Yıldız Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Şükrü Ersoy’la depremi, yaşanan sorunları ve böylesine yıkıcı bir duruma sebep olan problemlerin çözüm yollarını konuştuk... Bir jeoloji profesörü olan Ersoy, hem Hataylı olması hem jeoloji konusundaki uzmanlığı hem de Ulusal Risk Kalkanı projesinde görev alması nedeniyle oldukça özel bir isimdi. Röportajda Prof. Dr. Şükrü Ersoy, sorunun tek başına inşaat sektöründen kaynaklanmadığını vurguladı ve uyardı: “Ülkece risk altında olduğumuzu herkes biliyor. Bu sadece mühendislikle alakalı bir durum değil; tarih kitaplarında da yazıyor. İstanbul’un ve Hatay’ın yıllar içinde defalarca yıkıldığı ortada. Hatay, dünyanın üçüncü büyük şehriyken bir depremde 250 bin kişi ölmüş. Bunları bilmezden gelir, umursamazsak sonuç bu olur...”
6 Şubat 2023 günü Kahramanmaraş merkezli yaşanan yıkıcı depremlerin yarattığı sorunları ve çözüm yollarını konuşmak için Yıldız Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Şükrü Ersoy ile biraraya geldik. Görüşme esnasında öncelikle teknolojinin çok geliştiğini ve depreme dayanıklı bina yapmanın artık zor bir tarafı kalmadığını ifade eden Prof. Dr. Şükrü Ersoy, buna rağmen ülkenin yapı stoğunda ciddi bir zafiyet olduğunu vurgulayarak, “5,5 büyüklüğündeki bir depremde dahi yapılarımızda hasarlar meydana geliyorsa, biraz dönüp kendimize bakmamız gerekiyor. Suçu şu veya bu siyasi partiye atmak da işi çözmez, konu ciddi derecede eksik kalır. Çünkü bu hatalar zinciri içerisinde siyasiler de suçlu, yerel yönetimler de suçlu vatandaş da suçlu” diyor.
Vatandaşın kendi gücünün farkında olmadığını, toplumumuzun ayrıca menfaati bulunduğu durumlarda her şeye göz yumabildiğini ve bunun da aslında bir “suç ortaklığı” olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Şükrü Ersoy, “Fakat doğa affetmiyor. Belli dönemlere gelindiği zaman bu büyük depremler tekrarlanıyor. Bilinen ve tahmin edilen bir konu bu. Kimse Türkiye’de deprem önceden söylenmedi diyemez. Depremden bir ay önce ‘Hatay depreme hazır mı?’ başlıklı bir konferans vermiştim Hatay’da. Böyle toplantılar defalarca yapıldı, bir sürü makale yazıldı, uyarılar yapıldı. Fakat insanların algısı ve yaklaşımı maalesef değişmiyor. Ancak bir musibet olduktan sonra, biraz kendimize gelir gibi oluyoruz ama o da çok uzun sürmüyor. 1999 depreminde de böyle oldu; herkes o tarihin bir milat olacağını konuşuyordu ama 24 yıl sonra durum ortada. Eğer 24 yılda akıllı şeyler yapılmış olsaydı bu yıkımların en az yüzde 50’si önlenebilirdi...”
Temiz bir sayfa açamazsak, gelecek nesiller bizim için “Ne aptal nesilmiş” diyecek
2000 yılı öncesi yapılan binaların yüzde 98’inin yıkıldığını ifade eden Ersoy, bu verinin çok önemli olduğunun altını çiziyor ve soruyor: “Peki biz 24 yılda ne yaptık? Hangi ilde, nerede, ne yapıldı? Mesela İstanbul için ne yapıyoruz şu anda, İstanbul hazır mı depreme?”
Bu işin üzerine gidilmezse gelecek nesiller nezdinde çok büyük bir vebal altında kalınacağını vurgulayan Ersoy, şu yorumlarda bulunuyor: “Bu vatan toprağına böylesine bir yapı stoğunu çocuklarımıza bırakacağız. Akıllı işler yapmadığımız ortada. Konu bir an önce bir milli seferberlik konusu olmalı. Siyasi partileri, siyasi görüşleri, kutuplaşmaları aşan çok çok önemli bir konu. Dolayısıyla ancak vatandaş ve devlet işbirliğiyle çözülebilecek hassasiyet ve büyüklükte. Başka şansımız da kalmadı açıkçası. Eğer bu noktadan sonra da temiz bir sayfa açamazsak, gelecek nesiller bizim için 'Ne aptal nesilmiş... Ellerinde her türlü imkan var, sağlam bina yapma metotlarını biliyorlar, dünyanın en güzel topraklarında yaşıyorlar ama bir sağlam şehir yapamamışlar' diyecekler. Ve çok haklı olacaklar. Bizim jenerasyon her şeyi anlayıp uygulamayan bir nesil. Kayıp bir nesiliz. Devletin bekası için de bu şart. Diğer taraftan devlet göz doldurucu bazı projeleri de hayata geçiriyor ve samimi gibi görünüyor...”
Önemli olan yapı stoğu ile zeminin barışık olması
“Ulusal Risk Kalkanı projesinin bir üyesiyim. AFAD’ın Deprem ve Yer Bilimi Kurulu’nda yer alıyorum. Orada konuşulanlar ve anlatılanlar çok samimi geliyor. Yapı stoğunu yenilemek adına hiç beklemeden aksiyon alındı. Bu konuda yapılacaklar önümüze sunulduğu zaman biraz içimiz ferahlıyor. Ama tabii bu söylenenler ne kadar hayata geçirilecek, onu zaman gösterecek. Bu dönemde kimsenin amacı bağcıyı dövmek değil, üzüm yemek, toplumsal fayda yaratılmasına katkıda bulunmak olmalı. Hepimiz bu memlekette yaşıyoruz. Kaçacak veya göçecek bir yerimiz yok. Kaçanları da anlamıyorum zaten; nereye gideceksiniz? Türkiye’nin yüzde 100’ü deprem bölgesi. En sağlam zeminde çürük bir yapı da yıkılabilir. Önemli olan yapı stoğu ile zeminin barışık olması. Barışık değilse zaten nereye gidilirse gidilsin ciddi problem yaşanır. Konya Ovası’nda da etkilenirsiniz, Edirne’de de etkilenirsiniz, Antalya’da da etkilenirsiniz. Çünkü depremlerin uzak etki denilen bir etkisi vardır ki en son bunu 2020 yılında İzmir’de yaşadık. İzmir’de bir deprem olmadı ama İzmir yıkıldı. Türkiye’nin en modern şehirlerinden birinden ve modern yapılarından söz ediyoruz. İnsanlar öldü. Şimdi böyle bir felaketi İstanbul’da düşünün. İstanbul’da yapı stoğu, insan nüfusu, kritik yapıların çok fazla olması zaten bir tehlikenin potansiyelini ortaya koyuyor. Bu arada İstanbul yüzde yüz yenilense de belli bir seviyede zarar görecektir. Hiç zarar görmeyeceğini söylemek doğru olmaz. Çünkü yoğun nüfusun kendisi bile tek başına depremde yaşanacak zararı, riski artıran bir faktör...”
Yaşadığımız depremler 7’yi geçtiğinde çok ölümcül oluyor
“Bizler mesleğimiz gereği hangi bölgede, ne zaman deprem olabileceğini tahmin edebiliyoruz. Gününü, zamanını, büyüklüğünü elbette söyleyemiyoruz ama bir bölgenin deprem geçmişine bakarak depremin ne kadar yaklaştığını, ne büyüklükte olacağını söyleyebiliyoruz. Ve Türkiye’nin tamamına yakınında deprem oluşturabilecek fay zonlarını tanıyoruz. Önemli bilimsel verilere sahibiz ve bu bilimsel veriler bize gösteriyor ki depremler coğrafyamızda daha çok uzun yıllar devam edecek. Bununla birlikte Pasifik deprem kuşağındaki Japonya’ya göre deprem olasılığımızın daha az olduğu da biliniyor. Fakat o bölgede 9’u bile geçen depremlerde bizdeki kadar yıkıcı ve ölümcül sonuçlarla karşılaşılmıyor. Bizim yaşadığımız depremler 7’yi geçtiği zaman maalesef çok ölümcül ve yıkıcı oluyor. Son depremlerde yaşadığımız gibi deprem tarihine girecek büyüklükte hasar ve kayıplar veriyoruz...”
Tarih kitaplarının sayfalarında da yazıyor
“Ülkece risk altında olduğumuzu herkes biliyor. Bu sadece mühendislikle alakalı bir durum değil, tarih kitaplarının sayfalarında da görülebilecek bir şey. İstanbul’un ve Hatay’ın tarihte kaç defa yıkıldığı ortada. Padişahların İstanbul’dan göç edip Edirne’den ülkeyi yönettiklerini, veliahtların öldüğünü kitaplar yazıyor. Son depremde hasarın ve can kayıplarının yarısı Hatay’da oldu ama bu sürpriz değildi ki. Kaç kere yaşamış Hatay bu yıkımı... Bir ara Roma ve İstanbul’dan sonra dünyanın üçüncü büyük şehrinden bahsediyoruz. 500-600 bin kişi yaşarken 250 bin kişi ölmüş depremde. Yazıyor her şey. Bunları bilmezlikten gelirsek, umursamazsak sonuç bu olur. Bazı konularda sınıfta kaldığımızı kabul etmemiz gerekiyor...”
Kimsenin kimseye söyleyecek bir sözü yok
“Bu dönemde şehir planlama da önem kazanıyor ama bu şehir planlarını da maalesef encümenler değiştiriyor. Türkiye’de bir sürü belediye var ve hepsi farklı farklı siyasi partilerden. Fakat çok büyük kısmı bu büyük sorumluluktan kurtulabilecek işler yapmıyor. Kimsenin kimseye söyleyecek bir sözü yok. Var olan planların hepsi sık sık değiştirildi. Her şey düzgün yapılmış denilemez. Tüm bu 70 yıllık olumsuzlukları bir yılda değiştirmeyi bekliyoruz. Biraz zor tabii...”
Güvenli yapılaşma sadece şehirlerde değil, her yerde önemli
“Bizler bilim adamı olarak riskleri, tehlikeleri ortaya koyup, bir riski değerlendirmesi ve önlem alınması için karar vericilere ipuçları sunuyoruz. Asıl karar vericilerin, ipucunu alan yöneticiler olması gerekiyor. Ve çözüm sürecinde, öncelikle vatandaş olmak üzere birçok unsurun yer alması gerekiyor. Yoksa eksik kalır. Milli seferberlik tek bir unsurun çabasıyla gerçekleşemez. Siyaset dışı topyekun herkesin sürecin içinde olması şart. Geri dönüşü olmayan bir noktadayız. Bu arada deprem sadece kentlerin değil kırsalın da çok önemli bir sorunu. Hayvancılık bu sorundan çok etkilenen sektörlerden biri. Bir depremde binlerce hayvanın telef olma riski çok yüksek. Dolayısıyla güvenli bina, güvenli yapılaşma sadece şehirlerde değil, her yerde önemli...”
Sorun tek başına inşaat sektörü değil
“Yapı sektöründe pek çok bileşen var ama bildiğiniz üzere en büyük günah keçisi müteahhittir. Denetimden, yönetmeliklerden, belediyelerin fonksiyonlarından, vatandaşın sorumluluklarından ve bilinç seviyesinden pek bahsedilmez. Sorun kesinlikle bir hatalar zinciri. Sorun, tek başına inşaat sektörü değil... Mesela şimdi İstanbul’da insanlar çok ciddi bir korku içinde, herkes kaygı duyuyor. Evi yapan müteahhit, binanın sağlam olduğunu, doğru inşa edildiğini belgelese bile insanlar rahatlamıyor. Çünkü herkes inşaat sektörünün ranta, suistimale açık bir sektör olduğunu biliyor. Her şey kağıt üzerinde yönetmeliğe uygun yapılmış olsa bile uygulamanın nasıl yapıldığı bir muamma olarak kalıyor. Dolayısıyla kimse güvenle oturmuyor evinde şu an. 2000 sonrası, yani deprem yönetmeliklerine uygun inşa edildiğini düşünülen binalar da ciddi bir sorgulama içinde. Güven vermiyor. Tam bir paranoya yaşanıyor, çünkü vatandaş da kendini iyi tanıyor...”
“Güçlendirme” için kesinlikle mühendislik hizmeti alınmalı
“Bugünlerde güçlendirme ve sismik izolatör de çok konuşulan konular arasında... Güçlendirme kesinlikle gerekli. Çünkü İstanbul özelinde bütün binaların yıkılıp yeniden yapımı pratik olarak çok mümkün değil. Bu hem ekonomik hem işi gücü yeterliliği hem de molozların durumu gibi birçok açıdan ütopik olur. Dolayısıyla bir kısmının güçlendirilmesi şart. Maliyet ve teknik açıdan bir değerlendirme yapılır ve uygun görülürse güçlendirilir. Teknoloji buna müsait. Fakat tabii güçlendirmenin güvenli olması da çok çok önemli. 1999 Kocaeli depreminden sonra Düzce’de güçlendirilen binalar yıkılmıştı. Bu da konunun ehil ellere, uzmanlara teslim edilmediğini gösteriyor. Kalfa mantığıyla güçlendirme yapılmamalı. Çünkü ciddi bir teknik uygulanması şart. O mühendislik hizmeti mutlaka alınmalı. Mesela binayı rijit, yani depremlere karşı katı bir yapı haline getirirseniz bina daha çabuk yıkılır. Yani kolonların kalın olması değil, tam aksine esnek olması gerekiyor...”
“Sismik izolatör” bu işin birçok unsurundan, alternatifinden bir tanesi
“Deprem öldürmez; bina ve zemin öldürür. İzmir bunun en önemli örneği oldu. Binalar sağlam olsa da zeminle uyumsuzluk ciddi problemler yaratır. Zeminin içinden geçen deprem dalgaları binaya geldiği zaman ivmesi yüksekse binalar bundan etkilenip yıkılabiliyor. Dolayısıyla mutlaka zemini iyileştirecek, yapının zeminle uyum içinde çalışmasını sağlayacak iyileştirmeler yapılmalı. Yani bina yapılır ama hangi zemine yapıldığına bağlı olarak bu işler değişir. Mesela Maslak’ta, Türkiye’nin en sağlam kayalarının üzerine yaptığın bir gökdeleni, Esenyurt’ta yaparsan sıkıntı yaşarsın. Çünkü Maslak’taki binaya iletilen deprem yükleri daha farklı, Esenyurt’ta daha farklı olacaktır. Bunun gözetilmesi gerekiyor. O bakımdan, bu deprem yüklerinin binaya iletilmemesi için sismik izolatörler öneriliyor. Ama sismik izolatör bu işin birçok unsurundan, alternatifinden bir tanesi. Zemine kazık çakılması vs. gibi alınabilecek ve yapılabilecek pek çok önlem söz konusu. Yani yöntem çok önemli değil, yeter ki o niyet içerisinde olunsun...”
Türk insanı Homo Sapiens türünün en gelişmiş örneklerinden biri
“Yönetmeliklerimiz Japonya’nın yönetmelikleriyle hemen hemen aynı. Kağıt üzerinde oldukça iyi bir mevzuatımız var. Fakat mesela yetkin mühendislik uygulaması olmadığından yeni mezun bir arkadaş isterse bir gökdelene imza atabilir. Fakat gelişmiş ülkelerde durum böyle değil. Mezuniyetten sonra en az beş yıl, kademe kademe tecrübelenmesi gerekiyor mühendis ve mimarların. Denetim mekanizmamız da biraz problemli... Uygulamanın ilk yıllarında denetim firmasını müteahhit seçiyordu ama şimdilerde bir havuz sistemi var. Fakat yine de insanımız maalesef her şeyin kolay, kestirme bir yolunu bulup, yasaların emrettiği işlerden bir şekilde sıyrılmaya çaba gösteriyor. Bu anlamda Türk insanının Homo Sapiens türünün en gelişmiş örneklerinden biri olduğunu söyleyebilirim. Homo Sapiens biliyorsunuz mükemmel bir taklitçidir ve her şeyin açığını bulabilir. Bu sayede varlığını sürdürebilmiş. Müthiş bir uyum özelliği var. Dil yeteneği, kandırma yeteneği müthiş. Özellikle kandırma yeteneği sayesinde hayvanları kolaylıkla dize getirebiliyor veya avlayabiliyor. Türk insanında Homo Sapiens’in tüm bu özellikleri sonuna kadar var ve kullanıyor. Mesela tekstil ve inşaat sektörleri Türkiye’de çok gelişmiştir; çünkü ikisinde de taklitçilik önemli unsurlardır. Birçok yetenek taklitle başlar ama sonrasında orijinali üretmek gerekir...”
Kusurlu bir bina nasıl af kapsamına sokulabilir, akıl alacak gibi değil
“Sektörde aflar da büyük bir sorun yaratıyor. Affedileceğinizi bilirseniz vergi de vermezsiniz, çürük yapı da yaparsınız. Affedileceğini biliyorsunuz çünkü. Adam cinayet işliyor, ‘5 yıl yatar, çıkarım’ diyor. Mesela ömrünü hapishanede geçirmiş bir müteahhit gördünüz mü? Halbuki kanunları harfiyen uygulaması gerekiyor, çünkü binlerce insanın hayatına kastedecek bir işin içinde fakat cezası olmadığından her türlü riski kolaylıkla alabiliyor. Mesela imar affı ne demek? İnsan affedilebilir belki; yirmi yıl yatmıştır, ıslah olmuştur... Ama kusurlu bir bina, sorunlu olduğu bilinen bir yapı nasıl görmezden gelinip af kapsamına sokulabilir, akıl alacak gibi değil...”
Eğitimli ve ahlaklı toplum önem kazanıyor
“Siyasileri de zorlayan vatandaştır, halktır. Fakat vatandaş 4 katlı binasının üzerine 5. katı çıktığı zaman mutlu oluyor, yasaları hiç ciddiye almıyorsa, kanun umurunda değilse, sırf kendi menfaati üzerine bir hayat kurduysa siyaset de bundan etkileniyor. Bu noktada eğitimli ve ahlaklı toplum önem kazanıyor. Çürüme maalesef sadece inşaat sektöründe değil, toplumun her kesiminde mevcut...”
Çocuklarımıza bıraktığımız evler onların ölümüne neden olmamalı
“İstanbul’da büyük bir deprem olmayacaktır demek büyük bir vebalin altına girmektir. Bir yerin deprem riskini konuşuyorsak, en kötü senaryoyu konuşuruz. İstanbul için en kötü senaryo 7,5 büyüklüğünde bir depremin gerçekleşmesi. Bu büyüklükte bir deprem İstanbul’da defalarca meydana geldi. Üstelik, Marmara Denizi içerisindeki fayların bir yıl içerisinde çifte deprem oluşturmak gibi bir kabiliyeti var. Yani 7’den büyük iki depremi bir yılda yaşayabiliriz. Mesela 1766, 1912 ve 1999’da hep iki deprem peş peşe yaşanmış. Veriler ortada... Dolayısıyla 7’den büyük bir deprem bu bölgede eninde sonunda olacak. Şu an da olabilir 40 sene sonra da. Yapılacak çok iş var. Bir an önce memleket depreme güvenli hale getirilmeli. Çocuklarımıza miras diye bıraktığımız evler onların ölümüne neden olmamalı. Hem tarihsel süreci bildiğimizden hem teknik olarak elimizde ciddi veriler olduğundan bu riski göze almak hiç mantıklı ve vicdani değil. Yıkılabilecek binalardan ve en kötü zeminlerden başlamak üzere bir an önce faaliyete geçilmeli.”
5 Nisan 2023
Türkiye'nin en ESKİ ve en çok ZİYARET EDİLEN şantiyesi: ŞANTİYE®...
İnşaata dair "KAYDADEĞER" ne varsa... 1988'den bu yana...
Şantiye®nin ürettiği, derlediği ve yayınladığı içeriklerde öncelik “KAMUSAL YARAR”dır...
Ve yayınlanan içeriğin “ÖZEL” olmasına özen gösterilir...
BASILI DERGİ + E-DERGİ + SANTİYE.COM.TR + SOSYAL MEDYA + DİJİTAL PLATFORMLAR...
İnşaat sektörünün buluşma noktası Şantiye®, “Güven”i temsil eden “Basılı bir Yayın” olma özelliğinin yanı sıra yenilenen web sitesi, Turkcell Dergilik ve Türk Telekom E-Dergi gibi mobil uygulamalardaki varlığı, 42 bin E-Bülten abonesi ve 85 bin sosyal medya takipçisi-bağlantısıyla inşaat sektörünün en önemli iletişim platformlarından biri olmaya her ortamda devam ediyor... 1988'den bu yana...
Şantiye® ayrıca yapı sektörüne "Şantiye'nin Yıldızı Ödülü", "Yılın Yeşil Yapı Malzemesi / Teknolojisi Ödülü" ve "Şantiyeden Kareler Fotoğraf Yarışması" gibi farklı organizasyonlarla da katkı sunuyor.
Şantiye®nin son sayısı da dahil 1988 yılından bugüne kadar yayınlanan TÜM SAYILARINA E-Dergi olarak göz atmak için lütfen tıklayın...
Şantiye®, başta ABONELERİ olmak üzere 2020-2024 yıllarında ilan veren firmalar ABS Yapı, Akyapı, Alumil, Anadolu Motor (Honda), Alkur, Ak-İzo, Altensis, Arbiogaz, Aremas, Arfen, Assan Panel, Asteknik, Atos, Batıçim, Baumit, Betek, Betonblock, Borusan CAT, Bosch Termoteknik, Bostik, BTM, Buderus, Bureau Veritas, Çimsa, Çuhadaroğlu, Çukurova Isı, Duyar Vana, DYO, Efectis ERA, Ekomaxi, Elkon, Emülzer, Eryap, Filli Boya, Fixa, Fullboard, Form Endüstri Ürünleri, Form Endüstri Tesisleri, Form MHI (Mitsubishi Heavy Industries) Klima, Garanti Leasing, GF Hakan Plastik, Gökçe Brülör, Grundfos, Hilti, IQ Alüminyum (by Deceuninck), İNKA, İntek, İpragaz, İstanbul Teknik, İzocam, İzoser, Kalekim, Knauf, Knauf Insulation, Komatsu, Köster, Kuzu Grup, LG, Marubeni, Masdaf, Master Builders Solutions, MBI Braas, Meiller Kipper (Doğuş Otomotiv), Messe Frankfurt, Messe München/Agora Tur., Mekon, Mitsubishi Chemical, Nalburdayim.com, NETCAD, ODE, Ökotek, Özler Kalıp, Özpor, Panasonic, PERI, Pimakina, Polyfibers, Polyfin, Prometeon, Ravago, Rehau, Saint Gobain Türkiye, Saray Alüminyum, Schüco, Selena (Tytan), Sentez Mekanik, Serge Ferrari, Shell, Siemens, Sistem İnşaat, Soudal, Sika, Şişecam, Temsa, TMS, Tekno Yapı, Türk Ytong, Tremco illbruck, Vaillant, Vekon, Wermut, Wilo ve Xylem’in değerli katkılarıyla hazırlanmaktadır.
ABONE OLMAK İÇİN
Bir yıllık abonelik bedelimiz olan 1200 TL (6 Sayı, KDV Dahil)'yi TR70 0001 0008 5291 9602 1550 01 IBAN no’lu hesabımıza (Ekosistem Medya) yatırıp; ardından dekontu, açık adresinizi ve fatura bilgilerinizi (şahıs ise TC kimlik no; firma ise vergi dairesi-numarası) santiye@santiye.com.tr adresine e-posta veya 0532 516 03 29 no’lu telefona WhatsApp / SMS aracılığıyla ulaştırabilirsiniz.