği, ısıtma, havalandırma vb. bunlar doğal ki orkestranın parçaları. Orkestranın sorumlusu da tartışmasız orkestra şefi ve orkestranın kendisidir... Deprem güvenliği yoksa binanın zaten hiçbir değeri olamaz. Vitruvius formülünün bugün geldiği son şekil,“+”ların “x”haline gelmiş olmasıdır. Bina işlevlere iyi yanıt vermeli. Örneğin 1500 yataklı şehir hastanesi yapılıyor; çok yanlış. 1500 yataklı hastane olmaz. 1950’lerde bir hastanın hastanede yatış süresi ortalama 14 gündü. Teknolojinin olanaklarıyla teşhis ve tedavi yöntemleri gelişti. Hasta artık, ortalama 1,5 gün yatıyor. Dolayısıyla o kadar odaya ihtiyaç kalmadı.
Kayseri Şehir Hastanesi
Bugünmimarlık formülü = “İşlev x Dayanıklılık x Estetik”haline geldi. Bileşenlerin arasında çarpı olduğundan birinin sıfır olması, sonucun da sıfır olmasına neden oluyor. Bina basit bir depremde yıkılacaksa sonuç sıfır olur. Orada da orkestra işini iyi yapmamış demektir.
9) Türkiye’de mimarlık eğitimi yeterli mi; neler söyleyebilirsiniz?
Bugün Türkiye’de mimarlık eğitimi çok sıkıntılı. Okul sayısında aşırılık var. Vakıf ya da Devlet adına kurulan her üniversite hemen bir mimarlık fakültesi açıyor. 2001 yılında Türkiye’de 32 mimarlık okulu varmış. 2021’de bu sayı 131’e çıkmış. Fransa’nın nüfusu hemen hemen bizle aynı olmasına rağmen mimarlık okulu sayısı 22. Öte yandan, bizde eğitim süresi 4 yıl ve eğitimin niteliği maalesef standart dışı. Dünyanın hiçbir yerinde okulu bitirip dört yılda mimar olan kimse yok. Avrupa’da, Amerika’da 4+1, İtalya’da 3+2, yani asgari 5 yıl. Bu beş yıldan sonra da zorunlu stajlar ve mesleğe kabul için yetkinlik sınavları var. Ancak, o yetkinlik sınavlarını geçen kişiler mimar olabiliyor. Bizde bunların hiçbiri yok. YÖK sistemi içinde bugün, mimarlık okullarının eğitim niteliği belirsiz, süreleri yetersiz durumda. Bizde 4 yıllık eğitimle alınan diplomanın yurtdışında da geçerliliği yok.
İyi mimarlık için her şeyden önce mimarın iyi olması lazım.
“AKM’nin Mimarı Hayati Tabanlıoğlu, ‘Günün birinde bu binayı yakacaklar’ diyordu...”
10) Türkiye’de mimarı en çok ne kısıtlıyor? Mimarın iyi bir eser ortaya koyması için engel ne?
Öncelikle kamu kurumlarının mimarlığı benimsemesi lazım. Yapılacak her yapı için önce iyi mimarlık hedeflenmeli. Bu, özel kesim için de öyle. Ama maalesef bizde pek öyle olmuyor. Kaç metrekare yapılacağı konusu inşaat sahibini daha çok ilgilendiriyor. Oysa binanın mimari niteliği önemlidir; yapacağımız her bina bugünden yarına bırakacağımız kültürel miras niteliğindedir.
İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’ni yıktılar. Bence yıkılmaması gereken bir binaydı. Avrupa’nın en iyi beş opera binasından biri olduğu söylenirdi. Mimari bakımdan da bir kusuru yoktu. İlk evrede projede çok yetenekli 25 kadar mimar çalışmıştı. Orada staj yaptığım için başta Hayati Tabanlıoğlu olmak üzere hepsini tanıyorum, biliyorum. Çok başarılı mimarlardı ve ortaya çok başarılı bir yapı çıkarılmıştı. Ama bina sahipsizlikten yanmıştı. Devlet operası ile Devlet Tiyatrosu binayı paylaşamıyorlardı. O durum karşısında binanın Mimarı Hayati Tabanlıoğlu, “Günün birinde bu binayı yakacaklar” diye yakınıyordu. Ve bina yandı. Neden yandı biliyor musunuz? Yangın sahnede başlamıştı... Bir görevli, düğmeye basıp sahneyle salonu ayıran çelik koruma perdesini indirmediği için yandı. Hayati Tabanlıoğlu bundan kaygı duyuyordu. Sonra bu nedenle Tabanlıoğlu da yargılandı. “Sen biliyordun bu binanın yanacağını” dediler. Yangın sırasında insanlar rahatlıkla tahliye edilebilmişti. Doğru planlama sayesinde kimsenin burnu bile kanamamıştı. Neyse ki, sonunda Tabanlıoğlu beraat etmişti.
Kültür Sarayı yine Hayati Tabanlıoğlu yönetiminde yeniden inşa edildi ve 1978’de “İstanbul AKM” olarak açıldı. Daha sonra 2008’de yeniden düzenlenmek üzere kapatıldı. 2012’de binanın güçlendirilmesi ile, onarım ve tadilatına kadar verildi. Ne var ki Kültür Bakanlığı 1. Derece Kültür Varlığı olarak tescilli olan binayı yıkmak istiyordu. Nitekim 2018’de bina, tescil kararı kaldırılarak yıktırıldı ve bilindiği gibi yeniden yapıldı. Yazık ki İstanbul 13 yıl süreyle AKM’nin sunabileceği hizmetlerden yoksun kaldı. Hep söylediğim gibi “ülkemizde binaların ömrü bazen mimarlarınki kadar bile olamıyor.” AKM’ye bu kez uzun ömür dileyelim.
BU ÖZEL RÖPORTAJI, ŞANTİYE®NİN KASIM-ARALIK 2021 (390.) SAYISININ E-DERGİ VERSİYONUNDAN OKUYABİLİR, AYRICA hem youtube hem de web sitemizin Şantiye TV sayfalarından izleyebilirsiniz...
24 Kasım 2021
Türkiye'nin en ESKİ ve en çok ZİYARET EDİLEN şantiyesi: ŞANTİYE®...
İnşaata dair "KAYDADEĞER" ne varsa... 1988'den bu yana...
Şantiye®nin ürettiği, derlediği ve yayınladığı içeriklerde öncelik “KAMUSAL YARAR”dır...
Ve yayınlanan içeriğin “ÖZEL” olmasına özen gösterilir...
BASILI DERGİ + E-DERGİ + SANTİYE.COM.TR + SOSYAL MEDYA + DİJİTAL PLATFORMLAR...
İnşaat sektörünün buluşma noktası Şantiye®, “Güven”i temsil eden “Basılı bir Yayın” olma özelliğinin yanı sıra yenilenen web sitesi, Turkcell Dergilik ve Türk Telekom E-Dergi gibi mobil uygulamalardaki varlığı, 42 bin E-Bülten abonesi ve 85 bin sosyal medya takipçisi-bağlantısıyla inşaat sektörünün en önemli iletişim platformlarından biri olmaya her ortamda devam ediyor... 1988'den bu yana...
Şantiye® ayrıca yapı sektörüne "Şantiye'nin Yıldızı Ödülü", "Yılın Yeşil Yapı Malzemesi / Teknolojisi Ödülü" ve "Şantiyeden Kareler Fotoğraf Yarışması" gibi farklı organizasyonlarla da katkı sunuyor.
Şantiye®nin son sayısı da dahil 1988 yılından bugüne kadar yayınlanan TÜM SAYILARINA E-Dergi olarak göz atmak için lütfen tıklayın...
Şantiye®, başta ABONELERİ olmak üzere 2020-2024 yıllarında ilan veren firmalar ABS Yapı, Akyapı, Alumil, Anadolu Motor (Honda), Alkur, Ak-İzo, Altensis, Arbiogaz, Aremas, Arfen, Assan Panel, Asteknik, Atos, Batıçim, Baumit, Betek, Betonblock, Borusan CAT, Bosch Termoteknik, Bostik, BTM, Buderus, Bureau Veritas, Çimsa, Çuhadaroğlu, Çukurova Isı, Duyar Vana, DYO, Efectis ERA, Ekomaxi, Elkon, Emülzer, Eryap, Filli Boya, Fixa, Fullboard, Form Endüstri Ürünleri, Form Endüstri Tesisleri, Form MHI (Mitsubishi Heavy Industries) Klima, Garanti Leasing, GF Hakan Plastik, Gökçe Brülör, Grundfos, Hilti, IQ Alüminyum (by Deceuninck), İNKA, İntek, İpragaz, İstanbul Teknik, İzocam, İzoser, Kalekim, Knauf, Knauf Insulation, Komatsu, Köster, Kuzu Grup, LG, Marubeni, Masdaf, Master Builders Solutions, MBI Braas, Meiller Kipper (Doğuş Otomotiv), Messe Frankfurt, Messe München/Agora Tur., Mekon, Mitsubishi Chemical, Nalburdayim.com, NETCAD, ODE, Ökotek, Özler Kalıp, Özpor, Panasonic, PERI, Pimakina, Polyfibers, Polyfin, Prometeon, Ravago, Rehau, Saint Gobain Türkiye, Saray Alüminyum, Schüco, Selena (Tytan), Sentez Mekanik, Serge Ferrari, Shell, Siemens, Sistem İnşaat, Soudal, Sika, Şişecam, Temsa, TMS, Tekno Yapı, Türk Ytong, Tremco illbruck, Vaillant, Vekon, Wermut, Wilo ve Xylem’in değerli katkılarıyla hazırlanmaktadır.
ABONE OLMAK İÇİN
Bir yıllık abonelik bedelimiz olan 1200 TL (6 Sayı, KDV Dahil)'yi TR70 0001 0008 5291 9602 1550 01 IBAN no’lu hesabımıza (Ekosistem Medya) yatırıp; ardından dekontu, açık adresinizi ve fatura bilgilerinizi (şahıs ise TC kimlik no; firma ise vergi dairesi-numarası) santiye@santiye.com.tr adresine e-posta veya 0532 516 03 29 no’lu telefona WhatsApp / SMS aracılığıyla ulaştırabilirsiniz.