Odağında mimarlık, sanat ve tasarımın her alanı olan Dilekci Mimarlık (DDA / Durmuş Dilekci Architects)’ın Kurucusu ve İstanbul Serbest Mimarlar Derneği (İSMD) Başkanı DURMUŞ DİLEKCİ ile gerçekleştirdiğimiz röportajda, sorularımıza Dilekci’nin verdiği cevaplar o kadar kapsamlı ve derinlikliydi ki biz de soruları çıkartıp, sadece hatırımızda kalan cümleleri paylaşmak istedik sizlerle...
Projeleri arasında WAF 2012 finalisti Buyaka Alışveriş ve Ofis Kompleksi, WAF 2008 finalisti Prestige Mall, TUCSA Yapısal Çelik Ödülü sahibi Hilton Doubletree Avcılar Oteli, Mies Van Der Rohe 2015 finalisti Mi’costa Residence projesi ile German Design Awards 2019 “Special Mention” ödülleri sahibi Bahriye Üçok Anaokulu ve Folkart Blu Hotel and Residence gibi yapıları bulunan Y. Mimar Durmuş Dilekci ile yaptığımız röportajı ilgiyle okuyacağınızı tahmin ediyoruz.
Küresel ve yerel yaklaşımlar çerçevesinde mimarlık
“Dünyada değişen ekonomilerle ortaya çıkan olgunlaşmamış pazar ve müşteri profili, yapı yapma arzularında belirgin bir değişiklik oluşturmaktadır. Mimarlık için, ‘güç’ün temsiliyeti ile özdeşleştiği eski dönemlere benzer bir dönemin içinden geçiliyor. Mimarlık bugün büyüklük, hacim ve yüklenmiş sembolik ifadelerle anlatılır bir hale dönüşmektedir. Bu yaklaşım bile tek başına mimariye bakışın dönüşümünü anlatmaya yetmektedir...”
Mimarlık kaygan bir zeminde yol alıyor
“Yer ile bağlam oluşturmayan küresel ölçekte -bu kavramlar- üzerine inşa edilen mimarlık, çıkış noktasından ve amacından yoksun olarak ilk defa kaygan bir zeminde yol almaktadır. Aynı zamanda taleplerin karmaşıklaşması, dolayısıyla yapı programlarının ve hacimlerinin büyümesi, bugün mimarları daha kompleks fonksiyonlarla mücadele etmek zorunda bırakmaktadır. Yatayda gelişmiş kent fikrinin karşılığı olarak mikro ölçekli -kentsel ihtiyaçları karşılayacak- ilginin içe dönük olduğu ‘kompleks yapı grupları’ kentlere eklemlenmeye ya da kente ihtiyaç duymaksızın şehirle yarışıp kendi etki alanlarını yaratmaya çalışmaktadır...”
Mimarlık, enstrümanlarını değiştirmek zorunda kalıyor
“Bunun yanı sıra teknolojik ve bilişsel gelişmelere paralel olarak mimarlık da kendi enstrümanlarını değiştirmek zorunda kalmaktadır. Bilgi her yerde, yanımızda, üstümüzde, altımızda… Bilgi çağında tasarımın enstrümanları da değişmektedir. Bugün konvansiyonel tasarım yaklaşımları ile bir projeye yaklaşmak zorlaşmakta ve tasarımcı ile sanal gerçeklik arasında güçlü bir bağ kurulmaktadır. Sonsuz mutasyonlar, alternatifler oluşturmakta... Hızlı üretimin kapılarını aralamak için geliştirilen formülasyona dayalı matematiksel ve yazılımsal örgütlenmeler, yeni bir açılım getirmektedir...”
Yeni kurallar, alışılagelmiş olanla mücadele veriyor
“Modernizmin tanımlı gerçeklerinin, günümüzde daha karmaşık olan biyoloji, matematik ve kozmolojinin gerçeklerine dönüştüğünü, mimarlığın da buna karşılık verdiğini görmekteyiz. Kuvvetlerin değişimi, mimarlık için bilim, siyaset, sosyoloji, ekonomideki değişimleri de tetikleyecek yeni bir bakış yaratmaktadır. Bugün oluşan yeni kurallar, kendisinden önce alışagelmiş olanla bir mücadele vermekte ve bu mücadele bir süre daha da devam edecek gözükmektedir...”
“Bununla birlikte sürekli değişimin gerçekleştirdiği teknoloji ve zamana bağlı olarak mimarlıktaki bu yer değiştirmeler, paralel olarak hayatın tüm alanlarına da etki edecektir. Karmaşıklığın yarattığı yeni kavramlar zamanla self-organize sistemleri hibritleşmiş fonksiyonlar için yapılmış mimarileri meydana getirmeye başlayacak. Giderek kendi kendini organize eden görüş dönemine girdik. Teknoloji ve bilişim dünyasıyla aydınlatılmış bu yeni dünya görüşü mimarlığı da dönüştürmektedir...”
Fotoğraf: Buyaka Alışveriş Merkezi
Mimarlığı kendi dinamikleri ile değerlendirmek imkanzsılaşıyor
“Bu değişmelerle ortaya çıkan yeni dilbilgisi ve tasarım enstrümanlarının mutasyonu, bugünün mimarlık okumalarını güçleştirmektedir. Hız ve bilgi çağında seri üretim üzerine oturtulan bu mimarlığın alt okumaları, ilk defa, biyoloji, bilgisayar, matematik gibi farklı bilgileri barındıran bilimler ile ilişkilendirilmektedir. Mimarlığı kendi dinamikleri ile değerlendirmek imkansızlaşmaktadır...”
Sürdürülebilirlik, artık “Yaşanabilirlik” kavramının yarattığı hayatları vaat etmeli
“Tüm bunların yanında mimari hedefler, ‘sürdürülebilirlik’ anlamında da tetikleyici bir rol üstlenir. Ancak gerçekte ‘mimari’, çok daha büyük bir resmin küçük bir parçasını oluşturmaktadır. Hiçbir şekilde mimari yapı, kentin dinamiklerinden, infra-strüktürlerinden bağımsız bir şekilde ele alınamaz. Siyasetin ve ekonominin domine ettiği İstanbul gibi şehirlerdeki kent planlaması, sosyal eşitlikçi dağılım, yoğun ulaşım sistemi veya yakın erişimli çalışma alanları stratejilerinden de ayrıştırılamaz. Kentlerimiz çevre yolları ile daha çok yeşil alanı terk etmekte, ticari ve yerleşim alanları arasında donatımsal kopukluk giderek artmakta, daha da fazla yol daha da fazla tüketim olarak problemin bir parçasını oluşturmaktadır... Artık ‘sürdürülebilirlik’, içi boşalmış bir kavramdan dönüşerek daha geniş bir bağlamda ‘yaşanabilirlik’ kavramının yarattığı hayatları bize vaat etmek zorundadır...”
Pandemi dönemi, fikir geliştirmeye uygun bir süreç
“Yaşadığımız dönem içinde karşılaşılan probleme ilk tepkileri, refleksleri barındıran görüşlerimizden oluştuğunu düşünüyorum. Bizler savaşları, salgınları, açlığı sinemalarda, internette, televizyonlarda görüyoruz, üzülüyoruz ama içselleştiremiyoruz. Televizyonu veya yayın kanalı değiştiğinde o gerçeklik başka bir dünyaya ait olarak kalmaya devam ediyor. Şimdiyse sorunlar; depremde olduğu gibi salgınla da yüzleşmek zorunda olduğumuz bir dönemdeyiz. Bu yüzleşme belirsizlik yaratıyor, belirsiz ortamı insanlarda korku yaratıyor, korkunun da kaygıya dönüşmesi ise tehlikeli bir durum yaratacaktır. Kaygılanmadan plan yapmayı bırakmamız, fikir üretmeye devam etmemiz gereken bir zaman halbuki. Esasında bu tip kriz dönemlerinin iyiyi ve kötüyü çok daha berraklaştırdığı, ayrıştırdığı için, hatta tam da bu sebepten dolayı, fikir geliştirmeye uygun bir dönem olduğu düşüncesindeyim...”
Fotoğraf: Swissotel Çeşme
Bir yapı, çok fonksiyonu içinde barındırmalı
“Kentlerle ilgili, geçen yüzyılda modernizmin çıkış sebeplerinden, endüstrileşme, hümanizma gibi sosyolojik ve ekonomik olguların ötesinde birisi de birisi salgınlardı. Elbette birçok parametre ve tetikleyici vardı. Ayrıca geçen yüzyılın bize getirmiş olduğu başka bir şey daha bulunuyor: İnsan ihtiyaçlarını veya fonksiyon kalıplarını sınıflandıran ve parçalayan bir tasarım metodolojisi hayata o dönem sokuldu. O dönemler için bu doğruydu ancak sonraki zamanda, yani bugünün koşullarında, insanında, hayatın ve alanların bu kadar iç içe geçerek bulanıklaştığı bir dönemde, bu fonksiyonel ayrışmalar hem kendi içinde hem de mimarlık bağlamında anlamını kaybediyor. Mimari bir eseri ortaya çıkartmak önemli bir ekonomik argüman. Bu nedenledir ki günümüzde bir mimari yapının tek bir fonksiyon üzerine yapılmasının hem doğayı dönüştürmede yarattığı tahribat hem büyük bir ekonomik yük getirdiğini düşünenlerdenim. Bir yapının, yakın çevresini besleyecek, dönüştürecek şekilde çok fonksiyonu içinde barındırması gerektiğine inanıyorum. Hele hele bu yapı bir kent içindeyse...”
Ara alanları yaratamıyoruz
“Artık kamusal alanla özel alanın iç içe geçtiğini görüyoruz. Kimse önceden evlerinden çevrimiçi bir toplantı yapmazdı, ev özel alandı. Özel alanın içindeyiz şu anda. Hepimizin özel alanı şu anda herkesin paylaştığı bir alan haline geldi. Özel alanlarımız bile esasında fonksiyon açısından baktığımızda değişiyor: Çocuklar için bir oyun salonu ya da okul gibi çalışıyor, benim için ofis gibi çalışıyor, eşim için bir restoran, kafe gibi çalışıyor. Evin esasında birçok fonksiyonu içindebarındıran alanlar haline geldiğini görüyoruz ve en büyük eksikliğini hissettiğimiz şeylerden birisi de, insanların küçük bir mikro kent yapısı kurmaya çalıştığı bu kurgu içinde ara alanları yaratamıyor olmamız. Ara alanlar ev kurgusu ya da tasarımı içinde olmadığından dolayı da büyük bir sorun görülüyor, özellikle mekanı yaşama konusunda...”
Verdiğimiz zararı tekrar düşünmek zorundayız
“Önemli bir diğer konu da kentlerde yeni bir yapı yapmaktansa var olanı dönüştürmek, tekrar ele alıp değiştirmek, bugünün koşullarına adapte etmek konusu. ‘Bir yapı, tek başına bir fonksiyon için yapılmış olmamalı’ derken kastettiğim şey esas olarak çok önemli. Bugün bir ofisin sadece sabah 9 akşam 6 mesai dinamiği içinde çalışmak adına bir ekonomiyi tüketmiyor olması lazım veya bir okul yapısının yılın sekiz ayında çalışan, gün içinde çocukların gidip geldiği bir yer olmaması gerek. Otellere baktığınızda yeni düzenlemeyle otel lobilerinin boş 400-500 metrekare alanlar değil, kamunun doğrudan ortak paylaşım alanları haline getirebilecek, dışarıdaki insanların açık ya da yarı açık veya kapalı alan olarak kullanabilecekleri mekânlara uyarlanabildiği bir kurguya dönüldüğünü görüyoruz. Yani fonksiyonlar bizim daha önceden tarif ettiğimiz fonksiyonlar değil artık, daha melezleşmiş, hibritleşmiş bir dünyayı konuşuyoruz. Dolayısıyla bu melezleşmiş, hibritleşmiş dünyanın kentleri de bu şekilde şekilleniyor olacak. Kentlere şimdiye kadar ekonomik anlamda dayatılmış büyüme hele hele Türkiye’deki plansız büyümenin, bölgelerle arası sınırların bulanıklaştığı bir İstanbul gerçeğinde hangi noktaya gelindiği gözler önünde. Salgın döneminde hayatın çarklarının nasıl çalıştığını deneyimledik. Ancak çıkarılması gereken daha büyük başlık, ev ve ofislerimiz arasında yollarda geçen kayıp zaman ve tüketilen fosil yakıtlar ile verdiğimiz zararı tekrar düşünmek durumundayız hem kişisel zaman yönetimi hem de iklimsel sürdürülebilirlik anlamında. Yaşam ve çalışma alanlarının yakınlaştırıldığı, kentin odaklarının yatayda dağıldığı bir ütopyadan bahsediyorum...”
Deprem gerçeği varken...
“Kentteki önemli problemlerden bir tanesi kamusal boşlukların, nefes alma yerlerinin azlığı... Ancak salgın döneminin İstanbul gibi veya Türkiye’deki şehirlerde, pandemi döneminin etkilerinden daha önemli olan deprem gerçeği ile baş etme tehlikesi var. Kendi gerçekliğimizde deprem gibi bir sorun varken ve depreme ait herhangi bir yöntem, tedbir senaryoları olgunlaştırılamamışken, pandemiden alınacak dersle, bizlere uzun vadede damıtılmış bilgiler olarak bazı şeyler söyleyebileceğini düşünüyorum. Şu anda bizim bu hassasiyet üzerine söylediğimiz reflekslerin hepsi kısa vadede bazı bilgileri barındırıyor fakat onun dışında bir şey barındırmıyor...”
Fotoğraf: Folkart Boyalık
AVM ve restoranlar bazı fonksiyonlarını kaybettiler
“Bu dönemde artık alışveriş merkezlerindeki o ticari dükkânların da ümrünü doldurduğunu, dolayısıyla alışveriş merkezlerinin bile esasında bu anlamda fonksiyonlarını kaybettiğini gördük. Restoran dediğimiz alanların tek başına yemek yemeye çıkmadıkça sosyalleşme ortamı oluşturmasıyla beraber, onsuz da evlerimizde bunun pekâlâ kurgulanabildiğini gördük. Bu deneyimlerin hepsi bir süre sonra, esasında salgın sonrası süreçte nasıl yaşayacağımızla ilgili önemli fikirler verecek. Ancak bugünden yarına değil... Ben de hiçbir şekilde bu fikre katılmıyorum. Mesela salgın döneminde binaları nasıl yapacağız, asansörlere dokunacak mıyız, dokunmayacak mıyız? Zaten bunlarla ilgili teknolojik altyapıların hepsi var. Bunların hepsi kurgulanmış durumda. Belki bizim yapı malzemeleri özellikleri içine anti-bakteriyel veya anti-viral malzemeler de girecektir, aynı yangına yönelik malzemelerde olduğu gibi. Böyle dönemlerden çıkarımlar yapmak için biraz erken. Burada önemli olan şey şu; Biz bu dönemden ne çıkaracağız ve sonrasındane elde edeceğiz?..”
Doğal habitatın korunması, yaşanılabilir yarınların sigortasıdır
“Orman yangınları, seller, depremler, süper fırtınalar, kuraklık, pandemik hastalıklar, mülteci sorunları, göçler ve kitlesel yok oluşlar... Bunlar artık bir bilimkurgu filmi konusu olmanın çok ötesinde, günlük haberlerin konuları haline geldi. Son zamanlarda tüm dünyada etkilerini görülen felaketler, ötesinde hepimiz için yarınları düşünmek için fırsatlarımızın azaldığının önemli işaretlerini barındırıyor. Doğal habitatın korunması, yaşanılabilir yarınların sigortasıdır. Elbette biz mimarlar için sürdürülebilirlik üzerine düşünmek, gerçek olan iklimsel krizle mücadelede temel manifestolarının ana omurgalarını oluşturması gerektiğidir. Sürdürülebilir bir gelecek için ekosistemin ve biyoçeşitliliğin korunması, tüm canlılar için ‘yaşanılabilir bir dünya’ kavramıyla birlikte anlam bulur. İnsan ve doğal yaşam için bugünün ve yarının düşünüldüğü, alınmış bir dizi karar ve eylemi içerir. Ancak sürdürülebilir ve ekolojik eylemler, küresel anlamda politik çevrelerin, planlama sistemine yaklaşımını belirleyen anahtar kavram olarak ekonomik, çevresel ve toplumsal gereksinmelerin, gelecek kuşakların yaşam koşullarına zarar vermeden karşılanmasını hedefleyen bir dünya görüşü olmak zorundadır. Yaşanabilirlik ise anlam olarak çok katmanlı bir kavramdır; Kentsel yaşanabilirliğin anlamı yere, zamana, değerlendirmenin amacına ve değerlendirmeyi yapanın değer sistemlerine göre değişir. Ne var ki, yaşanabilirlik kavramı yine de tüm durumlarda gücünü korumakta ve farklı paydaş gruplarının ortak kamusal politika hedefi olabilmektedir...”
“Yaşanılabilir Kent kavramı, Platon’dan beri bazı nüfus ve büyüklük ile, Yunan uygarlığı döneminde ise kent halkının tümünün yüz yüze gelebildiği etkin bir katılımla kenti yönetebilmesi ile ilişkilendirilmiştir. Yaşanabilirliğin çağımızdaki anlamı ise genellikle sağlık, iş olanakları, gelir durumu, iyi konut alanları, okullar, alışveriş ve eğlence etkinlikleri, erişilebilirlik, kamusal mekânlar ve topluluk kavramları ile eşleşmektedir. Kentsel sürdürülebilirlik söz konusu olduğunda, kentin kaynak kullanımının ve katı atıklarının azalması, yaşanabilirliğinin ise artması hedefine odaklanan bir yerleşim düşüncesi. Kavram olarak -farklı bir yere koymadan- bir yaşam modeli olarak ele alındığında sosyolojik, ekonomik, çevresel, eğitsel tüm faktörleri kapsamış oluruz. Yaşamın tüm sacayaklarında karşılık bulmaması durumunda, sadece mimarideki niyetin bütüne etkisi maalesef samimi sonuçlara yol açmıyor...”
Fotoğraf: Swissotel Çeşme
Günümüz mimarlığı denilen, gerçekte kişisel küçük bBaşarılar...
“Türkiye mimarlığının, yakın geçmişte konuşulabilir bir ajanda yarattığı düşüncesinde değilim. Daha çok, bireysel fikirler üzerinde kurulu küçük meydan okumalardan bahsedebiliriz. ‘Güc’ün temsiliyetinin tipleşmiş, niteliksiz üretimlerin ötesinde mimarlığın çok da konuşulamadığı bir dönem... Bir mimari eserin nasıl yapılacağına ilişkin önemli tecrübe eksiklikleri var. Çözülememiş büyüklük problemleri, şehirle-doğayla temas problemleri içeren, süslü görselli projelerden oluşmuş bir dönem... Gerçekleşmiş halini kimsenin portfolyosuna koymaya cesaret edemediği... Mimar, bu süreçleri, iyi yönetebildiğinde, kişisel küçük başarıları da yanında getirebilmekte... Konuşulabilen mimari de bu küçük başarıların hikayesinden oluşmakta... Ben, odağında insan ve deneyim paylaşımı olan ve şehrin dinamiklerine yol veren projeler yapmaktan heyecan duyuyorum; toplumsal belleğimize katma değerler ekleyebilecek...”
Sokaktaki insanın tecrübe ettiği projeler beni daha motive ediyor
“Sokaktaki insanın tecrübe ettiği projeler önüme geldiğinde, kendimi daha motive ve mutlu hissediyorum. Proje, kendine has çözümleri barındırmalı ve bulunduğu bölgeyle doğrudan bir ilişki içine geçebilmeli... Yapı türünden çok paylaşımlarla ilgiliyim... Aynı zamanda mükemmeliyetle ilgiliyim... Mimar, hayalinin, fikrinin ve çizdiği her çizginin sorumluluğunu taşıyabilmeli ve onu samimiyetle ayağa kaldırabilmelidir...”
Ne dönüştürülüyor?..
“Türkiye için inşaat endüstrisinde son dönemlerde yapılaşma stratejilerine kentsel dönüşüm kavramı liderlik etmekte. Bu kavramındaki ‘kent’ kavramı plan içerikli bir kavram. Bu dönüşümler kent değil de medeniyeti barındıran ‘şehir’leri dönüştürmedikçe kentsel dönüşüm bir rant aklayıcısı kavram olmaktan kurtulamayacaktır. Şehirleri dönüştürmek ise o kenti medenileştirmek, kültürel ve sanatsal olarak dönüştürmektir. Terkedilmiş kent alanlarının yeni şehrin dinamiklerine yön veren yeni alanları tariflemesi gerekir. Yoksa hakim politik gücün kimliksiz bir üslup üzerinden şehirlere ihanet edercesine apartmanlar yapması, neyin dönüştürüldüğünü dürüstçe pek izah edemiyor. Bunun yanında şehrin ara sokakları bireysel olarak kendini dönüştürmeye çalışıyor. Bu çok daha kutsal ve güçlü bir model. Karaköy ve Balat’ı bu şekilde ele alabiliriz...”
Fotoğraf: Folkart Boyalık
Mimarlık Türkiye’de, “Mimar Kimdir”e cevap vermeye çalışan bir meslek
“İnşaat sektörü ve mimarlık sektörü iç içe geçmiş görünmekle birlikte sektörün daha ‘öz’e ilişkin kendi problemleri olduğunu düşünüyorum, o da bilgisizlik ve samimiyetsizlik. Mimari üretime ait tüm disiplinlerle iletişime geçilerek yönetmelik-mevzuatların, yasa ve düzenlemelerin yeniden bugüne göre oluşturulması gerekmekte. Günümüzde bu sektör; inşaatı bilmeyen müteahhit, kısa yoldan para kazanma sevdasında olan yatırımcı, projeyi çizmeyi bilmeyen mimar, yönetmeliği bilmeyen yerel yönetimler, zayıf bir eğitim sonrası imza yetkisi almış genç mezun gibi her noktasında elimizde kalacak bir sistemden bahsediyorum. Ancak mimarlık, Türkiye’de adı olmayan bir meslek gerçekte maalesef. Avrupa Birliğinin insan yaşamını düzenlemede vazgeçilmez meslekler olarak tanımı yapılmış 11 meslekten biri olmasına rağmen Türkiye’de meslek yasası olmayan bir meslek. Üstelik son günlerde daha temel bir argüman ile ‘Mimar kimdir’e bile cevap vermeye çalışmak zorunda kalan bir meslek...”
Bir mimardan hem yaratıcılık hem verimlilik hem de kamu yararı beklemek...
“Diğer taraftan sadece yasa, düzenleme ve mevzuattaki hatalarla özetlenemeyecek meselelerle beraber, art arda yaşanan politik, sosyal ve ekonomik krizler de mimarların mesleklerini hakkıyla icra etmelerini zorlaştırmakta, mimarlık ofisleri dövize endeksli mesleki her türlü yazılımın maliyetinin altında ezilmekte. Hayatını sadece mesleğini icra ederek kazanan her kademede mimar, ay sonunu getirmekte zorlanmakta. Günlük hayatın bu streslerini derinden hisseden meslektaşlarımızın, tasarım süreçlerinde hem yaratıcı hem verimli ve hem kamu yararını kendi yaşam ihtiyaçlarının önüne koymasını beklemek ise çok da gerçekçi olamamakta. ‘Değişen Koşullar’ olarak tariflenen ikiyüzlü çalışma sistemi hem kamu hem de özel sektör tarafından mimarların emeğinin sömürülmesi esasında dayanmaktadır. Kamu kurumları bile mimarları sözleşmesiz çalıştırmaktan imtina etmediği gibi, hak edişlerini de aylarca, senelerce geciktirebilmektedir...”
İSMD, sektörün görünmeyen dinamolarından biri
“İstanbul Serbest Mimarlar Derneği Yönetim Kurulu Başkanı olarak özellikle yukarıda anlattığımız konuların konuşulması, tartışılması ve yeni bir farkındalık zemini oluşturulması için çaba sarf ediyoruz. Mimarlık mesleğinin koşullarının olgunlaştırılması çerçevesinde komisyonlarımızla çeşitli projeler oluşturmaya çalışıyoruz. Bir taraftan genç öğrencilerle birlikte, bazen sektör bileşeni paydaşlarımızla, mimarlık mesleğinin hak ettiği yere gelmesi için çaba sarf ediyoruz. İstanbul Serbest Mimarlar Derneği, 104 üyesi ile odağında nitelikli üretim olan, İstanbul merkezli ofis sahibi çok kıymetli mimar profesyonellerin oluşturduğu bir dernek. İnşaat sektörünün görünmeyen dinamolarından biri olarak düşünülebilir...”
Fotoğraf: Maya Marin
File to Factory
“İnşaat sektöründe, malzeme dünyasında alışageldik geleneksel yöntemler ve modeller yerlerini farklı modeller ve sistemlere terk edecek. Tasarım araçlarının değiştiği bir ortamda üretim araçlarının değişmemesi imkansız. Önümüzdeki yakın gelecekte, F’2F (File to Factory) diyebileğim tasarım-üretim sürekliliği iş gücünü azaltacak ve yeni mükemmellik kavramını gündemimize getirecektir...”
Mimarlık yapmakla ilgilidir; şantiyeler ise eylemin odağı
“Mimarlık yapmakla ilgilidir. Yoksa sadece eskizler, görseller yapalım arkamıza yaslanalım... Mimar olmanın en önemli sorumluluklarından biri de tasarladığının ayağa kaldırılma sürecine olan hakimiyetinde yattığını düşünüyorum. O yüzden şantiye ziyaretleri çok önemlidir. Tüm projelerimin mutlaka bizzat kontrolünü yaparım. Belli periyotlarda ziyaret eder, süreci yönetirim. Aksi durumda ortaya iyi bir mimari ürün çıkması mümkün olamayacaktır...”
Dilekci Mimarlık...
“Son zamanlarda özellikle turizm yapıları ve konut projeleri ile ilgili projeler hazırlıyoruz. Bunlardan bir tanesi, eski ismi Sheraton Çeşme Oteli olan projeyi, baştan aşağı yeniden ele alarak otel, kongre ve residence programını, Swisotel Çeşme markasıyla birlikte yeni bir tasarım haline getirdik. Bu projemizin inşaatını Miray İnşaat üstlendi ve inşaatı devam ediyor. Folkart Yapı’nın yatırımı olan Boyalık Residence projemizi henüz tamamladık. Aynı zamanda Çeşme’de Nuhoğlu İnşaat için hazırladığımız otel ve konaklama ünitelerinden oluşan Marinera projesi sona yaklaştı. Ayrıca Invictus İnşaat için Ilıca’da otel ve konut projemiz devam etmektedir. Ayrıca Bodrum’da Beylerbeyi Gayrimenkul için 15 adet özel konuttan oluşan bir projemizin inşaatı henüz başladı. İstanbul Tuzla’da 2 farklı bölgede konut projesine başladık. Sürdürülebilir bir yeşil çevre oluşturmak amacıyla İstanbul’da rekreatif bir kamusal etkinlik ve gezi alanı tasarımı hazırlıyoruz. Yine İstanbul’da tarihi bir katman ile bağ kurarak kültürel olarak kentlinin kullanımına açık otel, kongre, sergi, etkinlik gibi fonksiyonlara sahip karma fonksiyonlu bir turizm projemiz halen onay sürecinde.”
3 Nisan 2022
Türkiye'nin en ESKİ ve en çok ZİYARET EDİLEN şantiyesi: ŞANTİYE®...
İnşaata dair "KAYDADEĞER" ne varsa... 1988'den bu yana...
Şantiye®nin ürettiği, derlediği ve yayınladığı içeriklerde öncelik “KAMUSAL YARAR”dır...
Ve yayınlanan içeriğin “ÖZEL” olmasına özen gösterilir...
BASILI DERGİ + E-DERGİ + SANTİYE.COM.TR + SOSYAL MEDYA + DİJİTAL PLATFORMLAR...
İnşaat sektörünün buluşma noktası Şantiye®, “Güven”i temsil eden “Basılı bir Yayın” olma özelliğinin yanı sıra yenilenen web sitesi, Turkcell Dergilik ve Türk Telekom E-Dergi gibi mobil uygulamalardaki varlığı, 42 bin E-Bülten abonesi ve 85 bin sosyal medya takipçisi-bağlantısıyla inşaat sektörünün en önemli iletişim platformlarından biri olmaya her ortamda devam ediyor... 1988'den bu yana...
Şantiye® ayrıca yapı sektörüne "Şantiye'nin Yıldızı Ödülü", "Yılın Yeşil Yapı Malzemesi / Teknolojisi Ödülü" ve "Şantiyeden Kareler Fotoğraf Yarışması" gibi farklı organizasyonlarla da katkı sunuyor.
Şantiye®nin son sayısı da dahil 1988 yılından bugüne kadar yayınlanan TÜM SAYILARINA E-Dergi olarak göz atmak için lütfen tıklayın...
Şantiye®, başta ABONELERİ olmak üzere 2020-2024 yıllarında ilan veren firmalar ABS Yapı, Akyapı, Alumil, Anadolu Motor (Honda), Alkur, Ak-İzo, Altensis, Arbiogaz, Aremas, Arfen, Assan Panel, Asteknik, Atos, Batıçim, Baumit, Betek, Betonblock, Borusan CAT, Bosch Termoteknik, Bostik, BTM, Buderus, Bureau Veritas, Çimsa, Çuhadaroğlu, Çukurova Isı, Duyar Vana, DYO, Efectis ERA, Ekomaxi, Elkon, Emülzer, Eryap, Filli Boya, Fixa, Fullboard, Form Endüstri Ürünleri, Form Endüstri Tesisleri, Form MHI (Mitsubishi Heavy Industries) Klima, Garanti Leasing, GF Hakan Plastik, Gökçe Brülör, Grundfos, Hilti, IQ Alüminyum (by Deceuninck), İNKA, İntek, İpragaz, İstanbul Teknik, İzocam, İzoser, Kalekim, Knauf, Knauf Insulation, Komatsu, Köster, Kuzu Grup, LG, Marubeni, Masdaf, Master Builders Solutions, MBI Braas, Meiller Kipper (Doğuş Otomotiv), Messe Frankfurt, Messe München/Agora Tur., Mekon, Mitsubishi Chemical, Nalburdayim.com, NETCAD, ODE, Ökotek, Özler Kalıp, Özpor, Panasonic, PERI, Pimakina, Polyfibers, Polyfin, Prometeon, Ravago, Rehau, Saint Gobain Türkiye, Saray Alüminyum, Schüco, Selena (Tytan), Sentez Mekanik, Serge Ferrari, Shell, Siemens, Sistem İnşaat, Soudal, Sika, Şişecam, Temsa, TMS, Tekno Yapı, Türk Ytong, Tremco illbruck, Vaillant, Vekon, Wermut, Wilo ve Xylem’in değerli katkılarıyla hazırlanmaktadır.
ABONE OLMAK İÇİN
Bir yıllık abonelik bedelimiz olan 1200 TL (6 Sayı, KDV Dahil)'yi TR70 0001 0008 5291 9602 1550 01 IBAN no’lu hesabımıza (Ekosistem Medya) yatırıp; ardından dekontu, açık adresinizi ve fatura bilgilerinizi (şahıs ise TC kimlik no; firma ise vergi dairesi-numarası) santiye@santiye.com.tr adresine e-posta veya 0532 516 03 29 no’lu telefona WhatsApp / SMS aracılığıyla ulaştırabilirsiniz.